Cennet ile İlgili Bilgiler

Cennet şu an var mıdır? Cennet ve cehennem ebedi midir? Cennet nedir, nasıl bir yerdir? Cennete kimler girecek? Cennet nasıl tasvir edilir? Cennet ile ilgili az bilinen bilgileri yazımızda okuyabilirsiniz...

Cennet nedir, nasıl bir yerdir? Cennet ve Cehennem ebedi midir? Cennet’in özellikleri nelerdir? Cennet nasıl tasvir edilir? Cennet nasıl olacak? Cennet’te neler var? Cennet nimetleri nelerdir? Cennet’te Allah’ı görecek miyiz? Cennet nasıl kazanılır? Cennet’e nasıl girilir? Cennet’e girmek için ne yapmalıyız? Cennet’e kimler girecek? Cennet ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? İşte Cennet ile ilgili merak edilenler.

CENNET ŞU ANDA VAR MIDIR?

Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmet, merhamet ve ihsânının bir tecellîsi olan Cennet yaratılmış olup şu anda mevcuttur.[1] 

İmtihan yurdu olan şu dünyada tüketilen fânî nefeslerin neticesinde, Kur’ân ve Sünnet’in nûrânî istikâmetinde hayatını takvâ üzere tanzim edenlere lûtfedilecek olan, idrâk ve hayal ötesi nîmet ve güzelliklerle dolu ebedî bir ikrâm-ı ilâhîdir.

CENNET VE CEHENNEM EBEDİ MİDİR?

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde kıyâmet günü ölümün kesileceğini ve böylece Cennet ile Cehennem’e girecek olan kimselerin buralarda ebediyyen kalacağını şöyle haber vermişlerdir:

“Kıyâmet günü ölüm (müşahhas hâle gelerek) alaca bir koç sûretinde getirilip Cennet’le Cehennem arasında durdurulur. Sonra:

«–Ey Cennet halkı, bunu tanıyor musunuz?» diye sorulur.

Onlar da başlarını uzatıp bakarlar ve:

«–Evet, bu ölümdür!» derler.

Sonra:

«–Ey Cehennem halkı, bunu tanıyor musunuz?» denilir.

Onlar da başlarını uzatıp bakarlar ve:

«–Evet, bu ölümdür!» derler.

Bunun üzerine emredilir ve ölüm kesilir. Sonra (da Cennet ve Cehennem ehlinin duyacağı bir şekilde):

«–Ey Cennet ehli! Ebediyet üzeresiniz, artık ölüm yok! Ey Cehennem halkı! Ebediyet üzeresiniz, artık ölüm yok!» denilir.”

Bundan sonra Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

(Resûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar (derin) bir gaflete dalmış oldukları hâlde ve henüz îmân etmemişken (bakarsın, hesapları görülmüş ve) iş olup bitmiştir!”[2] âyetini tilâvet buyurdular.

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, (bu âyet-i kerîmeyi okurken, gaflet içerisinde olanları göstermek için) mübârek eliyle dünyaya işaret buyurmuşlardır. (Müslim, Cennet, 40)

SEVİNÇTEN ÖLECEK KUL

Ebediyet haberini aldıklarında Cennetliklerin sevinç ve neş’esi, Cehennemliklerin ise hüzün ve kederi katbekat artacaktır.[3] Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu da şöyle haber vermişlerdir:

“…Koç yatırılır ve kesilir. Eğer Allah, Cennet ahâlisinin yaşamasına hükmetmemiş olsaydı, sevinç ve mutlulukların(ın şiddetin)den ölürlerdi. Cehennem ahâlisinin de orada ebedî kalmasına hükmetmemiş olsaydı onlar da üzüntü (ve keder)lerinden ölürlerdi.” (Tirmizî, Tefsîr, 19/3156)

“Sevinçten ölecek biri olsaydı, Cennet ehli ölürdü. Üzüntüden ölecek biri de olsaydı, mutlakâ Cehennem ehli ölürdü.” (Tirmizî, Cennet, 20/2558)

Bu sevinç ve hüznün hayal edilemeyecek derecede yüksek olmasının tek sebebi, ebediyet, yani sonsuzluktur. Ebedî olarak saâdet ve huzur içerisinde bulunacağı îlân edilen bir kimse ile, sonsuza kadar hüzün ve azap içerisinde kalacağı kesinleşen birinin hâli aynı olabilir mi? Biri her türlü korku ve hüzünden tamamen kurtulmuş, sonsuz bir emniyet, huzur ve saâdet içerisinde; diğeri ise kurtuluş için hiçbir ümit ışığı olmayan müebbed bir mahkûmiyete düşmüş bir hâlde bulunmaktadır! Azıcık bir ümidi olsaydı, bu kadar hüzne gark olmazdı.

CENNETE NASIL GİRİLİR?

Mü’minlerin Cennet’e girmesi, Allah Teâlâ’nın lûtf u ihsânıyladır. Nitekim Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında:

“–Hiç kimse amel ve ibadeti sayesinde Cennet’e giremez!” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm hayretle:

“–Siz de mi yâ Rasûlâllah?” diye sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Evet ben de!.. Meğer ki Rabbimin lûtf-i ilâhîsi imdâda yetişe!.. Zira O’nun fazlı, rahmet ve mağfireti beni bürümedikçe ben de Cennet’e giremem! Yaptığım ameller beni de kurtaramaz!..” buyurdular. (Buhârî, Rikāk, 18; Müslim, Münâfikûn, 71-72)[4]

Demek ki Allâh’ın rızâsını celbedecek olan ibadet, tâat, hizmet ve sâlih ameller için elden gelen bütün gayreti göstermekle beraber, bunlara güvenmeyip dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın lûtf u keremine, fazl u ihsânına sığınmak, hepimiz için gerekli olan mühim bir kulluk edebidir.

