Cemaatle Namaz Kılmak İle İlgili Ayet ve Hadisler

Cemaatle namaz kılmanın hükmü nedir? Cemaatle namaz kılmak farz mı, vacip mi, sünnet mi? Cemaatle namaz kılmak neden önemlidir? Cemaatle namaz kılmak ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Cemaatle namaz kılmanın sevabı nedir? İslam’da cemaate devam etmenin ve cemaatle namaz kılmanın fazileti ve önemi. 

İctimâî terbiye, İslâm’ın en mühim esaslarından biridir. Müslümanın ilk ictimâî terbiyesi de cemaatle namaz kılmaktan başlar. Tevhîd üzerine binâ edilen İslâm toplumunda birlik ve beraberlik duygusunu perçinleyen en mühim sâlih amel, işte budur. Nerede cemaatle namaz kılınıyorsa, orada İslâm’ın rûhî ve ictimâî yapısı idrâk edilmeye başlanmış demektir.

CEMAATLE NAMAZ KILMAK HAKKINDA AYET VE HADİSLER

İslâm, mü’minlerin cemaat hâlinde yaşamalarını, her hususta birbirlerini destekleyip yardımlaşmalarını ve âdeta tek bir saf gibi birlik ve beraberlik içinde Allâh yolunda gayret etmelerini emretmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Allâh, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş, kurşunla perçinlenmiş müstahkem bir binâ gibi saf bağlayarak mücâdele eden kimseleri sever.” (es-Saff, 4)

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

“...Cemaat hâlinde olmanızı ve ayrılığa düşüp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı isterim. Zîrâ şeytan, yalnız başına yaşayan kimselerle beraberdir. İki kişi de olsa, beraber yaşayanlardan ise uzaktır. Cennetin ortasında bulunmak isteyen kimse, cemaate devam etsin...” (Tirmizî, Fiten, 7/2165)

Namazın her rekâtında okuduğumuz Fâtiha Sûresi’nde, “Ancak Sana ibâdet eder ve ancak Sen’den yardım isteriz!” derken, günde en az kırk defâ, cemaat hâlinde olduğumuzu Rabbimiz’e arz etmekteyiz.

Peygamber Efendimiz’in, gerek Kubâ’da gerekse Medîne-i Münevvere’yi teşrif buyurduklarında yaptıkları ilk iş, bir mescid inşâ etmek olmuştur. Kendileri de bizzat inşaatında çalışarak İslâm cemaatinin temellerini atmışlardır.

Efendimiz’in bu sünnetini tâkip eden ecdâdımız da şehirlerin îmârında evvelâ merkeze azametli bir câmi inşâ etmiş, sonra da şehri bu câminin etrâfına bir nûr hâlesi gibi örmüşlerdir.

Dolayısıyla namazları cemaatle kılmak, İslâm’ın maksadına en uygun bir davranış ve Yüce Mevlâ’mızın emridir.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- buyurur:

“Müslüman bir kimse, namaz ve zikir için çokça câmilerde bulunduğunda, Allah Teâlâ onun bu hâlinden tıpkı bir âilenin, gurbetteki yakınları döndüğünde sevindiği gibi, sevinç duyar ve hoşlanır.” (İbn-i Mâce, Mesâcid, 19)

“Her kim mescide ülfet ederse, Allâh da onunla ülfet eder.” (Süyûtî, II, 143)

“Size Allah Teâlâ’nın, hatâları neyle silip dereceleri neyle yükselttiğini haber vereyim mi? Soğuk günlerde abdest almak, uzak yerlerden cemaate gitmek ve namazı kıldıktan sonra diğer vakti beklemektir. İşte gerçek bağlılık budur! İşte gerçek bağlılık budur! İşte gerçek bağlılık budur!” (Muvatta, Kasrü’s-Salât, 55)

Âişe -radıyallâhu anhâ- da şöyle demiştir:

“Kim ezânı işitir de câmiye gitmezse, hayrı istememiş veya kendisi hakkında hayır murâd edilmemiş olur.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 57)

