Cuma Suresi Okunuşu

Cuma suresinin fazileti ve anlamı nedir? Cuma suresi nerede ve ne zaman indi? Cuma suresinin Arapça, Türkçe okunuşu, Cuma suresinin anlamı, tefsiri ve Cuma suresi hakkında kısaca bilgiler...

Yazımızda sizler için Cuma suresinin Arapça, Türkçe okunuşunu, anlamını, okumanın faziletini ve tefsirini hazırladık. Yazının devamında Cuma suresi hakkında nerede inmiştir, konusu nedir, ne anlatıyor, nuzül sebebi nedir gibi soruların cevabı mevcuttur.

Cuma suresi Medine’de inmiştir. 11 âyettir. İsmini, 9. âyette geçen اَلْجُمْعَةُ (cum‘a) kelimesinden almıştır. اَلْمُسَبِّحَاتُ (Müsebbihât) sûrelerinin dördüncüsüdür. Resmî tertîbe göre 62, iniş sırasına göre ise 96. sûredir.

Cuma suresini okumanın fazileti, Ebû Hureyre (r.a.)’ın haber verdiğine göre "Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Cuma namazında Cuma ve Munafikûn surelerini okurdu." (Müslim, Cum‘a 61, 64)

CUMA SURESİ ARAPÇA

CUMA SURESİ OKUNUŞU*

(*Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için aramalarda çıkmak için sitemize eklenmiştir.)

1. Yusebbihu lillahi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ardi-lmeliki-lkuddûsi-l’azîzi-lhakîm.

2. Huve-lleżî be’aśe fî-l-ummiyyîne rasûlen minhum yetlû ‘aleyhim âyâtihi ve yuzekkîhim ve yu’allimuhumu-lkitâbe velhikmete ve-in kânû min kablu lefî dalâlin mubîn.

3. Ve âḣarîne minhum lemmâ yelhakû bihim(t) ve huve-l’azîzu-lhakîm.

4. Żâlike fadlu(A)llâhi yu/tîhi men yeşâ(u)(t) va(A)llâhu żû-lfadli-l’azîm

5. Meśelu-lleżîne hummilû-ttevrâte śümme lem yahmilûhâ kemeśeli-lhimâri yahmilu esfârâ(an)(c) bi/se meśelu-lkavmi-lleżîne keżżebû bi-âyâti(A)llâh(i)(t) va(A)llâhu lâ yehdî-lkavme-zzâlimîn

6. Kul yâ eyyuhâ-lleżîne hâdû in ze’amtum ennekum evliyâu li(A)llâhi min dûni-nnâsi fetemennevû-lmevte in kuntum sâdikîn

7. Velâ yetemennevnehu ebeden bimâ kaddemet eydîhim(t) va(A)llâhu ‘alîmun bi-zzâlimîn

8. Kul inne-lmevte-lleżî tefirrûne minhu fe-innehu mulâkîkum śümme turaddûne ilâ ‘âlimi-lġaybi ve-şşehâdeti feyunebbi-ukum bimâ kuntum ta’melûn

9. Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû iżâ nûdiye lissalâti min yevmi-lcumu’ati fes’ev ilâ żikri(A)llâhi ve żerû-lbey’(a)(t) żâlikum ḣayrun lekum in kuntum ta’lemûn

10. Fe-iżâ kudiyeti-ssalâtu fenteşirû fî-l-ardi vebteġû min fadli(A)llâhi veżkurû(A)llâhe keśîran le’allekum tuflihûn

11. Ve-iżâ raev ticâraten ev lehven(i)nfaddû ileyhâ ve terakûke kâ-imâ(en)(t) kul mâ ‘inda(A)llâhi ḣayrun mine-llehvi ve mine-tticâra(ti)(t) va(A)llâhu ḣayru-rrâzikîn

CUMA SURESİ ANLAMI

 Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi, gerçek hükümdar, her noksandan temiz ve uzak, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allah’ı tesbih etmektedir.

2. O Allah ki, ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları her türlü günah kirlerinden temizleyip arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir peygamber göndermiştir. Oysa onlar, daha önce apaçık bir şaşkınlık ve sapıklık içindeydiler.

3. Allah o Peygamber’i, henüz kendilerine katılmamış, ama daha sonra katılacak olan başkalarına da göndermiştir. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.

4. Peygamberlik, Allah’ın lutfudur; onu dilediğine verir. Gerçekten de Allah, pek büyük lutuf ve ihsân sahibidir.

5. Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.