Diğer taraftan Cennet’teki bazı derecelere ise, Cenâb-ı Hakk’ın dilemesiyle herkes kendi îman ve ameli nisbetinde nâil olacaktır.

Dünyada nefislerinin esiri olarak, gurur, kibir ve azgınlık içinde ömür tüketen, hiçbir hesap kaygısı duymadan süflî hazlar peşinde çılgınca koşturan kimseler, âhirette hep korkular içinde kalacaklardır. Lâkin dünyada Allah’tan ve O’nun azâbına uğramaktan korkarak harama düşmekten titizlikle sakınan ve ömürlerini istikâmet üzere yaşayanlar ise, âhirette korkulardan kurtulup ebedî bir huzura nâil olacaklardır.

Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:

“Kim de, Rabbinin huzûrunda duracağından korkar ve nefsini kötü arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, Cennet onun barınağıdır.” (en-Nâziât, 40-41)

“Rabbinin huzûrunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki Cennet vardır.” (er-Rahmân, 46)

(Müttakîler Cennet’te birbirlerine:)

«Evet, biz bundan evvel ailemiz arasında bile (ilâhî azaptan) korkardık. Allah bize lûtfetti de bizi vücûdun içine işleyen azaptan korudu. Gerçekten biz, bundan evvel O’na yalvarıyor, (bizi korumasını istiyorduk). Şüphesiz O, çok keremkâr ve pek merhametlidir.» derler.” (et-Tûr, 26-28)

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulduğu üzere Cenâb-ı Hak, Cennet ehline, orada hiçbir zaman bıkkınlık ve yorgunluk hissettirmeyecektir:

“Şöyle derler:

«Bizden hüznü gideren Allâh’a hamd olsun! Hakîkaten Rabbimiz çok bağışlayan, kullarının amellerini ve şükürlerini kabul buyurup mükâfatını bol bol verendir.

Lûtfuyla bizi devamlı kalınacak yurda (Cennet’e) yerleştirdi. Artık burada bize ne yorgunluk gelir ne de bir usanç duyarız!»” (Fâtır, 34-35)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bir hadîs-i şerîflerinde:

“Cennet’e girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların kalpleri kuş kalbi gibi (tevekkül ve teslîmiyet içinde)dir. buyurmuşlardır. (Müslim, Cennet, 27)

Yani Cennet; Allâh’ın rızâsını kaybedip gazabına uğramaktan hakkıyla korkan, günahlardan titizlikle sakınan, insanları incitmekten son derece uzak duran ve Allâh’a lâyıkıyla tevekkül eden rakik kalpli mü’minlerin varacağı yerdir.

CENNET NASIL BİR YERDİR?

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede Cennet’in genişliği hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği semâlar ve yer kadar olan Cennet’e koşun!” (Âl-i İmrân, 133)[5]

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Cennet’in yüz derecesi vardır. Her derecenin arası, yüz senelik mesafedir.” (Tirmizî, Cennet, 4/2529)

“(Cennet’te) aşağıda olanlar, yüksek derecelere sahip olanları, sizin semânın ufkunda doğan bir yıldızı görmeniz gibi görecekler. Ebûbekir ve Ömer onlardandır, hattâ daha fazîletlidirler.” (Tirmizî, Menâkıb, 14/3658; İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed, III, 26, 98)[6]

Bir defasında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“‒Şüphesiz Cennetlikler, kendilerinden yüksekteki köşklerde oturanları, aralarındaki derece farkı sebebiyle, sizin sabaha karşı doğu veya batı tarafında, gökyüzünün uzak bir noktasında batmak üzere olan parlak ve iri bir yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir.” buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm:

“‒Yâ Resûlâllah! Oralar herhâlde peygamberlerin makamıdır, onlardan başkası oralara ulaşamaz!” dediler.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Bilâkis onlardan başkası da oralara ulaşabilir!” buyurduktan sonra, o kimselerin vasıflarını şöyle beyân ettiler:

“–Canımı kudretiyle elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, o yerler, Allâh’a îmân edip peygamberleri bütün benlikleriyle tasdik eden kişilerin de yurtlarıdır.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8, Rikāk 51; Müslim, Cennet, 11)

Hadîs-i şerîflerde Cennet’in tezyinâtıyla ilgili olarak da şu bilgiler zikredilmektedir:

Cennet’in binasının bir kerpici altın, bir kerpici gümüş, harcı keskin kokulu misk, çakılları inci ve yakut, toprağı da zâferandır. Cennet’te bulunan bütün ağaçların gövdesi altındandır.[7] Hattâ “Cennet’te öyle bir ağaç vardır ki, idmanlı bir ata binmiş olan kişi, onun bir ucundan diğerine yüz senede varamaz.”[8]

Öyle Cennetler vardır ki, yemek kapları ve içindeki her şey gümüştendir. Öyle Cennetler de vardır ki, kapları ve içindeki her şey altındandır.[9]

CENNET NİMETLERİ

Kur’ân-ı Kerîm’de Cennet nîmetlerini tasvir eden pek çok âyet-i kerîme bulunmaktadır. Bunların bazıları şöyledir:

“Îmân edip sâlih ameller işleyenlere, kendileri için altından ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele! Oradaki bir meyveden kendilerine rızık olarak verildikçe:

«–Bu, daha evvel bize lûtfedilen bir meyveye (benziyor).» derler.

