Dijital Yerliler Nedir?

Dijital Yerliler ne demek? Sessiz kuşak, Bebek patlaması kuşağı, X Kuşağı, Y kuşağı ve Z kuşağı nedir?

Dijital Yerliler başlıklı bu yazı dizisinde, bütün yönleriyle Türkiye’nin Z Kuşağı’nı ele alıyoruz.

SANAL DÜNYANIN BİLGE NESLİ: Z KUŞAĞI

Gecenin bir vakti, çocuğunuzun odasından mavi ışık süzülüyorsa (ki, bilgisayar ya da telefon ekranı açık demektir), “Merhaba arkadaşlar! Kanalıma hoş geldiniz.” videolarına evde sıkça muhatap oluyorsanız, dijital âletlerin hepsi bir yemek takımının parçası gibi evinizde yer işgal ediyorsa, ağzına emzik verilince susan bebekler misâli ekranın karşısında sâkinleşip durağanlaşan ve saatlerce vakit geçiren evlâtlarınız varsa… Sıkı durun, siz bir Z Kuşağı ebeveynisiniz…

Evinizde bunlara şahit olmuyorsanız, tebrikler… Henüz kuşak tartışmalarından berî bir ev ortamınız var demektir.

Korona salgınının hayatımıza girmesiyle birlikte evde kalmaya, bütün âile fertleri bir arada olup birbirimizi daha çok görmeye, hattâ tanımaya başladık. Daha evvel âile fertleri, gün içinde okulda veya işte olurken salgın hepimizi eve kilitledi. Bizler eve kilitlendik, ama zaten potansiyel olarak eve kilitlenmeye hazır, odasından çıkmayan, bilgisayara, telefona, tablete gömülü insanlar vardı. Kimden mi bahsediyoruz?

Elbetteki “dijital yerliler” olarak adlandırılan Z Kuşağı’ndan…

İnternet nesli, şımartılmış çocuklar kuşağı, çevrimiçi kuşak, kristal kuşak, ben nesli, i nesli (i-phone, i-pad) ve daha niceleri… Onları tarif etmeye kalktığımızda, karşımıza bu isimler çıkıyor.

Kuşak Nedir?

Batılı sosyologlar ve “kuşak” fikrini ilk ortaya atan sosyolog Karl Mannheim, onu; “Yakın tarih aralığında doğmuş, yetişme sürecinde aynı sosyal, politik, ekonomik, teknolojik gelişmelerin tesiri altında kalmış, bu gelişmeler ışığında benzer sorumluluklar yüklenmiş, yüklendikleri sorumlulukların bir neticesi olarak ortak inanç, davranış, beklenti ve değerler geliştirmiş topluluklardır” şeklinde tarif etmektedir.

Konu ile alâkalı pek çok tasnif olsa da kuşakları genel mânâda şöyle sınıflandırabilmek mümkün:

a) Sessiz Kuşak: 1927-1945 yılları arasında doğanlar.

b) Bebek Patlaması Kuşağı: 1946-1964 yılları arasında doğanlar.

c) X Kuşağı: 1965-1979 yılları arasında doğanlar.

d) Y Kuşağı: 1980-2000 yılları arasında doğanlar.

e) Z Kuşağı: 2000-2020 yılları arasında doğanlar. (Hattâ 2013’ten sonra doğanlara da “Alfa Kuşağı” adını verenler olmuş.

Bu sınıflandırmalara bakıldığında, her 15-20 senede yeni bir kuşağın dünyaya geldiği görülmektedir.

Bu kuşağa, “Z Kuşağı” denilmesinin sebebi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada bebek patlaması (boomer) olarak adlandırılan Boomer Kuşağı’nın günümüze uyarlanmasıyla alâkalı. İnternet ve bilgisayar ile kurdukları yoğun irtibat ve zoom yapmaları/ekrana yakından bakmaları sebebiyle “zoomer” kelimesi kısaltılarak “Z Kuşağı” diye adlandırılmışlar.

KUŞAKLARI BELİRLEYEN NEDİR?