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cemaate devam husûsunda ihmalkârlık gösterenlere karşı son derece tâvizsiz davranmıştır. Nitekim bir gün:

“Kim, müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı hâlde cemaate gitmezse, münferiden kıldığı namaz (kâmil bir namaz olarak) kabûl edilmez.” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:

“–(Ey Allâh’ın Resûlü!) Özür nedir?” dediler. Efendimiz:

“–Tehlike korkusu veya hastalıktır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/551)

Cemaati terk etmek, İslâm cemiyetinin dağılmasına sebep olur. Cenâb-ı Hak, cemaati parçalayan kimseleri şu şekilde yermektedir:

“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, Sen’in onlarla hiçbir alâkan yoktur...” (el-En’âm, 159)

  • Cemaatle Namazı Terk Etmenin Hükmü

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

“Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir sefer esnâsında, Dacnân ile Usfân arasında konaklamıştı. Müşrikler:

«–Onların bir namazları vardır ki, onlar için babalarından ve evlâtlarından daha kıymetlidir. Bu namaz ikindi namazıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine toptan hücûm edin!» dediler.

Bunun üzerine Cebrâîl -aleyhisselâm-, Allah Resûlü’ne gelerek savaş esnâsında cemaatle namazın nasıl kılınacağını târif eden Nisâ Sûresi’nin 102. âyetini getirdi.” (Tirmizî, Tefsîr, 4/21)

Yâni şartlar ne olursa olsun, hattâ harp hâlinde bile olunsa, Müslümanlar için namazı ertelemek ve cemaatle kılınmasını terk etmek mevzubahis değildir.

  • Cemaate Devam

Câfer bin Amr, babasının şöyle dediğini rivâyet etmiştir:

“Resûlullâh’ı (bir koyunun) ön kolundan kesip yerken gördüm. O anda namaza çağrıldı. Hemen ayağa kalktı, elindeki bıçağı bir tarafa bıraktı ve yeniden abdest almadan namaza durdu.” (Buhârî, Ezân, 43)

Allah Resûlü, cemaate devam husûsunda sâhip olduğu titizlik sebebiyle, yemeğini terk etmiş ve yemekten sonra da kılması mümkün olan namazı hemen ilk vaktinde edâ etmiştir.

  • Bir Farz Namazı Kılmış Olan Kimse Aynı Namaz İçin Cemaatle Namaz Kılabilir Mi?

Yezîd bin Âmir -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Allah Resûlü namaz kılarken yanına varmıştım. Oturdum ve cemaate iştirâk etmedim. Efendimiz namazdan sonra bize doğru dönünce, kenarda oturduğumu gördü:

«–Ey Yezîd, sen Müslüman olmadın mı?» buyurdu.

«–Oldum yâ Resûlâllah!» dedim.

«–Öyleyse cemaate katılmaktan seni alıkoyan nedir?» buyurdu.

«–Sizin namazı kılmış olduğunuzu zannederek evimde kılmıştım.» dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

«–Şâyet namaza gelir de insanları namazda bulursan, onlarla birlikte kıl. Eğer daha önceden namazını kılmış isen, bu senin için nâfile olur. Evde kıldığın da farz yerine geçer.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 56/577)

  • Peygamberimizin Cemaatle Namaza Verdiği Önem

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, vefâtına sebep olan hastalığı esnâsında bile titizlik gösterdiği en mühim hususlardan biri de cemaatle namaz olmuştur. Hazret-i Enes’in bildirdiğine göre Fahr-i Kâinât Efendimiz, hastalığının sâdece son üç gününde cemaatle namaza iştirâk edememiştir. (Buhârî, Ezân, 46)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- diyor ki:

“Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hastalığı şiddetlendiğinde:

«–Ashâbım namaz kıldı mı?» diye sordu.

«–Hayır yâ Resûlâllah, Siz’i bekliyorlar.» dedik.

«–Öyleyse benim için su hazırlayınız!» buyurdu. Su koyduk, yıkandı. Kalkmaya davranırken bayıldı. Bir müddet sonra ayıldı. Yine:

«–Ashâbım namaz kıldı mı?» diye sordu.