6. De ki: “Ey yahudiler! İnsanlar içinde yalnızca kendinizin Allah’ın dostları olduğunu sanıyorsanız ve bu iddianızda samimi iseniz, haydi ölümü arzu edin de görelim!”

7. Oysa onlar işledikleri günahlar yüzünden ölümü asla istemezler. Allah ise, o zâlimleri çok iyi bilmektedir.

8. De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonra duyuların ötesinde olan şeyleri de, duyular sahasına giren her şeyi de çok iyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız; O da size yaptıklarınızı tek tek haber verecektir.”

9. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda hemen Allah’ı anmaya koşun; işi, alış verişi bırakın! Eğer bilirseniz sizin için hayırlı olan budur.

10. Namaz tamamlanınca artık yeryüzüne yayılabilir ve Allah’ın lutf u kereminden rızkınızı temine çalışabilirsiniz. Bununla birlikte Allah’ı çok çok zikredin ki iki cihanda da kurtuluşa eresiniz.

11. Onlar bir ticâret veya bir eğlence görünce hemen oraya akın edip, seni hutbede ayakta bırakıverdiler. De ki: “Allah’ın katındaki mükâfat, ticâretten de, eğlenceden de daha hayırlıdır!” Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.

CUMA SURESİ HAKKINDA KISACA BİLGİLER

Cuma suresi konusu nedir? Cuma suresi nuzül sebebi nedir? Cuma suresini okumanın fazileti nedir? Sizler için derledik.

  • Cuma suresi konusu nedir?

Ümmîler arasından Resûlullah (s.a.s.)’i peygamber olarak göndermesi, Allah Teâlâ’nın hem ona hem de ümmete en büyük lütfudur. O, insanlığa kitabı ve hikmeti öğretmek, onların nefislerini tezkiye edip cennete hazırlamak için gelmiştir. Bu sebeple yahudiler, sahip oldukları bilgiye aldanmayıp bu Peygamber’e imana davet edilir. İnsanlık ölüm gelmeden intibaha çağrılır. Gerek cemaat ve ümmet olma şuurunun gelişmesi, gerek dini anlama ve yaşama açısından büyük ehemmiyeti olan Cuma namazının farziyeti bildirilir. Dini dünyaya tercihin, netice itibariyle daha faydalı olacağı öğütlenir.

  • Cuma Suresi Nuzülü

Mushaftaki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına göre yüz onuncu sûredir. Saf sûresinden sonra, Fetih sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Bazı araştırmacılar, 11. âyette değinilen ve sûrenin nüzûl sebebi olarak gösterilen olayın meydana gelişiyle ilgili bir kısım karînelerden hareketle hicretin 1. yılında indiğini belirtirler (bk. Emin Işık, “Cum‘a Sûresi”, DİA, VIII, 92). Derveze, sûrede yahudilerden bahsedildiği, Hendek Savaşı’ndan sonra ise Medine’de yahudi kalmadığı noktasından hareketle en azından bu savaştan söz eden Ahzâb sûresinden önce inmiş olması gerektiğini ifade eder (VIII, 227). Aynı kanaati paylaşan Süleyman Ateş, Ebû Hüreyre’den yapılan –sûrenin kendisinin müslüman olmasından sonraki bir tarihte indiği bilgisini içeren– rivayetin sahih olamayacağını, çünkü onun Hayber’in fethi sırasında Hz. Peygamber’e gelip müslüman olduğunu ifade eder ve bu rivayeti ona yapılmış bir iftira olarak niteler (IX, 429, 431). Fakat İbn Âşûr’un belirttiği gibi Hendek Savaşı’ndan sonra da bazı müslümanların Hayber yahudileriyle ortak ziraî faaliyetleri devam ediyordu ve aralarında sıkı bir iletişim bulunuyordu (XXVIII, 169); dolayısıyla sûrede onlardan söz edilmesini yadırgamamak gerekir ve Ebû Hüreyre’nin rivayeti esas alınarak bu sûrenin Hayber’in fethedildiği yıl nâzil olduğu düşünülebilir (XXVIII, 204, 205).

  • Cuma Suresi Fazileti

Ebû Hureyre (r.a.)’ın haber verdiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Cuma namazında Cum‘a ve Munafikûn sûrelerini okurdu. (Müslim, Cum‘a 61, 64)

CUMA SURESİ TEFSİRİ

  • 1. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi, gerçek hükümdar, her noksandan temiz ve uzak, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allah’ı tesbih etmektedir.