Kuşak/nesil kelimesi, İngilizce “Generation” kelimesinden gelmekte ve bu kuşak sınıflandırmaları, aslında Amerikan toplumu kaynaklı tasniflere dayanmaktadır.

Baby boomer, X, Y, Z gibi kategorik isimlendirmeler ABD menşeli tariflerdir. Ekonomik ve sosyolojik unsurlar ihtiva etse de özünde, kapitalizm, küresel değişimler ve teknolojik gelişmeler yatar. Kuşakları belirleyen unsurlar, toplumların yaşadığı tarihî hâdiseler, değişimler, sosyal ya da ekonomik gelişmelerdir.

Toplumlardaki değişimi ve dönüşümü ifade eden kuşak kavramı, sosyolojik ve ekonomik özellikler taşır. Toplumu yenileyip canlandıran unsur, kuşak değişimidir. Meselâ Türkiye’de çokça duyduğumuz 68 kuşağı, yakın döneme ve Türkiye tarihine oldukça derin izler bırakmıştır. Burada akıllara gelen kilit soru şudur:

TÜRKİYE’DEKİ HER GENÇ, Z KUŞAĞI MIDIR?

Kuşak sınıflandırmalarına bakarak, 2000-2020 arası doğan herkese Z Kuşağı etiketi mi yapıştırmalıyız? Her birini ekran bağımlısı, akıllı telefonu olmadan yaşayamayan, bencil, tüketim çılgını olarak bir paydada eşitlemek doğru mudur? Elbette hayır.

Kuşak sınıflandırmalarını kişilerin doğdukları zamana göre yapmak, genellemeci bir anlayıştır. İnsanların yaşadıkları fizikî ve mânevî muhit, âilelerin sosyal mevkii, gelir ve bütçe durumları, aldıkları eğitimler, hayata ve dünyaya bakış; kişinin hangi kuşakta yer alıp almadığını tespitte mühim bir katkı sağlar. Meselâ, şu an 30 yaşında olup yaygın kanaate göre Z Kuşağı kategorisinde yer almayan herhangi bir kimse, lükse düşkünlük, muhalif tutumlar, evlenme yaşını erteleme, dikkat ve odaklanmada zorluk gibi, tam da Z Kuşağına atfedilen hususiyetler göstererek pekâlâ Z kategorisinde yer alabilir.

Yahut bir diğer açıdan bakarak, millî ve mânevî mânâda donanımlı, aile içi ilişkileri istenilen vasıfta, sivil toplum kuruluşlarında en ön safta yer alan, ağırbaşlılığıyla tanınan bir 18 yaş genci, kategorik olarak illâ Z Kuşağı’ndan olmak zorunda mıdır?

İşte burada küreselciliğin ve toplumları “tek tipleştirme” projesinin, bunun yanında medya câmiasının maksatlı yayınlarının gazına gelip “Bunlar zaten böyle!” yaftalamasına gitmeden önce, yaşadığımız hayatı ve evlâtlarımıza verdiğimiz/vermek istediğimiz terbiyeyi ve aktardığımız değerleri gözden geçirmeliyiz.

Z NESLİNİN MÜSBET GÖRÜLEN TARAFLARI

Bu kuşak hakkında pek çok araştırma ve makale mevcut. Bunları okuyup değerlendirirken hangi niyetle ve bakış açısıyla yazıldıklarına bakmak, yerinde olacaktır. Bu araştırmalarla, berbat bir Türkiye mesajı mı verilmeye çalışılıyor, yoksa gençlerin dünyasını anlayıp onlara daha yakın olmak, yol gösterici olmak mı hedefleniyor, bunları yerinde değerlendirmek gerekiyor. Söz konusu gençlerin hayat biçimleri incelenirken, kuşatıcı bir nazariye ile toplumun her kesiminde yaşayan Z Nesli gençler ele alınmalıdır.