«–Hayır yâ Resûlâllah, Siz’i bekliyorlar.» dedik.

«–Öyleyse benim için su hazırlayınız!» dedi. Su koyduk, yıkandı. Kalkmaya davranırken bayıldı. Bir müddet sonra ayıldı.

Bu durum birkaç defa tekrar etti. O esnâda insanlar, mescidde Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ı yatsı namazına bekliyorlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü, namaz kıldırması için Hazret-i Ebûbekir’e haber gönderdi. Ebûbekir -radıyallâhu anh- yufka yürekli bir zât idi, bu sebeple Hazret-i Ömer’e:

«–Yâ Ömer, insanlara namazı sen kıldırsan?» dedi. Hazret-i Ömer ise:

«–Sen buna daha lâyıksın.» diye cevap verdi. O günlerde namazı Ebûbekir -radıyallâhu anh- kıldırdı.

Daha sonraki günlerde Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisini biraz iyi hissedince iki kişinin kollarına girerek, bir öğle namazı için mescide çıktı. (Yürürken tâkatsizliğinden dolayı mübârek ayaklarını yerde sürümesi hâlâ gözümün önündedir.)[1] Hazret-i Ebûbekir bu esnâda namaz kıldırıyordu. Efendimiz’in geldiğini görünce geri çekilmek istedi. Ancak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona, yerinden ayrılma, diye işâret buyurdu. Sonra gelip Hazret-i Ebûbekir’in yanına oturdu. Bu durumda Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamber’e, insanlar da Hazret-i Ebûbekir’e tâbî olarak namazı tamamladılar.” (Buhârî, Ezân, 51)

  • Namaza Dikkat Edin

Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Hazret-i Ebûbekir namaz kıldırıyordu. Nihâyet pazartesi günü olunca saf saf namaza durduğumuzda Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hücre-i saâdetlerinin perdesini kaldırıp bizi temâşâya başladı. Ayakta duruyordu. Sîmâsı Mushaf yaprağı gibi pırıl pırıldı. Sonra tebessüm etti, mübârek dişleri gözüktü. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i görünce o kadar sevindik ki, neredeyse namazı bozacaktık. Hazret-i Ebûbekir, Allah Resûlü’nün namaza iştirâk edeceğini düşünerek safa girmek için geri geri gelmeye başladı. Ancak Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namazınızı tamamlayınız, diye işâret edip perdeyi örttü. İşte (bu, O’nu son görüşümüz oldu) o gün dâr-ı bekàya irtihâl etti.” (Buhârî, Ezân, 46)

Allah Resûlü, arkasında, kurşunla perçinlenmiş bir binâ gibi tek saf hâlinde ve namazlarına cemaatle devâm eden bir topluluk bıraktığı için o kadar mesrûr olmuştu ki, onları seyrederken mübârek yüzünde güller açmıştı. Âlemlerin Efendisi’nin kâinâtı aydınlatan bu tebessümü ashâb-ı kirâma ümit vermişti, lâkin O artık günül huzûru içinde Refîk-ı A’lâ’ya yönelmiş, vuslat ânını bekliyordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in vefâtı esnâsında son sözleri:

“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allah’tan korkunuz.” olmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)

  • Mescide Giderken Atılan Her Adım Sevap

Câbir bin Abdullâh -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:

Benim kabîlem olan Selimeoğulları mahallesi, mescide bir hayli uzaktı. Mescid-i Nebevî’nin etrafında ise boş yerler vardı. Evlerimizi satıp mescidin yakınına taşınmak istedik. O sırada şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Şu bir gerçektir: Biz ölüleri yeniden dirilteceğiz. Onların yaptıkları iyi-kötü her işi, geride bıraktıkları iyi-kötü her izi kayda geçireceğiz.” (Yâsîn, 12)

Niyetimizi öğrenen Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Selimeoğulları’na:

“–Duyduğuma göre mescidin yakınına taşınmak istiyormuşsunuz, öyle mi?” diye sordu. Onlar da:

“–Evet, ey Allâh’ın Resûlü! Bunu gerçekten istiyoruz.” dediler.