“Tesbih ediyor” ifadesi, gökte ve yerde olan her şeyin, Allah’ı şu an tesbih etmekte olduğunu ve gelecekte de tesbihe devam edeceğini bildirir. Ayrıca mü’minlerin bundan böyle zafer ve fetihlere erişeceğine, o zamanlarda da Allah’tan gâfil kalmayıp tesbihe devam etmelerinin gereğine işaret eder.

Cenâb-ı Hakk’ın burada zikredilen isimleri şu mânalara gelir:

    اَلْمَلِكُ  (Melik): Hükümdar, sultan, padişah; hâkimiyetin mutlak sahibi; görünen ve görünmeyen taraflarıyla tüm kâinatın hakiki ve yegâne mâliki.

    اَلْقُدُّوسُ (Kuddûs): Her türlü eksiklikten uzak, mutlak kemal sahi­bi, yaratılmışların tasavvur ve tasvirine sığmaz; tertemiz olan ve tertemiz kılan.

    اَلْعَز۪يزُ  (Azîz): Dâima üstün, gâlip, kuvvetine erişilmez, kudretine karşı gelinmez.

    اَلْحَك۪يمُ  (Hakîm): Hüküm ve hikmet sahibi, verdiği her hükmü hikmetle veren, yaptığı her işi sağlam ve hikmetle yapan.

Bir kısım isim ve sıfatları böyle olan:
  • 2. O Allah ki, ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları her türlü günah kirlerinden temizleyip arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir peygamber göndermiştir. Oysa onlar, daha önce apaçık bir şaşkınlık ve sapıklık içindeydiler.
  • 3. Allah o Peygamber’i, henüz kendilerine katılmamış, ama daha sonra katılacak olan başkalarına da göndermiştir. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
  • 4. Peygamberlik, Allah’ın lutfudur; onu dilediğine verir. Gerçekten de Allah, pek büyük lutuf ve ihsân sahibidir.

“Ümmîler”den maksat, büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen, kendilerine ait bir kitapları olmayan Araplardır. Allah Teâlâ bunlar arasından Hz. Muhammed (s.a.s.)’i seçip âhir zaman Peygamberi olarak gönderdi. Fakat o, yalnız Araplara gönderilmiş bir peygamber değil, onlarla beraber tüm insanlığa gönderilmiştir. Onun tebliği, belirli bir dönem ve belirli bir toplumla sınırlı değil, kıyamete kadar bütün dönemler ve toplumlar için geçerlidir.

Nitekim şu rivayet 3. âyetin kapsamı hakkında açık bir izahta bulunmaktadır:

Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Bir defasında biz Resûlullah (s.a.s.)’in yanında otururken ona Cum‘a sûresi nâzil oldu. Allah Resûlü (s.a.s.), “Allah o Peygamberi, henüz kendilerine katılmamış, ama daha sonra katılacak olan başkalarına da göndermiştir” (Cum‘a 62/3) âyetini okuyunca, sahabîler, kendilerinden söz edilen bu kimselerin kimler olduğunu sordular. Efendimiz (s.a.s.) cevap vermeyince, soruyu soran kişi sorusunu üç kere tekrarladı. O sırada aramızda Selmân-i Fârisî de bulunuyordu. Allah Resûlü (s.a.s.) elini onun omzuna koydu ve şöyle buyurdu: “Şunlardan öyle yiğitler vardır ki, iman Süreyya yıldızının yanında olsa bile, muhakkak ona ulaşır.” (Buhârî, Tefsir 62/1; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 230, 231)

 Burada Peygamberimiz (s.a.s.)’in üç mühim vazifesine dikkat çekilir:

Birincisi; Allah’ın âyet­le­ri­ni in­san­la­ra oku­mak: Pey­gam­ber­le­rin üm­met­le­ri­ni hak yo­lu­na daveti, ge­len vah­yin okun­ma­sıy­la baş­lar. An­cak bu va­zî­fe, in­san­la­rı umu­lan he­de­fe ulaş­tır­ma­da ilk mer­ha­le­dir ve bir ze­mîn teş­kîl eder.

İkincisi; tez­ki­ye et­mek: Tev­hîd daveti­nin mak­sa­dı­na ulaş­ma­sı, an­cak ne­fis­le­ri kü­für, şirk ve gü­nah gi­bi mâ­ne­vî kir­ler­den te­miz­le­yip hu­şû ve hu­zû­ra er­dir­mek­le müm­kün­dür. Ni­te­kim mâ­zî­si câ­hi­liy­ye in­sa­nı olan as­hâb-ı ki­râm, hi­dâ­yet bu­lup Allah Resûlü (s.a.s.)’in fe­yiz­li soh­be­ti ve mâ­ne­vî ter­bi­ye­siy­le gö­nül­le­ri­ni arın­dır­dık­la­rı an­da dünya­nın en müm­taz in­san­la­rı hâ­li­ne gel­di­ler. On­la­rın, dil­ler­de ve gö­nül­ler­de do­la­şan fazilet men­kı­be­le­ri çağ­la­rı ve ik­lim­le­ri aş­tı.