Bu neslin öğrenme usûlleri görselliğe dayalı. Bu noktada genel bir kabul hâkim. Okumalarını, araştırmalarını, öğrenmelerini çoğunlukla ekran üzerinden yapıyorlar. Hızlı öğreniyorlar, bilgiye çabuk ulaşıyorlar. İletişim ve bilişim mânâsında çok iyiler. Teknolojiye hâkimiyetleri ileri seviyede…

Üretmek, bir şeyler ortaya çıkarmak ve onları sergilemek, onlar için paha biçilemez güzellikler… Yerli ve millî pek çok projeye mühim katkı sunmaları bunun bir işareti.

Hayvanlara ve çevrenin korunmasına karşı çok hassaslar. Adâletsizliğe, ayrımcılığa, başkasına söyleyip de kendisi yapmayan insanlara çok tepkililer.

Tek kelime ile “farklı” olmak istiyorlar. Bu, onlar için negatif bir unsur değil, onlara artı değer katıyor. Nev’i şahsına münhasır olmak ifadesi, tam da onları anlatıyor.

Sosyal ve dijital mecraları çok iyi kullandıklarından, hemen organize olup tepki ve ihtiyaçlarını dile getirebiliyorlar. Önceki nesillerin sahada ve sokaklarda yaptığı teşkilâtlanmayı internet grupları üzerinden sanal dünyada yürütüyorlar.

Politikaya karşı tepkisiz ve duyarsız olmadıklarını, 15 Temmuz’da gösterdiler. Söz konusu vatan olunca, sahaya da inebiliyorlar.

Beyin yapıları ve işleyişi, diğer kuşaklardan farklı… Hızlı öğreniyor, çabuk analiz yapıyor, pek çok işi bir arada halledebiliyorlar. Senkronize bir biçimde el-göz koordinasyonu ve hareket becerileri dikkat çekiyor.

Büyük düşünüyorlar, “Herhangi bir işte çalışır, geçinir giderim!” gibi bir dertleri yok. Kariyer plânları var. Dil öğrenmeye karşı heveskârlar. Birkaç dil öğrenebiliyorlar.

Âilelerini güvenli bir liman olarak görüyorlar. Değerlerine bağlılıkları eleştirilse de âileye bağlılıkları yüksek.

Pek çoğu okul öncesi dönemde dînî eğitim veren kurumlarda eğitim almış. Kur’ân-ı Kerîm’i okumayı bildiğini söyleyenlerin sayısı önceki nesillere göre daha fazla.

Önceki nesillere göre Kur’ân Kursu, İmam-Hatip Ortaokulu ve İmam-Hatip Lisesi’ni tercih edenlerin sayısı yüksek.

MENFÎ GÖRÜLEN / ELEŞTİRİLEN TARAFLARI

Geldik, Z Kuşağı denilince hemen akla gelen özelliklere... İnsanoğlu yapısı itibariyle menfîyi düşünmeye odaklı olduğundan, bu kuşak da bazı değerlendirmeler üzerinden tanınıyor ve tanıtılıyor. Bu değerlendirmelerin bazılarında haklılık payı varken, bazıları bu kuşağın değil, ebeveynlerin ve terbiye usûllerinin eksikliğini gösteriyor.

Onlara bizim açımızdan baktığımızda muhafazakârlık ve dindarlık algıları oldukça düşük. Yapılan araştırmalar da dînî vecîbeleri daha az uyguladıklarını ve inanç konusunda diğer kuşaklara göre daha sorgulayıcı olduklarını gösteriyor. (Dinî vazifeleri uygulayanlar % 15, uygulamayanlar % 55 iken, inançsız olduğunu beyan edenlerin oranı % 28 gibi yüksek bir rakam.)[1]

Ebeveynlerinin elinden kayıp giden Z Neslini, Youtuber’lar ve sosyal medya fenomenleri terbiye edip yönetiyor.

Toplumda görünen genel tabloya bakarsak, bir dertleri, ülküleri, dâvâları olanların sayısı oldukça az. İtiraza ve tepkiye daha çok meyilliler... Ekran zamanları fazla olduğundan, dikkat süreleri kısa... Neredeyse bir uzuvları gibi gördükleri dijital âletlerden kopamıyorlar.