İşte bu şekilde onlara, daha evvel bildikleri rızıklara benzer nîmetler ihsân edilir (ama ebatları ve lezzetleri çok farklı ve üstün olur). Orada kendileri için tertemiz eşler vardır ve onlar orada ebedî kalırlar.” (el-Bakara, 25)

(Allâh’ın azâbından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlakâ Cennetlerde ve pınar başlarında olacaklardır. Kendilerine;

«–Oraya selâmet ve emniyetle girin!» (denilir).

Biz, onların sînelerindeki her türlü kîni söküp atmışızdır. Artık onlar birbirleriyle kardeş olmuş, tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar.

Orada kendilerine hiçbir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.” (el-Hicr, 45-48)

“İşte onlara, alt taraflarından nehirler akan Adn Cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle ziynetlenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler ve koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. Bu ne güzel bir karşılık ve ne güzel bir kalma yeridir!” (el-Kehf, 31)

Cennet’e giren mü’minler, korku ve hüznü unutur, bunlarla bir daha aslâ karşılaşmazlar. Allah Teâlâ onları korkulardan halâs eylediği gibi hayal ötesi nîmet ve lezzetlere de nâil kılmıştır. Âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“«Ey âyetlerime îmân edip de hâlis Müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve aslâ mahzun olmayacaksınız. Siz ve eşleriniz büyük sürur ve neş’eler içinde Cennet’e girin!»

Altın tepsiler ve kadehlerle etraflarında dönülür dolaşılır. Orada canlarının çektiği ve gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Onlara şöyle denir:

«Siz, orada ebedî kalacaksınız. İşte bu size, yapmış olduğunuz sâlih ameller sebebiyle ihsân edilen Cennet’tir. Orada sizin için pek çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz.»” (ez-Zuhruf, 68-73)

“Allah Teâlâ onları o günün şerrinden korur ve (yüzlerine) bir aydınlık, (gönüllerine de) sevinç verir. Sabretmelerine mukâbil onlara Cennet’i ve oradaki ipekleri lûtfeder. Orada koltuklara yaslanırlar ve ne (yakıcı bir) Güneş görürler, ne de dondurucu bir soğuk!

(Cennet ağaçlarının) gölgeleri üzerlerine sarkmış ve meyveleri de bol bol önlerine eğdirilmiş, emirlerine âmâde kılınmıştır.

Yanlarında, gümüş kaplar ve billûr kâselerle, gümüş beyazlığında şeffaf kupalarla dolaşılır. Sâkîler bunları ihtiyaca göre tayin ve takdir ederler.

Onlara orada bir kâseden içirilir ki onun karışımında zencefil vardır. Bir pınar ki kendisine Selsebîl denir.

Etraflarında öyle ölümsüz gençler dolaşır ki, onları gördüğünde, etrafa saçılmış inciler sanırsın.

Nereye baksan orada, (sonsuz bir) nîmet ve ulu bir saltanat görürsün!

Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır, gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rab’leri onlara tertemiz bir içecek ikram etmektedir.” (el-İnsân, 11-21)

Cennet Nimetleri Kimler İçindir?

Cennet’te içinden dışı, dışından da içinin görülebildiği şeffaf köşkler vardır ki bunlar hadîs-i şerîfte beyân edildiği üzere; “Sözünü güzel ve hoş söyleyen, tatlı dilli, yemek yediren, oruca devam eden, gece herkes uyurken Allah için namaz kılan kimseler içindir!” (Tirmizî, Cennet 3/2527, Birr 53/1984)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöy­le buyurmuşlardır:

“(Cennet’te mü’mine lûtfedilen) çadır,[10] delinmiş incilerden mâmul, çok geniş (bir saraydır). Bu­nun semâya doğru uzunluğu, otuz (veya altmış) mildir. Bu çadırın her bir köşesinde mü’min için bir aile vardır. Onları diğerleri göremez (yani birbirlerini görmezler).” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8, Tefsîr 55/2; Müslim, Cennet, 23-25)

Bir gün Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Cennet ehli orada yiyip içerler, ama hiç tükürmez, büyük veya küçük abdeste çıkmaz ve sümkürmezler!”[11] buyurmuşlardı.

Ashâb-ı kirâm şaşkınlıkla:

“‒Peki, o hâlde yedikleri yemekler nasıl çıkacak?” diye sordular.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Sadece hoş kokulu bir geğirti ve misk gibi kokan bir ter çıkarırlar. İnsanın kendiliğinden nefes alması gibi, onlar da kendiliklerinden Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh eder (ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder) ve O’na hamd ederler.” buyurdular. (Müslim, Cennet, 18)[12]

Cennet’e girenler dâimâ bol nîmetler içerisinde ferahlayıp huzur bulacak, aslâ sıkıntı ve darlık görmeyeceklerdir. Cennetliklerin gözleri sürmeli, vücutları kıl ve tüyden âzâdedir. Son derece yakışıklı ve güzeldirler. Yaşları da 30 veya 33’tür.[13]