Fakat şunu belirtmek gerekir ki, Allah ile kul arasında en büyük engel olan nefsi arındırmak, onun zararlı vasıflarını kazıyıp temizlemek dil ile söylemek kadar kolay bir hâdise değildir. İşin hem tezkiye edeni hem de tezkiye edileni ilgilendiren yönü bulunup, her iki yöndende büyük zorluklar, çileli ve meşakkatli uğraşılar gerektirmektedir. Kulun kurtuluşu da, bu alanda gerçekleştirilecek başarıyla doğru orantılıdır. Nitekim Hz. Mevlânâ, Kazvinli’nin vücuduna arslan resmi döğdürmesi yaptırması hikayesiyle bakınız bu gerçeği nasıl anlaşılır hâle getirmektedir:

Kazvinlilerin adetine göre; bedenlerine, ellerine, omuzlarına, kendilerine zarar vermeyecek bir tarzda, iğne ucu ile mavi dövmeler döğdürürlerdi. Kazvinlinin biri, hamamda tellağın yanına gitti:

“- Lütfen bana bir döv­me yap, ama tatlılıkla yap, canımı acıtma” dedi. Tellak:

“- Söyle yiğidim, ne resmi yapayım?” diye sorunca, Kazvinli:

“- Kükremiş bir arslan resmi yap” dedi, “Tali’im arslan burcudur. Arslan resmi döv. Gayret et ki tam arslana benzesin. Rengi solgun olmasın.” Tellak:

“- Vücudunun neresine döveyim?” deyince, Kazvinli, “Omuzuma döv” dedi.                                                     Tellak, iğneyi batırınca, acısı adamın kürek kemiğine işledi. Kazvinli yiğit inleyerek:

“- Ey değerli usta, beni öldürdün; ne resmi ya­pıyorsun?” diye sordu. Tellak:

“- Arslan resmi yap demedin mi?” deyince, Kazvinli:

“- Neresinden başladın?” dedi.  Tellak:

“- Kuyruğundan başladım” dedi. Kazvinli:

“- Ey iki gözüm kuyruğu bırak” dedi, “Arslan kuyruğunun sızısı kuyruk sokumumu sızlattı; kuyruğu, boğazımı sıktı, nefesimi kesti. Ey arslan yapan, sen kuyruksuz bir arslan yap, çünkü iğne acısından yüreğime fenalık geldi, bayılacağım.”

Usta, Kazvinli’ye acımadan, duyduğu acıları düşünmeden, arslanın bir başka tarafını yapmak için iğneyi tekrar batırdı. Kazvinli:

“- Aman, bu arslanın neresi?” diye bağırdı. Tellak da; “Kula­ğı” dedi. Adam:

“- Bırak kulağı da olmasın ey usta, elini çabuk tut!” Tellak, bu defa iğneyi başka bir tarafa batırınca, Kazvinli, yine feryada başladı: “Bu üçüncü de arslanın neresi?” diye sordu. Tellak da, “Karnıdır, azi­zim” diye cevap verdi. Kazvinli:

“- Varsın arslan karınsız olsun, duyduğum acı arttıkça arttı, iğ­neyi çok batırma” dedi. Tellak, şaşırdı, hayli zaman parmağı ağzında kaldı. Sonra öfke ile iğneyi yere attı da:

“- Dünyada bu iş kimin başına gelmiştir?” dedi, “Kuyruksuz, başsız, gövdesiz arslanı kim görmüştür? Allah bile böyle bir arslan yaratmamıştır.” (Mesnevî, 2982-3001. beyitler)

Mevlânâ (k.s.) bu hikâyeyi anlattıktan sonra şöyle nasihat eder:

“Ey kardeş, iğne acısına sabret ki, kendi  kâfir nefsinin iğnesi acısından kurtulasın. Varlıktan kurtulmuş olanlara, gökyüzü de secde eder, güneş de, ay da… Kimin bedenindeki  kâfir nefis öldü ise, güneş de onun buyruğuna gi­rer, bulut da... Gönlünde ilâhî aşk ateşini uyandıran ve çevresini aydınlatmayı öğrenen kişiyi artık güneş bile yakamaz.  Cenab-ı Hakkı yüceltmek, tâzim etmek nasıl olur? Kendini hor, hakir bilmek ki, kendini toprak gibi ayak altında çiğnetmeye layık görmekle olur. Tevhid, Allah’ı bilmek nedir? Kendini Vahid’in, Bir’in önünde yakıp yok etmektir. Eğer gündüz gibi aydınlanmak, parlamak istiyorsan, geceye benzeyen, gece gibi karanlık olan varlığını, benliğini yak. Bakırı kimyada eritir gibi, varlığını, sana o varlığı verenin varlığında erit, yok et. Sen sıkı sıkıya, «Ben»e ve «Biz»e yapışmışsın. Yokluğa ve birliğe ulaşamamışsın, karşılaştığın bütün bu bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, bu yıkıntılar hep bu ikilikten meydana gelmektedir.” (Mesnevî, 3002-3012. beyitler)

Peygamberin üçüncü vazifesi ki­tap ve hik­me­ti öğ­ret­mek: Bu mer­ha­le­de ise uyul­ma­sı ge­re­ken kanun­la­rı ve hü­küm­le­ri be­yân eden ki­ta­bın, yâ­ni Kur’ân-ı Ke­rîm’in tâ­li­mi ge­lir. Kur’ân-ı Ke­rîm’in rû­hun­da de­rin­le­şe­bil­mek, kal­bî se­vi­ye­ye bağ­lı­dır. Kur’ân-ı Ke­rîm, asıl kalb ile oku­nup an­la­şı­lır. Göz­ler ise kal­be an­cak ba­sit bir va­sı­ta hük­mün­de­dir.

Âyet-i ke­rî­me­ler­de tez­ki­ye ile ki­tâb ve hik­me­tin tâ­li­mi­nin bir ara­da zik­re­dil­me­si, tez­ki­ye olun­ma­mış kim­se­le­rin ilim el­de ede­me­ye­cek­le­ri­ni, et­se­ler de bu il­min ken­di­le­ri­ne bir fay­da sağ­la­ma­ya­ca­ğı­nı ifade et­mek­te­dir. Zira ilim ve hik­met öy­le bir nûr ve zî­net­tir ki bu­nu el­de et­mek için, onun me­kân tu­ta­ca­ğı yer­le­rin, yâ­ni kal­bin, ev­ve­lâ lü­zûm­suz ve za­rar­lı şey­ler­den boşaltılması ge­rek­mek­te­dir. Bu ba­kım­dan Pey­gam­ber­ler ön­ce âyet­le­ri okur­, son­ra bu âyet­le­re ina­nan ve gö­nül ve­ren kim­se­le­rin, ne­fis­le­ri­ni aşı­rı­lık­lar­dan, çir­kin­lik­ler­den arın­dı­rı­ra­rak kalb­le­ri­ni mâ­ne­vî kir­ler­den tas­fi­ye eder­ler. Da­ha son­ra da tez­ki­ye ve tas­fi­ye olun­muş kim­se­le­re ki­tâb ve hik­me­ti öğretir­ler. Kâinat­ta­ki sır ve kud­ret akış­la­rı­na da an­cak böy­le bir kal­bin sahip­le­ri âşi­nâ olur ve bir hik­met men­baı hâ­li­ne ge­le­bi­lir.

Bu lütfa nâil olabilmek için Allah’ın kitabını mânasını anlayarak okuma, hayatın her alanını onun rehberliğinde ve onun hükümlerine göre düzenleme zarureti vardır. Aksi takdirde, daha önce Allah’ın kitabına göre hareket etme imtihanını kaybeden yahudilerle aynı hazin âkibeti paylaşmak kaçınılmaz olacaktır ( Tefsir: Prof. Dr. Ömer Çelik )

Cuma suresi tefsirin devamı için tıklayınız...

İslam ve İhsan

YASİN SURESİ

Yasin Suresi

AMME SURESİ ARAPÇA TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ - NEBE SURESİ OKU ARAPÇA TÜRKÇE

Amme Suresi Arapça Türkçe Okunuşu ve Meali - Nebe Suresi Oku Arapça Türkçe

TEBAREKE (MÜLK) SURESİ ARAPÇA TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ

Tebareke (Mülk) Suresi Arapça Türkçe Okunuşu ve Meali

FETİH SURESİ TÜRKÇE OKU, DİNLE VE FETİH SURESİ MEALİ

Fetih Suresi Türkçe Oku, Dinle ve Fetih Suresi Meali

KUR’AN ÖĞRENMEK İSTİYORUM

Kur’an Öğrenmek İstiyorum

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.