Hayatla yüzleşmeyi, mücadele etmeyi, emek verip kazanmayı bilmiyorlar. Bunun altında yatan sebep “helikopter ebeveyn” olarak gösterilen ebeveyn tutumları… “Efendisini doğuran câriyeler”[2] hadîsini akla getiren ebeveynler, bu nesille kendini göstermeye başlıyor.

SANAL DÜNYANIN BİLGE NESLİ: Z KUŞAĞI

Bu neslin geçmişle kıyas edilebilecek bir tarafı yok. Zira onlar, internet ve teknoloji çağında doğdular. İnternetsiz, telefon ya da bilgisayarsız bir hayat düşünemiyorlar. Mavi ekran karşısında ortalama 6 saat geçiriyorlar. Bu sebeple sosyal münasebetleri önceki kuşaklara nazaran zayıf. Daha az yüz yüze iletişim kurdukları için utangaç ve çekingen bir yapıları var.

Muhalif olmak, dislike atmak (video ya da paylaşımları beğenmemek, like’ın zıddı), vegan olmak, aktivist olmak, hayatlarının vazgeçilmez birer parçası... Çünkü onlar herkesten farklı olmak istiyorlar ve farklı olduklarına inanıyorlar. Gerçek hayatta insanlarla irtibat kurmak yerine sosyal platformlarda online” iletişimi seçiyorlar. Yüz yüze iletişim kurmak, selâm alıp vermek onlar için zor, çünkü insanî ilişkileri yürütmekte zorlanıyorlar. Konuşurken muhataplarının yüzüne uzun süre bakamıyorlar, gözlerini kaçırıyorlar, odaklanma ve konsantrasyon süresi çok az, araba kullanma, dışarı çıkma, akraba, eş-dost ziyareti gibi konularda geride duruyorlar. ABD’de ehliyet alma oranları düşük olsa da bizdeki Z’ler bu konuda fena değil.

Geçmiş nesillere göre daha dar kalıplar içerisinde çekirdek âilelerle, çoğunlukla büyük (büyükanne/büyükbaba) görmeden büyüyorlar. Önceki nesillere göre daha çok çalışan anneye sahipler... Ebeveynlerinin evlât sahibi olma yaşları, diğer nesillere göre daha ilerlemiş yaşlar olduğundan, daha az kardeşli âileleri var. Âileler bütün ilgi ve sevgilerini sayısı az olan evlâtlarına boca ettikleri için narsist/bencil yetişenlerin sayısı oldukça fazla!.. Lükse ve markaya düşkünlükleri, âilelerinin “bir dediklerini, iki etmemeleriyle” yakından alâkalı…

Yaz Kur’ân kurslarına en çok gönderilen nesil, bu nesil. Bildiğiyle amel etme noktasında zaafiyet de en fazla bu nesilde görülüyor. Sosyal mecralarda gezintiyi ya da ekrandaki oyunu bırakıp namaza, ibadete, sofra kurulmasına yardıma, âilede iş bölümüne karşı biraz ihmalkâr davranıyorlar.

Evlenme yaşları gelmiş olsa da sorumluluk alma duyguları yeterince gelişmediği için, evliliğe mesafeliler ya da sürekli erteleme davranışı gösteriyorlar. Sosyal hayatta utangaç olsalar da müthiş bir özgüven ve özerklik hissediyorlar. Bu durum otoriteye başkaldırma ve denetimden hoşlanmama olarak kendini gösteriyor. Eleştiriye tahammülleri yok.

Ekran süresi uzun olduğu için; bağımlılık, kaygı, stres ve bazı psikolojik rahatsızlıkları önceki nesillere kıyasla daha fazla… Bilhassa oynadıkları oyunlar, hayal dünyası ve kurgu ile gerçek dünyayı ayırt edememelerine, uykusuzluğa, uykusuzluktan kaynaklı hastalıklara kapı aralıyor.

Fânî lezzetleri ve zevkleri tatmış olmak, tüketme sendromu, inançta zayıflık ve bunlara bağlı problemler, bazılarında intiharla sonuçlanıyor.