Cennet’te yorulmak ve tâkatten düşmek de yoktur. Yine Cennet o kadar latîf ve temiz bir yerdir ki, orada hiç toz bulunmaz. İnsanın vücudunda, meselâ burnunda ve kulağında kir olmaz. Hiç kimsede kötü huy yoktur. Çirkin ve lüzumsuz söz söylemekten berîdirler. Herkes birbirini sever ve kardeş gibi birbirinin yüzünü görmek ister.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Cennet’e ilk girecek kimselerin yüzleri, dolunay gibi parlak olacaktır. Onların ardından gireceklerin yüzleri ise, semâdaki en parlak yıldız gibi aydınlık olacaktır. Orada insanlar, küçük ve büyük abdest bozmaz ve tükürüp sümkürmezler. Onların tarakları altındandır. Terleri misk gibi kokar. Buhurdanlıklarında tüten hoş koku, Cennet’in hoş kokulu ağacındandır. Eşleri hûrilerdir. Cennetliklerin hepsi de babaları Âdem’in şeklinde yaratılmış olup boyları altmış arşındır.” (Buhârî, Enbiyâ 1, Bed’ü’l-Halk 8; Müslim, Cennet, 14-19)[14]

Hadîs-i şerîfte de bildirildiği üzere Cennet ehli, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın sûretinde olacaktır. Yani uzunluğu, güzelliği, kemâli, noksan ve ayıptan sâlim oluşuyla Hazret-i Âdem’e benzeyeceklerdir. Onun boyu, altmış zirâ‘ idi.[15] İnsanlar o günden bugüne; boy, ömür, güzellik gibi hemen her hususta noksanlaşa noksanlaşa gelmişlerdir. Cennet’te ise bütün insanlar hep aynı boyda olacaklardır.[16]

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmaktadır:

“…Onların Cennet’teki kapları altındandır… Orada her birine, baldırının iliği etinin üstünden görünecek kadar billûr gibi güzel ikişer kadın verilecektir. (Cennet’te hiç kimse bekâr kalmayacaktır.)[17] Cennetliklerin kalpleri, tek bir kalp gibi aynı duyguları taşıdığından, aralarında ne anlaşmazlık olacak ne de birbirlerine buğz edeceklerdir. Sabah-akşam Allah Teâlâ’yı tesbîh edeceklerdir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8, Enbiyâ 1; Müslim, Cennet 14, 17)

Bu rivâyetlerden, kadınlara lûtfedilecek nîmetlerin, erkeklerden daha az olduğu gibi bir vehme kapılmamak îcâb eder. Erkeklerle kadınlar, nîmetlere nâil olma hususunda eşittirler. Ancak bazı hususlarda fıtratlarına uygun olarak farklılıklar olabilmektedir. Erkeklere hûriler verilirken kadınlara da yaratılışlarına ve hâllerine uygun başka nîmetler ihsân edilecektir. Nitekim Cennet’e giren sâliha hanımlar orada dünyadakinden çok daha güzel ve mükemmel bir sûrette yaratılacaklar, her yönden tertemiz kılınacaklar ve hayrın kemâline ulaşmış olacaklardır. Ayrıca Cennet’e giren sâliha mü’minlerin, hûrilerden her bakımdan çok daha üstün olacağı da anlaşılmaktadır.

Ayrıca Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Cennet (sâliha) annelerin ayakları altındadır!”[18] buyurmak sûretiyle kadını hak ettiği şeref ve mevkiye yükseltmiştir. Nitekim şu hadîs-i şerîfler de sâliha bir hanıma verilen üstün değeri göstermektedir:

“Dünya geçici bir faydadan ibârettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı; dindar, sâliha bir kadındır.” (Müslim, Radâ, 64; Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

“Bana dünyanızdan, (sâliha) kadın ve güzel koku sevdirildi; namaz da gözümün nûru kılındı.” (Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199)

Şu hususu da zikretmek lâzımdır ki, dünyada birkaç evlilik geçirmiş olan bir kadının Cennet’te onların en müttakîsiyle evleneceği ifâde edilmiştir.

Cennet Nimetlerinin Özellikleri

Cennet ehline ikram edilen nîmetler, kendilerine rahatsızlık veren bir elemi veya sıkıntıyı gidermek için değildir. Oradaki yeme-içmeleri de açlık ve susuzluk sebebiyle değildir. Kezâ güzel koku kullanmaları da kötü kokulardan kurtulmak için değildir. Ancak bunlar, arka arkaya birbirini takip eden zevk ve nîmetlerdir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak! Yine burada sen susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın!” (Tâhâ, 118-119)[19]

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kim Cennet’e girerse dâimâ nîmetler içinde olur, hiç üzüntü ve sıkıntı çekmez, elbiseleri eskimez, gençliği tükenmez!” (Müslim, Cennet, 22)

“Bir münâdî şöyle seslenir:

«Siz Cennet’te hep sıhhatli olacak, ebediyyen hastalanmayacaksınız. Devamlı hayatta olacak, ebediyyen ölmeyeceksiniz. Hep genç kalacak, hiç yaşlanmayacaksınız. Hep nîmet ve saâdet içinde yaşayacak, hiç keder ve sıkıntı çekmeyeceksiniz.»

