Din Düşmanları İle Mücadele Nasıl Olmalı?

Yüce dinimiz İslamiyet Müslümanlarla olan ilişkilerde sevgiyi, gayri Müslimlerle olan muamelemizde ise adaleti öne çıkarır. Tüm insanları sevemeyiz ama herkese karşı adil olmakla yükümlüyüz. Tabiî ki bu, Müslümanlara ve İslamî değerlere zarar verme hedefi gütmeyen kimseler için geçerlidir.

İslam’a ve Müslümanlara açıkça savaş açan gayri müslimleri ve onların Müslüman kılığına bürünmüş münafık dostlarını, yeri geldiğinde eleştirmek, onların kötü işlerinin çirkinliklerini ortaya koymak gerekir. Nitekim Allah Resulü başta Hasan b. Sabit (r.a.) olmak üzere bazı şair sahabilerden İslam’a ve şahsına saldıran kimseleri yermelerini emretmiştir.

İmam Rabbânî bir müridine yazdığı mektubunda şöyle der:

Aziz dostum! Kureyş kafirleri azgınlıkları ve ebedî saadet karşısın­daki nasipsizlikleri sebebiyle ehl-i İslâm hakkındaki hiciv ve sövgülerini artırdıklarında Resûlullah (s.a.v) bazı Müslüman şâirlere kafirlerin şerlilerini hicvetmelerini emretti. Bu emri alan şair Resûlullah’ın (s.a.v) huzurunda minbere çıkar topluluk içinde şiir­ler söyleyerek kafirleri hicvederdi. (Mektubat, c. I, m.139)

TASAVVUF NASIL İSTİSMAR EDİLİYOR?

İmam Rabbânî’nin mektuplarına baktığımızda o da İslam düşmanlarını yermekten geri durmamıştır. Bugün bazı dini grupların İslam’ı zaafa uğratmak için çalışan yerli ve yabancı kesimlerle diyalog ve tolerans muamelesi içine girmeleri ve özellikle de Celalettin Rumi hazretlerinin “Gel, ne olursan ol gel” gibi sözünü kullanmaları tasavvufun istismarından başka bir şey değildir. Evet, sufiler herkesi barışa ve esenliğe davet eder, ne var ki bu, bazılarının zannettiği gibi her tür sapık inanç mümessillerini kabullenmek, onları normal görmek manasına gelmez. Mevlana’nın davetine uyarak ona gelenler seyr u süluka girerek değişip dönüşmeli, Mevlana hazretlerinin tabiri ile ham iken yanıp pişmelidir.

Bu manada yanlış anlaşılan başka bir söz ise “Mahlukata Hâlik’in nazarı ile bakmak” meselesidir. Şüphesiz bu söz başta insan olmak üzere Rabbimizin tüm mahlûkatını tazim etmek, onları hoş görmek demektir. Ne var ki Rabbimiz Yüce Kelamında şirkin, küfrün ve nifakın temsilcilerini zemmetmekte ve onları pek çok ayette cehennem ile müjdelemektedir! Demek ki Hâlik’ın nazarı yeri geldiğinde mahlukatın kötü işlerini zemmetmeyi de içine alır. İmam Rabbânî böyle yapanların Hz. Cebrail’in desteğine mazhar olacağını şu hadis-i şerifle bizlere anlatır:

Hz. Peygamber -Hasan b. Sabit’i kastederek- şöyle buyururdu: “O, bu şekilde kafirleri hicve devam ettiği sürece Rûhu’l-kudüs (Cebrail) onunla beraberdir.” (Buhârî, Meğâzî, 31, nr. 4123;)

NEFİS ADINA HAREKET ETMEKTEN UZAK DURULMALI

Bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli mesele ise İslam adına başkalarını eleştirirken, nefis adına hareket etmekten uzak durulmasıdır. Söze karşı söz ile karşılık vermek gerekir. Bazı grupların yaptığı gibi İslam adına başkalarını öldürmek, onlara işkence yapmak gibi hareketler İmam’ın mektubundan anlaşılamaz. Zira bu tür konular ancak devletin karar vereceği şahısları aşan meselelerdir. Zaten İmam Rabbânî ve onun takipçileri fikre karşı fikirle cevap vermişlerdir. Nitekim yakın tarihimizde bir şair olmakla birlikte Nakşi silsilesine müntesip olan Necip Fazıl Bey, İslam’a, Müslümanlara sataşanlara ağzının payını vermiştir. Aynı şekilde günümüzde nice maneviyat erbabı gazeteci ve edebiyatçı; kitapları ve makaleleri, televizyon konuşmaları ile İslam düşmanlarını susturmaya, dine yapılan haksız saldırılara cevap vermeye çalışmaktadırlar.

İmam Rabbânî bu tür bir mücadelenin normal olduğunu; hak yolunda bulunanların herkesten hüsni kabul görmeyi beklememeleri gerektiğini beyan eder:

Bilmiş ol ki; mahlukatın kınaması ve ezası aşk ehlinin ser­mayesidir, Allah’ım peygamberlerin Efendisi hürmetine bizi onlardan eyle!