O zaman Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

“–Selimeoğulları! Yerinizde kalınız da, mescide gelirken attığınız her adıma sevap yazılsın. Evet, yerinizde kalınız; mescide gelirken attığınız her adıma sevap yazılsın.” (Müslim, Mesâcid, 280, 281; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 36/1)

  • Cemaatle Namazın Önemi

Abdullâh bin Ümmi Mektûm -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Resûlâllah! Medîne’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur. (Ben bu hayvanların zarar vermesinden korkarım, benim cemaate çıkmayıp evde namaz kılmama ruhsat var mı?)” dedi.

Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hayye ale’s-salâh ve hayye ale’l-felâh’ı işitiyor musun? Öyleyse durma mescide gel.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Görüldüğü üzere Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, her ne durumda olunursa olunsun, imkânları zorlayarak da olsa cemaate iştirâkin ehemmiyetini vurgulamıştır.

  • Münafıklara En Ağır Gelen Namazlar

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cemaate devâm etmeyenler için muhtelif îkazlarda bulunmuştur. Übey bin Kâ‘b -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

“Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün bize sabah namazını kıldırdı ve:

«–Filân kimse namaza geldi mi?» diye sordu.

«–Gelmedi.» dediler.

«–Filân geldi mi?» diye sordu. Yine:

«–Gelmedi.» dediler. Bunun üzerine:

«–İşte bu iki namaz (yatsı ve sabah) münâfıklara en ağır gelen namazdır. Bunlarda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilseydiniz, diz üstü emekleyerek de olsa cemaate gelirdiniz. Birinci saf, meleklerin safı gibidir. Ondaki fazîleti bilseydiniz ona yarışarak giderdiniz. Bir kimsenin diğer bir kimseyle olan namazı, yalnız kıldığı namazdan daha bereketli ve sevâbı daha fazladır. İki kişi ile olan namazı da bir kişi ile olan namazından daha bereketli ve üstündür. Beraber kılanların sayısı ne kadar çok olursa, Allah Teâlâ’nın o kadar çok hoşuna gider.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 47/554; Nesâî, İmâmet, 45)

  • Cemaatle Namaz Hassasiyeti

Abdullâh bin Mesut -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Vallâhi ben, nifâkı bilinen bir münâfıktan başka namazdan geri kalanımız olduğunu görmemişimdir. Allâh’a yemin ederim ki (hasta) bir adam iki kişi arasında ayakta sallanır hâldeyken bile namaza getirilir ve onların iki taraflı desteğiyle safta durdurulurdu.” (Müslim, Mesâcid, 256-257)

  • Ezan Okunurken Camiye Koşmak

Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anh-, bir gün çarşıda dolaşırken namaz vakti gelmişti. Müslümanların ezanı duyar duymaz tezgâh ve dükkânlarını kapatarak câmiye gittiklerini gördü. Bunun üzerine şöyle dedi:

“–Allah Teâlâ’nın:

«Öyle erler vardır ki, onları ne ticâret ne de alışveriş Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.» (en-Nûr, 37) diye medhettiği kimseler işte bunlardır.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, III, 306; Heysemî, VII, 83)

  • Sabah Namazını Cemaatle Kılmak

Şifâ bint-i Abdillâh -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:

Hazret-i Ömer bize gelmişti. Âile fertlerinden iki kişinin uyuduğunu görünce:

“–Bu adamların neyi var ki benimle birlikte cemaate iştirâk etmediler?” dedi. Ben:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Akşam herkesle birlikte namaz kıldılar, -bu hâdise Ramazan’da idi- sabaha kadar da namaz kılmaya devâm ettiler. Daha sonra da sabah namazını kılıp yattılar.” dedim. Hazret-i Ömer ise şu mukâbelede bulundu:

“–Sabah namazını cemaatle kılmak, benim için sabaha kadar namaz kılmaktan daha sevimlidir.”[2]

  • Yatsı Namazını Cemaatle Kılmanın Fazileti

Osman bin Affân -radıyallâhu anh- yatsı namazına gitmişti. Cemaati az görünce mescidin gerisinde uzandı, cemaatin çoğalmasını bekledi. O sırada İbn-i Ebî Amre geldi, Hazret-i Osman’ın yanına oturdu. Osman -radıyallâhu anh- ona kim olduğunu sordu. O da kendisini tanıttı.