HAYATA VE GELECEĞE BAKIŞLARI/GELECEK PLÂNLARI/KARİYER HEDEFLERİ

Z’lerin tam bir “teknoloji ve internet nesli” olduğundan bahsetmiştik. Hâl böyle olunca sosyal medya ve bilgisayar karşısında uzun uzun zamanlar geçiriyorlar. Merak ettikleri her şey, onlara “bir tık” kadar yakın. Çünkü ödevlerini, araştırmalarını da internetten öğrenerek yetişiyorlar.

İnternet dünyasına baktığımızda, şair Necip Fâzıl’ın ifade ettiği gibi: “oluklar çift” akıyor. Âdeta “birinden nur akıyor, diğerinden kir”… Fakat gerçek bir ülküsü, derdi, hedefi olan Z’ler, internet ve teknolojiyi son derece faydalı işlerde kullanmasını da biliyorlar.

Öğrenme şekilleri, gördüklerine, izlediklerine bağlı olduğu ve bir anda birkaç iş yapabildikleri için üretme” üzerine kurulu hedefleri var. Bilim ve sanat festivallerine, TÜBİTAK ve TEKNOFEST gibi yerli ve millî faaliyetlere aktif katılmaları ve dünya çapında başarılar elde etmeleri de bunu gösterir mâhiyette... Elektronik, mekatronik, kodlama, stem çalışmaları; bu neslin çok keyif aldığı ve üretmekten geri durmadığı alanlar…

Bu noktada yetişkinlerin onların bu yönünü keşfedip desteklemesi ve ilerletmeleri yolunda onlara mihmandarlık etmesi, hem onların üretip mutlu olmalarına, hem de insanlığa fayda getirecek îcatlara imza atmalarına vesîle olması bakımından kıymetli...

Z Kuşağı genç kızlar da üretip girişimciliğe adım atmak konusunda oldukça heveskârlar... Ev yapımı pasta, elişi ve pek çok ürünü sosyal ağlar vasıtasıyla satarak üretime katkıda bulunuyorlar.

Türkiye’nin Z kuşağı sanılanın aksine köklerinden kopmuş, başıboş, hedefi ve gelecek plânı olmayan ABD kökenli nesil târiflerine pek benzemiyor. Elbette teknoloji ile içli-dışlı olmaları, onlarda bazı özellikleri köreltse de umutsuz vak’a değiller. Mesele yol gösterilmesi, ellerinden tutulması, doğru rehberlikle güven duygusu içerisinde hareket edilmesinde düğümleniyor. Bu nesil, dayatmalardan hoşlanmıyor, kıyaslamaları anlayamıyor.

“-Biz senin yaşındayken, ben gençliğimde…” diye başlayıp devam eden cümleleri duymak bile istemiyorlar.

Çünkü bilişim teknolojileri denilen zaman diliminde doğdular ve “yokluk, zorluk, tahammül, sabır” gibi önceki nesillere çok şey öğretip çok şey ifade eden kavramlara yabancılar…

Çoğu, “sirke olmadan küpe girmek” kabîlinden kendi işini kurup, işinin patronu olmak, zengin olmak, kolay yoldan para kazanmak istiyor. Medya tarafından içlerinde, “Ünlü olmak, fenomen olmak, lüks ve refah içinde yaşamak isteyenler var!” algısı oluşturulmak istense de bu, onlara bakışın sadece görünen yüzü…

Lise ve üniversite gençliği içerisinde sosyal medyaya, elektroniğe, teknolojik gelişmelere hâkim, dînî ve millî değerlerine bağlı, âile ilişkilerine sahip çıkan, ümmetin iftihar vesîlesi gençler “bile bile” medyaya yansıtılmıyor.

Kimi araştırmacılar, Z Kuşağının memur olmak istediği bilgisini paylaşırken, kimileri de onların artık memur olmak gibi hedeflerinin olmadığını, hayata geniş bir perspektiften bakıp büyük işler peşinde koştukları bilgisini aktarıyor. Hızla statü atlamak istiyorlar.