Bu hâl, şu âyet-i kerîmede haber verilen hakîkattir:

«…Onlara: “İşte bu, yapmış olduğunuz sâlih ameller sebebiyle size lûtfedilen Cennet’tir.” diye nidâ edilir.» (el-Aʻrâf, 43)” (Müslim, Cennet, 22)[20]

CENNETİN NEHİRLERİ

Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Müttakîlere vaad edilen Cennet’in temsîli şöyledir: Onda ırmaklar vardır, bozulmayan sudandır; ırmaklar vardır, tadı değişmeyen süttendir; ırmaklar vardır, içenlere lezzet veren şaraptandır ve ırmaklar vardır, sâfî süzme baldandır. Orada onlara meyvelerin her çeşidinden ve Rab’lerinden bir mağfiret vardır. Hiç bunlar, o ateşte ebedî kalan ve kaynar bir su içirilerek bağırsakları parça parça olan kimselere benzer mi?” (Muhammed, 15)

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurmuşlardır:

“Cennet’te su denizi, bal denizi, süt denizi ve şarap denizi vardır. Sonra bunlardan nehirler fışkıracaktır.” (Tirmizî, Cennet, 27/2571)

Ancak Cennet şarabı, dünyadaki şaraba benzemez. Cenâb-ı Hak onu şöyle tavsif etmektedir:

“Onların etrafında pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. Bembeyaz, içenlere lezzet verir. Onda ne bir baş ağrısı vardır ne de onunla sarhoş olurlar. Yanlarında, güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü (nâzenîn) eşler vardır. Sanki gün yüzü görmemiş saklı yumurta gibi (bembeyaz ve kusursuzdurlar).” (es-Sâffât, 45-49)

Kevser Nedir?

Bir gün Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:

“‒Kevser nedir?” diye suâl edilmişti.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒O Allah Teâlâ’nın bana Cennet’te vereceği bir nehirdir. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun kenarında birtakım kuşlar vardır ki boyunları deve boynu gibidir.” buyurdular.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“‒Bunlar besili ve çok hoş nîmetlerdir herhâlde!” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“‒Onları yiyenler (Cennetlikler) onlardan daha güzel ve hoştur!” buyurdular. (Tirmizî, Cennet, 10/2542)

CENNET NASIL TASVİR EDİLİR?

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cennet’in hayal ötesi ihtişam ve mükemmelliğini şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“…Cennet’te, birinizin yayının arası kadar veya ayağını koyduğu yer kadarcık bir yer, dünyadan ve dünyada­ki her şeyden daha hayırlıdır. Şayet Cennet ehli kadınlardan biri yeryüzüne şöyle bir bakacak olsa, yer ile gök arasını aydınlatır ve bu ikisinin arası­nı misk kokusuyla doldurur. Ve muhakkak ki o kadının başörtüsü, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Rikāk, 51)

“Cennet’teki nîmetlerden bir tırnağın taşıyabileceği kadar az bir şey dünyaya görünmüş olsaydı, göklerin ve yerin bütün ufukları güzelleşir ve ziynetlenirdi. Cennetliklerden bir kişi dünyaya bir baksa ve bileziklerinden biri dünyaya görünse, Güneş’in yıldızların ışığını silip yok etmesi gibi, o da Güneş’in ışığını silip yok ederdi.” (Tirmizî, Cennet, 7/2538)

Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e (Ükeydir ta­rafından) ince atlas bir cübbe hediye edilmişti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- erkeklere ipeği yasaklamıştı. İnsanlar bu elbisenin güzelliğine ve yumuşaklığına hayret ettiler, çok hoşlarına gitti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

«‒Muhammed’in nefsi elinde olan Allâh’a yemin ederim ki Saʻd bin Muâz’ın Cennet’teki mendilleri bundan çok daha güzeldir!»” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8, Menâkıbu’l-Ensâr 12)

Bir kişi Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:

“‒Cennet ehli uyurlar mı?” diye sormuştu.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu suâle:

“‒Uyku ölümün kardeşidir, Cennet ehli ise ölmezler!” mukâbelesinde bulundular. (Beyhakî, Şuab, VI, 409/4416; Heysemî, X, 415)

Mâlumdur ki dünya şartlarında insanlar, aynanın karşısında her gün değişen ve gün geçtikçe ihtiyarlaşan bir yüzle karşılaşırlar. Lâkin Cennet’teki hayat bunun tam tersi bir sûrette gerçekleşecek, yani insanlar günden güne daha da güzelleşeceklerdir.[21] Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hakîkati şöyle haber vermişlerdir:

“Cennet’te, Cennetliklerin her Cuma gittikleri bir çarşı vardır. Orada, yüzlerine ve elbiselerine Cennet kokuları üfleyen bir kuzey rüzgârı eser ve böylece güzellikleri daha da artar. Eskisinden daha güzel ve yakışıklı olarak eşlerinin yanına döndükleri zaman, aileleri:

«–Vallâhi bizden ayrıldıktan sonra sizin güzelliğinize güzellik katılmış!» derler. Onlar da:

«–Siz de vallâhi biz ayrıldıktan sonra daha bir güzel ve cemâl sahibi olmuşsunuz!» derler.” (Müslim, Cennet, 13)

Şeyh Mekînüddîn Esmer şöyle buyurur:

“Rüyamda bir hûri gördüm: «Ben sana âidim, sen de benimsin!» diyordu. Konuşması o kadar tatlı ve hoş idi ki, o günden sonra iki veya üç ay boyunca herhangi bir insanın sözünü işittiğimde mutlakâ istifrâ ediyordum.” (İbn-i Atâullah el-İskenderî, Tâcu’l-Arûs, s. 40)

Cennet’e Girecek Son Mümine Verilecek Nimet

Cennet’e en son giren mü’mine ihsân edilecek nîmetleri de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber vermişlerdir:

“Ben Cehennem’den en son çıkacak ve Cennet’e en son girecek kişiyi biliyorum. Bu zât, Cehennem’den emekleyerek çıkar. Allah Teâlâ ona:

«‒Git, Cennet’e gir!» buyurur.