“–Kur’ân’dan ne kadar biliyorsun?” diye sordu. Buna da cevap verdikten sonra Hazret-i Osman:

“–Ey kardeşimin oğlu! Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururken işitmiştim:

«Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gecenin yarısını namazla geçirmiş gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise, bütün gece namaz kılmış gibidir.»” (Bkz. Muvatta, Salâtü’l-Cemâa, 7; Müslim, Mesâcid, 260)

  • Namaza İştirâk Edin

Sâbit bin Haccâc, ashâbın cemaate devâm etmeyenlere bakışını aksettiren şu hâdiseyi nakleder:

Hazreti-i Ömer namaz için câmiye gelmişti. İnsanlara doğru döndü, müezzine ezân okumasını emretti ve ayağa kalkarak:

“–Namazımız için kimseyi beklemeyiz.” dedi. Namazı edâ edince de cemaate yönelerek şunları söyledi:

“–Birtakım insanlara ne oluyor ki cemaatten geri kalıyorlar, böylece başkalarının da geri kalmasına sebep oluyorlar. Vallâhi içimden geçti ki, onlar üzerine adam göndereyim, yakalanarak getirilsinler ve onlara «Namaza iştirâk edin!» diye ihtâr edilsin.” (Abdürrazzak, I, 519)

  • Sahabiyi Öfkelendiren Şey

Ümmü’d-Derdâ -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anhümâ- öfkeli bir şekilde yanıma geldi. Kendisine:

“–Seni öfkelendiren nedir?” diye sordum. Şu cevâbı verdi:

“–Vallâhi, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmeti hakkında, cemaat hâlinde namaz kılmalarından başka bir şey bilmiyorum. (Bu insanlar niçin cemaatle namaz konusunda ihmalkâr davranıyorlar.)” (Buhârî, Ezân, 31)

  • Sahabinin Namaz Aşkı

Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anh-, bir namazı cemaatle kılmayı kaçırdığı zaman, sonraki vakit namazına kadar ibâdetle meşgul olurdu. Hatta bu kâide yatsı namazı için de geçerliydi. Yâni böyle bir durumda sabaha kadar ibâdet ederdi. (İbn-i Hacer, İsâbe, II, 349)

  • Evlendi, Sabahında Namaza Gitti

Ashâb-ı kirâmdan Hâris bin Hassân -radıyallâhu anh- yeni evlenmişti. O devirde bir adam yeni evlendiğinde birkaç gün dışarı çıkmaz, dolayısıyla sabah namazına da gelmezdi. Ancak Hâris evlendiği gecenin sabâhı câmiye gelmişti. Kendisine:

“–Henüz bu gece gerdeğe girdin, nasıl dışarı çıkarsın?” diyenler oldu. O da bunlara:

“–Vallâhi sabah namazını cemaatle kılmama mânî olacak bir hanım ne kötü bir hanımdır.” cevâbını verdi. (Heysemî, II, 41)

  • Ezan ve Kameti Duyunca...

İbn-i Cüreyc, tâbiînin meşhur âlimlerinden Atâ -rahmetullâhi aleyh-’e sorar:

“–Bir kimse (evinde) farzı kılarken ezan veya kâmeti duysa, namazını kesip câmiye gitmesi gerekir mi?”

“–Farzın herhangi bir kısmına yetişeceğini ümîd ediyorsa evet.” der.