Z nesli, sınavların, hedeflerin, kariyerin olduğu bir dünyaya gözlerini açtığı ve çoğunlukla eğitim seviyesi yüksek ebeveynlere sahip oldukları için, “en iyilerin kazanacağı” bir yarışı kazanmaya odaklı yetiştiriliyor. Çalışma ve kazanma, hayatlarının temel hedefi!.. İyi bir lise, iyi bir üniversite ve sonra kariyer basamakları, yurt dışında eğitim, pek çoğunun rüyalarını süslüyor. Kariyer hedeflerine ve CV doldurmaya olan alâkaları onları başarılı kılıyor.

MEŞGULİYET SAHALARI, YEME-İÇMELERİ, NERELERE TAKILIRLAR?

Z nesli, uzun süren ekran saatleri sebebiyle mutsuzluk hissedebiliyor. Açık havaya çıkma, yürüyüş ve spor gibi beden hareketleri daha az… “Sokak oyunları” yerine simülasyonları ve dijital oyunları tercih ediyorlar. Kızlar arkadaşları ile buluşup sohbet etme, dolaşma; erkekler bisiklet sürme, futbol oynama gibi sınırlı faaliyetlerde buluşuyorlar.

Modayı ve kendi ifadeleri ile trend’leri takip etmek, sanal dünyanın bilgeleri olan fenomenlerin arkasından gitmek, sanal dünyadan, teknolojiden konuşmak, kafelere “takılmak” ve ecnebî kahveleri içmek, çoğunun vazgeçilmezleri arasında... Lüks kafelerde kâğıt bardakta sunulan kahvelere onlarca lira veren, konum paylaşan, hikâye ve durum yapan evlâtlar, bu nesil… Arkadaşları ile baş başa bir mekânda otursalar da her birinin elinde yine telefonunu ya da tabletini görmek mümkün… Bildirimler, mesajlar, paylaşımlar, ânı fotoğraflama, gündemi kaçırma endişesi (Fear of Missing Out/Fomo hastalığı) çoğunu çepeçevre kuşatmış durumda…

Çoklukla hazır gıda tüketiyorlar. Okulda yahut ev dışı alanlarda fast food tarzı beslenme alışkanlıkları var. Enerji içecekleri, asitli-gazlı içecek tüketimleri, kahve tüketimleri çok fazla. Bu gıdalarla vücuda nikotin alımları yüksek olduğundan, uzun süre uykusuz kalıp ekrana bakabiliyorlar. “Tencere yemeği” kültüründen gitgide uzaklaşanlar, bu nesilden çıkıyor. Buna “sıcak yemek” ve “sofra kültürü” unsurlarını da eklemeliyiz.

Bilgisayar oyunundan kendilerini kurtarıp sofraya gelme, âile sohbetlerine katılma, misafir ile alâkadar olma davranışları gitgide düşüyor. Bu durum, erkek çocuklarda kızlara nazaran daha fazla görülüyor. Âile ile birlikte oldukları vakitlerde bile ellerinde dijital âletlerin varlığı dikkati çekiyor.

En büyük korkuları, şarjı bitmiş dijital âletlere sahip olmak!.. Yaşadıkları kaygı bir mânâda nomofobi”; cep telefonundan uzak kalmaktan aşırı derecede korku ve kaygı yaşamak… Bu sebeple yanlarında şarj bataryası ve benzeri aküler bulundurmak, temel bir ihtiyaç... Toplu taşımada, yolda, alışverişte kulaklık ile dolaştıklarından, hayattan ve insanlardan izole bir görüntü sergiliyorlar. Sırtlarında çantaları, kulaklıkları ve farklı tarzlarıyla şehirlerin meydanında dolaşıp mimarî yapıları inceleyen turistleri andırıyorlar.