HERKESLE İYİ GEÇİNMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR

İmam Rabbânî bu sözleri ile herkesle iyi geçinmenin mümkün olmadığını, hak yolda olanların bir şekilde kınama ve eleştiriye maruz kalacaklarını, böyle durumların da Hak âşıkları için üzüntü kaynağı değil, sevinç vesilesi olacağını ifade etmiştir. Bugün bazı Müslümanlar başkalarının ayıplamalarına bakarak İslam’ın bazı hükümlerini yaşamaktan ve savunmaktan korkar olmuşlardır. Bu, dini aşk seviyesinde yaşayamamanın bir sonucudur. İslam’ı alenen savunmak her babayiğidin harcı olmadığından İmam bu mektubunu Allah için yerilmekten korkmayanlardan olmak duasıyla bitirmiştir.

SAMİMİ MÜSLÜMANLARDAN GELEN ELEŞTİRİ DİKKATE ALINMALIDIR

İmam’ın sözlerindeki başka bir incelik ise şudur: Eleştiri din düşmanlarından gelirse sevinç kaynağıdır, yoksa samimi dindarlardan gelen eleştiri ve kınama ciddiye alınmalıdır, hatta mümini üzüntüye sevk etmelidir. Üzüntüyle ifade edelim ki günümüzde bazı gruplar fahiş hatalar yapmalarına rağmen, samimi Müslümanlardan gelen hiçbir eleştiriyi kabul etmemekte, yanlışlıklarına devam etmektedirler.

SIKINTI ÇEKMEDEN HİZMET ETMEK MÜMKÜN MÜ?

Peki din yolunda sıkıntı çekmenin hikmeti nedir? Acaba sıkıntı çekmeden dindar olmak ve Hak yolunda hizmet etmek mümkün değil midir? İmam’a göre özellikle tasavvuf yolunda olanlar için bu durum pek mümkün görünmemektedir. Zira Allah’ı seven tüm müminler başta peygamberler olmak üzere muhtelif sıkıntı ve zorluklardan geçirilmişlerdir.

İmam Rabbânî bu durumun hikmetini şöyle açıklar:

Sevgili dostum! Elem ve sıkıntı muhabbetin gereklerinden­dir. Dervişliği seçene elem ve gam mutlaka lazımdır… Mahbub (Sevilen), kendisini seven birinin olmasını ve sevenin başkasıyla olan ilişkisinin tamamıyla kesilmesi için kendisinden başka­sında sükunet bulmamasını ister. Burada mutmainlik makamı, mutmain olmamadadır... Lezzet, yanmaktadır... Karar, kararsızlıktadır... Rahat, yaralı olmadadır... (Mektubat, c. I, m.140)

İmam’a göre Allah Teâlâ sevdiği kulların kalbinde masivaya ilgi ve alaka kalmasın diye onları kendisinden başka şeylerden soğutur. Masiva yüzünden kulunu sıkıntılara uğratır ki kul yegane melce olan Rabbine sığınsın, masivaya gönül bağlamasın.

HAK DÜŞMANLARINDAN MENFAAT UMARAK ONLARA YAĞCILIK ETMEK

Masiva içinde en kötü alaka ise Hak düşmanlarından bir menfaat umarak ve onlara yağcılık etmektir. İşte bunun ilacı da onlara dostluk göstermemek aksine onları yermektir. Bir insan için en zoru davası uğruna hemcinsleri ile mücadele etmesi, bu yüzden de eleştiri ve eziyetlere uğramasıdır. İmam’a göre hiçbir samimi salik bu durumlardan kurtulmayı arzu etmemelidir. Zira kurtuluş, nefsi Allah yolunda kınamaya ve kınanmaya alıştırmaktan geçer. Müslüman yeri gelir Allah için kınanır, yeri geldi mi de o başkalarını Allah için kınar:

Bu makamda, kurtulmayı istemek nefsini fitneye atmaktır. Nefsini tamamıyla sevgiliye teslim etmen, ondan gelen her şeye razı olman, yüz çevirmeden ve itiraz etmeden kabul etmen gere­kir. İşte bu durum geçim yoludur. İstikâmete ulaşmak için bütün gücünle çalışmalısın yoksa aksaklıklar hep peşinde olacaktır.

TASAVVUFTA ASIL OLAN DÜNYEVÎ VE UHREVÎ SAADETİ İSTEMEKTİR

Tasavvufta asıl olan Rabbimizden dünyevi ve uhrevi saadeti istemektir. Ne var ki sünnetullah uhrevi saadet için dünyevi sıkıntılara katlanmayı gerekli kılmaktadır. Rabbimizden niyazımız bu konuda bizim cesaretimizi artırması, Allah yolunda kınayanların kınamasına aldırmamayı, layığına muhabbet müstahakkını da zem etmeyi bize öğretmesidir. Amin.

Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Eylül-2015

İslam ve İhsan

KISACA TASAVVUF NEDİR?

Kısaca Tasavvuf Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.