O kişi Cennet’e gelir, ama Cennet ona ağzına kadar doluymuş gibi gösterilir. Dönüp:

«‒Yâ Rabbi! Cennet dolmuş, (yer bulamadım!)» der.

Allah Teâlâ yine:

«‒Git, Cennet’e gir!» buyurur.

O kişi Cennet’e gelir, ancak yine Cennet ona ağzına kadar doluymuş gibi gösterilir. Dönüp:

«‒Yâ Rabbi! Cennet dolmuş, (yer bulamadım!)» der.

Bu sefer Allah Teâlâ ona:

«‒Git, Cennet’e gir! Dünya kadar ve Dünya’nın on misli kadar yer senindir.» Veya sadece: «Dünya’nın on katı kadar yer senindir!» buyurur.

O kul:

«‒(Yâ Rabbi!) Sen yegâne Melik olduğun hâlde benimle alay mı ediyorsun?» Veya; «Bana gülüyor musun?» der.”

Râvî der ki:

“Bu hâdiseyi naklettiğinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, gerideki dişleri görününceye kadar tebessüm ettiğini gördüm. Sahâbîler arasında; «Cennet ehlinin en aşağı derecede olanı bu kişidir!» diye konuşulurdu.” (Buhârî, Rikāk, 51)

Sanki her bir Cennet ehli, kendi mülkünde hükümdardır. Cenâb-ı Hak orada bütün kullarına, dünya sultanlarının sahip olduğu mülk ve saltanatın kat kat fazlasını ihsân eylemiştir.[22]

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Nereye baksan orada (sonsuz bir) nîmet ve ulu bir saltanat görürsün!” (el-İnsân, 20)

En aşağı derecede olan kişiye bile böylesine muazzam ve muhteşem nîmetler ihsân edilirse, acaba üst derecelerde olanlara neler lûtfedilir?! Zira Cennet’te çok ulvî dereceler vardır. Nitekim Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Cennet’te yüz derece vardır ki, Allah Teâlâ onları Allah yolunda cihâd edenler için hazırlamıştır. Her derecenin arası yerle gök arası kadardır. Allah’tan istediğinizde, Firdevs’i isteyiniz! Zira o, Cennet’in ortası ve en yüksek yeridir.” (Buhârî, Cihâd 4, Tevhîd 22)[23]

Cennet’te Neler Var?

Bunların hâricinde daha bilemediğimiz nice nîmetleri Cennet ehli ilk defa orada görecektir. Nitekim Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ; «Sâlih kullarım için (Cennet’te) hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatır ve hayâline gelmeyen nîmetler hazırladım!» buyurdu. İsterseniz şu âyet-i kerîmeyi oku­yunuz:

«Yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, onlar için hangi sürur verici göz aydınlığı nîmetlerin saklandığını kimse bilemez!» (es-Secde, 17)” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 8)

Sehl bin Saʻd -radıyallâhu anh- da şöyle buyurur:

“Bir gün, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, Cennet’i tafsîlâtıyla anlattıkları bir sohbetlerinde bulundum. Sözlerinin sonunda şöyle buyurdular:

«Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşerin hatır ve hayâline gelmeyen nîmetler vardır!»

Sonra da şu âyet-i kerîmeleri tilâvet buyurdular:

«Yanları yataklardan ayrılır (teheccüde kalkarlar), korku ve ümit (duyguları) içinde Rab’lerine duâ ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayra infâk ederler. Yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, onlar için hangi sürur verici göz aydınlığı nîmetlerin saklandığını kimse bilemez!» (es-Secde, 16-17)” (Müslim, Cennet, 2-5)

CENNET NİMETLERİNİN TACI: RIZA-YI İLAHİ

Sayılı nefeslerden ibâret olan ömür sermâyesini ilâhî hakîkatler istikâmetinde değerlendirip, ebedî saâdete nâil olan bahtiyar kullara Cennet’te Allah Teâlâ’nın şân-ı ulûhiyyetine yaraşır şekilde müstesnâ ihsan ve ikramları olacaktır. Bu ilâhî lûtufların tâcı ise, “Allah Teâlâ’nın rızâ ve hoşnutluğu”dur.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

(Rasûlüm!) De ki: Size o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâ sahipleri için Rab’leri yanında altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları Cennetler ve tertemiz eşler vardır. Daha sonra da Allâh’ın kendilerinden râzı olması vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (Âl-i İmrân, 15)[24]

Hikmet ehli demişlerdir ki:

“Bu âyet-i kerîmede geçen «Cennetler» ifâdesi, içlerindeki nîmetlerle beraber «cismânî Cennet’e» işarettir. «Rıdvân» yani Allâh’ın rızâsı ise «rûhânî Cennet’e» işarettir ve makamların en yükseğidir…

Bu makamların ilkinde, kul Allah’tan râzı olur; sonuncusunda da Allah kulundan râzı olur. Nitekim Fecr Sûresi’ndeki; «Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön.»[25] beyânı, bu hakîkate işaret etmektedir.”[26]

Diğer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyrulmaktadır:

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları Cennetler ve Adn Cennetleri’nde çok hoş meskenler vaad etti. Allâh’ın rızâsı(ndan azıcık bir şey bile) bunların hepsinden daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş (asıl saâdet ve kazanç) da budur.” (et-Tevbe, 72)

Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı, Allah katında Cennet ve içindeki nîmetlerden daha üstün ve değerlidir. Çünkü her hayrın ve mutluluğun, her şerefin ve yüceliğin dayanağı odur. Dolayısıyla dünya hayatındaki kulluk vazifelerinde ihlâslı olup sırf Allâh’ın rızâsını gâye edinmek; bir bakıma, erişilebilecek en büyük nîmet ve saâdeti talep etmek demektir.