Rahat/salaş kıyafetler tercih ediyorlar. Cinsiyet eşitliği dayatmasının neticesi olarak üretilen moda ve akımlara karşı ilgili oldukları söyleniyor. Meselâ delikanlılar pembe, somon, kırmızı renkte kıyafetler tercih edebiliyor. Kızlarda da yer yer erkeğe benzer kıyafet ve moda anlayışı görülebiliyor. “Maskulin tarz” (cinslerin birbirine benzer kıyafet giymesi) her iki cinste de az da olsa görülebiliyor.

Tesettürlü kızlarda rahat kıyafetler, kombin yapma, kendi stilini oluşturma da giderek artıyor. Âile isteğiyle kapananbazı” başörtülü kızlarda, iç disiplini sağlayamayıp üniversite yıllarında ya da meslek sahibi olunca “başını açma” davranışlarına rastlanıyor. Bu tutumdaki kızların âileleri, kendileri ile iletişim kuramıyor, çünkü dine ve dindarlara karşı bir şey duymak istemediklerini söylüyorlar. Tesettürden vazgeçenlerde, başörtüsünün hakkını veremediği için” başını açtığı “pembe yalanı”; özür, mazeret veya bahane gibi sunuluyor.

Kitap okuma oranları, ebeveynlerine kıyasla daha düşük... Çünkü onlar okuma dâhil her türlü faaliyetlerini ekran üzerinden yürütüyorlar. Yeni nesil yazarları ve bilim kurgu, fantastik, aksiyon içerikli kitapları/yayınları daha çok okuyorlar.

EBEVEYNLERİN VE TOPLUMUN ONLARDAN BEKLENTİLERİ

Ebeveyn beklentilerine geçmeden evvel, ebeveynlerin hâllerine göz atmakta fayda var. Zira bütün bu yazı dizisinin baş aktörü, aslında bu gençleri dünyaya getirip hayata hazırlayan biz ebeveynleriz.

Sağlıklı ve huzurlu bir toplumun temelini âile oluşturur. Âile maddî-mânevî pek çok değerin, inancın, kültürün yaşandığı ve nesillere aktarıldığı bir ocaktır, âdeta...

Sosyolojik ve zihnî değişimler ile teknolojik gelişmelerin âile kurumuna verdirdiği kayıplar, inkâr edilemez derecede fazla... Ebeveynler, çalışma hayatının yoğunluğu sebebiyle evlâdına nakdî destek vererek pek çok şeyi çözdüğüne inanıyorlar. Anne-babanın uzun süren iş saatleri, çalışan anne sayısının artması, hayat şartları; ebeveynleri stres yükü altında bırakıyor. Bilhassa çalışan annelerin evlâtları; okul, ders, arkadaş ilişkileri bittikten sonra günlerinin pek çok saatini ekranda harcıyor.

Burada “oyun”, “sosyal medya” ve “video izleme”; en fazla yapılan ilk üç faaliyet olarak görülüyor. Ekranlarda ebeveyn denetimi ve kontrolü olduğu, çeşitli filtrelemelerin yapıldığı durumlarda çocukların teknolojinin zararlı yönlerinin tesirinde kalma seviyeleri daha az oluyor. Fakat bugün pek çok gencin filtresiz ve kontrolsüz biçimde savaş oyunları, bahis oyunları, nâ-mahrem videolar ve sosyal ağlarla vakit geçirdikleri biliniyor.

Âilelerin burada söz söyleme, evlâdına örneklik teşkil etme ve terbiye rolü çok alt seviyelerde kalıyor. Sebebi, ebeveynlerin de telefonlarıyla ilgilenmesi ya da televizyon dizi/program takibi…

Bu mânâda Necip Fâzıl’ın mısralarındaki gibi bir manzara karşılıyor bizi:

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem:

Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,

 ***

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,

Alt kat: Kız kardeşimin (tamtam)da çığlıkları;

 ***

Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;

Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!

Dipnotlar:

[1] https://onedio.com/haber/gezici-arastirma-dan-z-kusagi-raporu (Erişim Tarihi 27/09/2020). [2] Müslim, Îman, 1, 5.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 192, 193, 194, 195

İslam ve İhsan

GENÇLERİMİZİ NASIL EĞİTELİM?

Gençlerimizi Nasıl Eğitelim?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.