Yolların En Hayırlısı

Kulu Hakkʼa ulaştıran en hayırlı ve en sâlim yol, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin Sünnet-i Seniyyeʼsidir. Zira Oʼnun Sünnet-i Seniyyeʼsi, Kurʼân-ı Kerîmʼin hayata nasıl tatbik edileceğini gösteren, fiilî bir Kurʼân tefsîridir.

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Sünnet-i Fahr-i Rusül, oldu çü hayr-ı sübül,
Mesleki tahvîl edip âdet ü bid‘at neden?

“Peygamberlerin medâr-ı iftihârı olan Peygamber Efendimizʼin Sünnet-i Seniyyeʼsi, yolların en hayırlısı iken, bu yolu değiştirmeye yeltenerek başka âdet ve bidʻatlere sapmak nedendir?!.”

Kulu Hakkʼa vâsıl edecek en hayırlı ve en sâlim yol, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin Sünnet-i Seniyyeʼsidir. Zira Oʼnun Sünnet-i Seniyyeʼsi, Kurʼân-ı Kerîmʼin hayata nasıl tatbik edileceğini gösteren, fiilî bir Kurʼân tefsîridir.

Cenâb-ı Hakkʼın rahmet kapısı ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şefkat ve şefaat kanatları, Kurʼân ve Sünnet istikâmetinde yaşayan bütün müʼminler için açıktır. Fakat Kur’ân ve Sünnet’i terk edip yanlış yollara sapanlar, âhirette büyük bir nedâmet ve mahrûmiyete dûçâr olacaklardır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde, kıyamet günü Kevser Havuzu’nun başında ümmetine ikram etmek için bekleyeceğini bildirdikten sonra, şu mühim îkazda bulunmuştur:

“…Dikkat edin! Birtakım kimseler, yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi, benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara; «Gelin buraya!» diye nidâ edeceğim. Fakat bana;

«–Onlar Senʼden sonra hâllerini değiştirdiler. (Yani Sen’in Sünnet’ini takip etmeyip başka yollara saptılar.)» denilecek.

Bunun üzerine ben de:

«–Uzak olsunlar, uzak olsunlar!» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 39)

Demek ki Sünnet-i Seniyye gibi sağlam bir yolu bırakıp da başka yollara tevessül etmek, çıkmaz sokaklara sapmaktır.

İmâm Mâlik Hazretleri ne güzel buyurur:

“Sünnet-i Seniyye, Nûh -aleyhisselâm-’ın gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur. Kim de onu terk ederse helâk olur.”

Dolayısıyla bizler de günümüzde en çok düşülen hatâlardan biri olan “sünnetleri ihmal” hastalığından şiddetle sakınmalıyız. Zira bu gaflet, ümmetine karşı “raûf ve rahîm” olan, yani bir anne-babanın evlâdına duyduğu şefkat ve merhametten çok daha fazlasını ümmetine duyan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe karşı, büyük bir hürmetsizliktir.

Tâbiîn neslinin büyük âlimlerinden Abdullah bin Deylemî -rahmetullâhi aleyh-, Sünnetʼe aşk ile bağlılığın ehemmiyetini şöyle ifade eder:

“Bana ulaştığına göre dînin (yok olup) gitmesinin başlangıcı, Sünnetʼin terk edilmesiyle olacaktır. Halatın lif lif çözülüp nihâyetinde kopması gibi, din de sünnetlerin bir bir terk edilmesiyle ortadan kalkar.” (Dârimî, Mukaddime, 16)

Dolayısıyla sünnetlerin birer birer hayatımızdan çıkması, -Allah korusun- ebedî kurtuluşumuzu da ince bir pamuk ipliğine bağlı hâle getirir.

Edep, hayâ ve iffetin dibe vurduğu, kahrolan kavimlerin çeşitli ahlâksızlıklarının pervâsızca işlendiği günümüzün modern câhiliyesinde, zamanın şerlerinden korunup ebedî kurtuluşumuz için sığınacağımız en sağlam liman, Sünnet-i Seniyyeʼdir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âhir zamanda meydana gelecek fitnelerden haber verirken:

“–Ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası kurtulacaktır.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm sordular:

“–Yâ Rasûlâllah! O kurtulan fırka, hangi fırka olacaktır?”

Efendimiz:

“–Benim ve ashâbımın takip ettiği yolu izleyenler…” karşılığını verdi. (Tirmizî, Îman, 18; İbn-i Mâce, Fiten, 17)

Dolayısıyla ümmet-i Muhammed’in “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” istikâmetinden saptırılmaya çalışıldığı günümüzde, Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyeʼsine sımsıkı sarılmamız elzemdir.

Cenâb-ı Hak, yüce Zâtʼının ve Habîbʼinin sevgisini, gönüllerimizin tükenmez hazinesi eylesin. Rasûl’ünün gönül dokusundan hisseler alarak Oʼnun ahlâkıyla ahlâklanabilmeyi cümlemize nasip ve müyesser kılsın. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Ekim, Sayı: 440

İslam ve İhsan

SÜNNETİ YAŞAMANIN ÖNEMİ

Sünneti Yaşamanın Önemi

ÜMMETİN FESADA UĞRADIĞI VAKİTTE SÜNNETİ YAŞAYANLARIN SEVABI

Ümmetin Fesada Uğradığı Vakitte Sünneti Yaşayanların Sevabı

SÜNNETİ TERK ETMEK DİNİN YOK OLMASININ BAŞLANGICIDIR!

Sünneti Terk Etmek Dinin Yok Olmasının Başlangıcıdır!

SÜNNETİ TERK ETMENİN HÜKMÜ NEDİR?

Sünneti Terk Etmenin Hükmü Nedir?

SÜNNETİN DİNDEKİ YERİ

Sünnetin Dindeki Yeri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.