“–Peki kâmeti duyduğumda da ezânı duyduğum gibi namaza gelmem gerekiyor mu?” diye sorar. Atâ, bu defa da; “–Evet.” cevâbını verir. (Abdürrazzâk, I, 514-515)

Nitekim İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-, evinde (dört rekâtlık bir) farz namazın iki rekâtını kılmıştı. Bu sırada kâmeti işitti, hemen câmiye gitti. (Abdürrazzâk, I, 514-515)

  • Cemaat Namazına Önem Veren Kul

Âmir bin Abdullâh, ölüm döşeğinde idi. Nefesleri sayılı iken yakınları etrafında ağlaşıyorlardı. Akşam ezânını duyunca etrafındakilere:

“–Beni kaldırın!” dedi.

“–Hayrola, nereye?” dediler.

“–Mescide!” dedi. Etrâfındakiler hayretle:

“–Bu hâlinle mi?” dediler. O, büyük bir metânetle:

“–Sübhânallâh, müezzini işiteyim de ona icâbet etmeyeyim mi? Bu mümkün mü? Beni kaldırın!” dedi.

Yakınlarının refâkatiyle mescide gitti ve orada imamla beraber bir rekât kıldıktan sonra secdede rûhunu teslîm etti.

Ömrü boyunca cemaate ehemmiyet veren bir kulun, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla son nefesini de secdede vermesi, “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” hakîkatinin ne güzel bir tecellîsidir.

  • Hak Dostunun Niyazı

Atâ bin Sâbit -rahmetullâhi aleyh- şöyle anlatır:

Hak dostlarından Abdullâh-ı Sülemî’nin hasta olduğunu duyduk. Gidip kendisini ziyâret edelim, dedik. Bize onun mescidde kaldığını söylediler. Biz bunu biraz yadırgadık. Evde yatağı dururken mescidde ikâmet ediyor olması garibimize gitti. Mescide gittiğimizde hakîkaten onu orada namaz kılarken gördük. Nefes almakta zorlandığını görünce korktuk ve üzüldük:

“–Yâ şeyh! Yatağında olsan senin için daha rahat olmaz mıydı?” dedik. Şu cevâbı verdi:

“–Bana ulaşan bir hadîs-i şerîfe göre, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kişinin cemaatle namaz kılmasının daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Ben, rûhumun mescidde namaz kılarken kabzedilmesini isterim.”

  • Fatiha Suresinin Sonunda Amin Deyin

Muhammed bin Semmâd Hazretleri oldukça âbid bir zât idi. Cemaatle namaz kılma husûsunda çok hassas davranırdı. O der ki:

“Namazlarımı cemaatle edâ ederdim. Kırk sene boyunca bir defa olsun iftitah tekbirinden mahrum kalmadım. Ancak annemin ölümünde cenâzesiyle meşgul olduğum için bir vaktin ilk rekâtına yetişememiştim. Bu vaktin namazını, cemaat sevâbını alma ümîdiyle, tam yirmi beş kere kıldım. O gece rüyamda bana:

«–Ey Muhammed, namazını yirmi beş kere kıldın, lâkin meleklerin “âmîn” demesinin sevâbını nasıl telâfî edeceksin?» denildi.” (Kandehlevî, Fezâil-i A’mâl, s. 275)

Zîrâ Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İmam, Fâtiha’yı bitirdiğinde cemaat «Âmîn!» desin. Zîrâ cemaatin bu sözü, semâ ehlinin «Âmîn!» demesine muvâfık düşerse, kişinin geçmiş bütün (küçük) günahları affedilir.” (Buhârî, Ezân, 113; Müslim, Salât, 76)

  • Cemaate Devam Edenler

Rivâyete göre kıyâmet günü Allah Teâlâ:

“–Benim komşularım nerede?” diye soracak.

Melekler:

“–Sana kim komşu olabilir ki yâ Rabbi?!” diyecekler.

Allah Teâlâ da:

“–Mescidlerimi îmâr edenler (yâni cemaatle namaza devâm edenler).” buyuracak. (Ali el-Müttakî, VII, 578/20339)

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Mescid, her müttakînin evidir. Allah Teâlâ, evi mescid olan kimseye, rahatlığı, rahmeti, sırat köprüsünü geçip Cennete ve Allâh’ın rızâsına ermeyi vaad etmiştir.”[3]

  • Sultanın Şahitliğini Kabul Etmeme Sebebi

İlk Osmanlı târihçilerinden Âşık Paşazâde der ki:

“Bu Âl-i Osman, sâdık bir soydur. Onlardan meşrû olmayan bir hareket sâdır olmamıştır. Onlar, ulemânın günah dediği hareket ve amellerden son derece kaçınmışlardır.”