Cennet Ehlinin Şükrü

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ Cennet ehline:

«–Ey Cennet ehli!» diye seslenir.

Onlar da:

«–Buyur Rabbimiz! Emret! Huzur ve saâdetle Sana itaat ederiz!» derler.

Allah Teâlâ:

«–Râzı oldunuz mu?» diye sorar.

Onlar:

«–Nasıl râzı olmayalım ey Rabbimiz!? Sen bize, mahlûkâtından hiç kimseye vermediğin bunca nîmetler ihsân eyledin!» derler.

Allah Teâlâ:

«–Size bunlardan daha efdalini vereceğim!» buyurur.

Cennetlikler:

«–Bunlardan daha efdal ne olabilir, ey Rabbimiz?» derler.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:

«–Üzerinize rızâmı indiriyorum; bundan sonra size hiç gazap etmeyeceğim!» buyurur.” (Buhârî, Rikāk 51, Tevhîd 38; Müslim, Cennet 9)[27]

Bu hadîs-i şerîften, Cenâb-ı Mevlâ’nın, kullarına duyduğu muhabbet ve merhametin ne kadar büyük olduğu ve kendilerine Cennet’i ihsân ettiği kullarının, orada tam bir gönül huzûru içinde yaşamalarını istediği anlaşılmaktadır. Onların Cennet’te sayısız nîmetler içinde yüzerken; “Acaba bir kusur ediyor muyuz, Rabbimiz’i gücendirecek bir davranışta bulunuyor muyuz?..” diye tedirgin olmalarını dahî arzu etmediği görülmektedir. Rabbimiz, hayal bile edemediğimiz emsâlsiz nîmetler içindeki Cennetlik kullarının hatırlarını sorup mutlu oldukları cevâbını aldıktan sonra, onların mutluluklarını taçlandırmak üzere; kendilerinden ebediyyen râzı olduğunu, artık onlara hiçbir zaman gazap etmeyeceğini müjdeleyecektir.

Kâinâtın yegâne hâlıkı ve mâliki olan Cenâb-ı Hakk’ın bütün bu nîmet ve iltifatlarına muhâtap olabilmek, sermâyesi hiçlik olan bir kul için ne büyük bir şeref ve bahtiyarlıktır!

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lûtuf ve ihsanlarına mukâbil, insanoğlunun dünya hayatındaki umûmî gafletine işaret ederek şu îkazda bulunmuştur:

“Bir kemik (parçası olan kulağa) işittiren;

Yağdan oluşan göz yuvarlağına gördüren;

Bir et parçası olan dili konuşturan;

Bitkileri meyve ve dâneleriyle, hayvanları etleri ve yağlarıyla, (diğer taraftan) yeryüzünü ağaçları ve nehirleriyle, gökyüzünü yıldızlarıyla ve onların ışıklarıyla donatan;

Geceyi insanların dinlenmesine tahsis eden;

Gündüzleri sayısız nîmetlerinden dilediği kadarını lûtfeden Allâh’ın şânı ne yücedir!

Sen O’na lâyıkıyla kulluk edemediğin hâlde, O sanki senden başka bir kulu yokmuş gibi, seni terbiye edip beslemekte (sana kıymet verip seni maddî ve mânevî rızıklandırmakta)dır. Sen ise kullukta sanki O’ndan başka bir Rabbin (sığınak, barınak ve dayanağın) daha varmış gibi davranmaktasın. (Bu ne dehşetli bir gaflet, nâdanlık ve kendini bilmezliktir!)”[28]

CENNET’TE ALLAH’I GÖRECEK MİYİZ?

Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına mazhar olan bir kul için ilâhî ikramların zirvesi, “Ru’yetullah”, yani Allah Teâlâ’yı görüp O’nun yüce cemâlini seyredebilmektir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar! Rab’lerine bakarlar.” (el-Kıyâme, 22-23) Bunun üstünde bir saâdet ve bundan daha büyük bir nîmet de yoktur.

Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber vermişlerdir:

“Cennet ehli Cennet’e girince Allah Tebâreke ve Teâlâ onlara:

«‒Size artırmamı istediğiniz başka bir nîmet var mı?» diye sorar.

Onlar:

«‒Yâ Rabbi! Yüzümüzü ak etmedin mi? Bizi Cennet’e koyup Cehennem’den kurtarmadın mı, (daha ne isteyelim)?!» derler.