Nitekim onların bu güzel ahlâkları sebebiyledir ki, Şeyhülislâm Molla Fenârî, cemaate devâm etmemesi sebebiyle Yıldırım Beyazıt’ın şâhitliğini kabûl etmeme cesâretini gösterebilmiştir. Kendisine bunun sebebini soran Sultân’a da açık bir şekilde:

“–Sultanım! Sizi cemaatte göremiyorum. Hâlbuki sizler, bu milletin rehberleri olarak ilk safta yer almalısınız. Yâni sizin amel-i sâlih sâhibi olmanız gerekir... Şâyet cemaate iştirâk etmezseniz, halka kötü örnek olursunuz ki, bu da şâhitliğinizin kabûlüne mânîdir...” cevâbını vermiştir.

Bu hâdise üzerine, diğer bir rivâyete göre de Niğbolu Zaferi’nin bir şükrânesi olarak Yıldırım Beyazıt, Bursa’daki meşhur Ulu Câmî’yi yaptırdı ve beş vakit cemaate devâm etti.

CEMAATLE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ VE ÖNEMİ

Hâsılı, cemaate devâm etmek, îmanda sadâkatin bir tezâhürüdür. Nitekim Peygamber Efendimiz:

“Bir şahsın mescide devâm ettiğini görürseniz, onun îmanlı biri olduğuna şehâdet ediniz.” buyurmuş ve:

“Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler mâmûr eder (ihyâ eder). İşte doğru yola ermişlerden olması umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18) âyet-i kerîmesini okumuştur. (Tirmizî, Îmân, 8/2617)

Günde beş vakit câmilerde cemaate devâm etmenin belli başlı faydalarını ehlullâh şöyle sıralamıştır:

- Allâh’ın câmilere lûtfettiği feyiz ve bereketten istifâde ile mü’minin gönlünde ictimâîleşme şuurunun kökleşmesi,

- Namazları en makbul zamanda, yâni ilk vaktinde kılmak,

- Meleklerin duâ, istiğfar ve şâhitliğine mazhar olmak,

- Şeytandan uzaklaşmak,

- İftitâh tekbirine yetişerek büyük bir ecre nâil olmak,

- Ameldeki nifak sıfatından arınmak,

- Toplu yapılan duâ ve zikirlerin feyzinden istifâde etmek,

- Müslümanlar arasındaki ülfetin devâmını sağlamak,

- Tâat ve ibâdet husûsunda yardımlaşmak,

- Sesli okunan namazlarda tilâvet ahkâmına alışmak ve öğrenmek,

- Namazı kâmilen ve huzurlu bir şekilde edâ edebilmek.

Görüldüğü gibi cemaatle namaz kılmanın pek çok faydası bulunmaktadır. İşte bu sebeple Allah Teâlâ ve O’nun Habîb-i Ekrem’i, mü’minlerin câmi ve cemaate devam etmelerini ısrarla emretmişlerdir.

Dipnotlar:

[1] Buhârî, Ezân, 67.

[2] Abdürrazzâk, el-Musannef, Beyrut 1970, I, 526; Muvatta, Salâtü’l-Cemâa, 7.

[3] Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, tahk. Hamdi Abdülmecid es-Selefî, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, VI, 254/6143; Ali el-Müttakî, VII, 580/20349.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

CEMAATLE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ, FAYDALARI VE ÖNEMİ

Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti, Faydaları ve Önemi

CEMAATLE NAMAZIN HİKMETİ VE FAYDALARI

Cemaatle Namazın Hikmeti ve Faydaları

CEMAATLE NAMAZ NASIL KILINIR?

Cemaatle Namaz Nasıl Kılınır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.