İşte o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldırır (ve Cemâlullâh’ı seyrederler). Onlara, Rab’lerine bakmaktan daha sevimli bir nîmet verilmemiştir.” (Müslim, Îmân, 297; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 11)

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, Allah âşıklarının hâlini şöyle târif etmektedir:

“Cenâb-ı Hakk’ın bazı has kulları vardır ki, eğer Cennet’te onları «Cemâl-i bâ-kemâl»inden birazcık mahrum bırakacak olsa, Cehennemliklerin azaptan kurtulmak için Allah Teâlâ’ya yalvardıkları gibi, onlar da bu mahrûmiyetten kurtulmak için yalvarırlar.”[29]

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri de şöyle buyurur:

“Bizim üç bayramımız vardır. Birincisi; Ramazan (ve Kurban) bayramıdır. Bu, (bazı fedakârlıkların âdeta şehâdetnâmesi olarak lûtfedilen,) insan tabiatının/nefsin bayramıdır. İkincisi; kâmil îmanla göçmek şartıyla ölüm bayramıdır ki bu, büyük bir bayramdır. Üçüncü ve en büyük bayram ise âhirette Allâhʼın (cemâlinin) tecellîsine mazhar olunduğu zamanki bayramdır.”[30]

CENNET’E GİTMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ?

Velhâsıl, Cennet ve Cemâlullah ile müşerref olmak isteyen her mü’minin, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde, takvâ üzere bir kulluk hayatını, aşk ve vecd içinde yaşamaya gayret etmesi gerekir. İmâm Şârânî Hazretleri der ki:

“Ey kardeşlerim! Yüce Allâh’ın Kitâbı’nda anlattığı Cennetlerin nîmetlerini düşünerek sâlih amelleri ve iyilikleri çoğaltınız! Çünkü dînin her emrettiği şey için Cennet’in nîmetleri içinde bir derece vardır. O nîmetlere ise ancak o emri işlemekle nâil olunur.”[31]

Ayrıca kulun, hayatının her safhasında, ancak rızâ-yı ilâhî ile mümkün olan Cennet’i ciddiyetle talep etmesi ve aynı hassâsiyetle de gazab-ı ilâhînin tecellîgâhı olan Cehennem’den Allâh’a sığınması îcâb eder.

Nitekim Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-;

“Kendilerine Kitap verdiğimiz mü’minler, onu nasıl tilâvet etmek lâzımsa öyle tilâvet ediyorlar…”[32] âyet-i kerîmesini şöyle tefsir etmiştir:

“Cennet’in zikredildiği âyetleri okuyunca Allah’tan Cennet’i ister, Cehennem’den bahsedilen âyetler gelince de Cehennem’den Allâh’a sığınırlar.” (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsîr, I, 218; Ali el-Müttakî, Kenz, II, 357/4230)

Dipnotlar:

[1] Bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 8. [2] Meryem, 39. [3] Bkz. Buhârî, Rikāk, 51; Müslim, Cennet, 40, 43; Tirmizî, Zühd 39, Cennet 20, Tefsir 19; İbn-i Mâce, Zühd, 38; Ahmed, II, 118, 121, 261; III, 9. [4] Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 20; Dârimî, Rikāk, 24. [5] Krş. el-Hadîd, 21. [6] Krş. Buhârî, Rikāk, 51; Müslim, Cennet, 10. [7] Bkz. Tirmizî, Cennet, 1/2525. [8] Bkz. Buhârî, Rikāk 51, Bed’ü’l-Halk 8, Tefsîr 56/1; Müslim, Cennet, 6-8; Tirmizî, Cennet, 1/2524. [9] Bkz. Tirmizî, Cennet, 2/2528. [10] Bkz. er-Rahmân, 72. [11] Bkz. el-Bakara, 25; Âl-i İmrân, 15; en-Nisâ, 57. [12] Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk 8, Enbiyâ 1. [13] Bkz. Tirmizî, Cennet, 12/2545. [14] Ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyâmet 60, Cennet 5; İbn-i Mâce, Zühd, 39. [15] Zirâ‘: Dirsekten orta parmak ucuna kadar bir uzunluk ölçüsü. Arşın, endâze. 68, 75 ve 90 cm.lik farklı türleri bulunmaktadır. [16] Bkz. Buhârî, Enbiyâ 1, İsti’zân 1; Müslim, Cennet, 28. [17] Bkz. Müslim, Cennet, 14. [18] Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Süyûtî, I, 125. [19] Kurtubî, Tezkire, s. 984. [20] Ayrıca bkz. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 41. [21] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 35/34005. Krş. Müslim, Cennet, 13. [22] Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 32/3198; İbn-i Mâce, Zühd, 4; Kurtubî, Tezkire, s. 1022. [23] Ayrıca bkz. Nesâî, Cihâd, 18; Ahmed, II, 335, 339. [24] Ayrıca bkz. el-Mâide, 119. [25] el-Fecr, 28. [26] Bkz. Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, [Âl-i İmrân, 15]. [27] Ayrıca bkz. Tirmizî, Cennet, 18. [28] Bkz. Rûhu’l-Beyân, c. 1, s. 94-95, Erkam Yayınları, İst. 2011. [29] Ebû Nuaym, Hilye, X, 34; Kuşeyrî, Risâle, s. 499. [30] Bursevî, Rûhu’l-Beyân, c. 2, sf. 200. [31] İmâm Şârânî, Ölüm Kıyâmet Âhiret, s. 48. [32] el-Bakara, 121.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AHİRET HAYATININ EVRELERİ NELERDİR?

Ahiret Hayatının Evreleri Nelerdir?

SORGUSUZ SUALSİZ CENNETE GİRECEK OLANLAR

Sorgusuz Sualsiz Cennete Girecek Olanlar

CENNET NEDİR, NASIL BİR YERDİR?

Cennet Nedir, Nasıl Bir Yerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.