Büyük Günahlarla İlgili Ayet ve Hadisler

Büyü (sihir) ne demektir? Büyü (sihir) yapmanın hükmü nedir? Yedi büyük günah haricindeki günahlar nelerdir? Büyük günahlarla ilgili ayet ve hadisler...

Sihir yapmak ve diğer günahlarla ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber:

“–İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız!” buyurmuştu.

Sahâbîler:

“–Ey Allah’ın Resûlü, onlar nelerdir?” diye sordular.

Resûl-i Ekrem şöyle cevap verdi:

“–Allah’a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, -dînî bir ceza ile usûlünce öldürülen müstesna- Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı katletmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, hiçbir şeyden haberi olmayan iffetli müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak.” (Buhârî, Vasâyâ, 23; Tıb, 48; Hudûd, 44; Müslim, Îmân, 145. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 10/2874; Nesâî, Vesâyâ, 12)

2- Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Kim bir düğüm atar ve ona üfürürse sihir yapmış olur. Kim de sihir yaparsa şirke düşer. Kim (fayda umarak hayvan tırnağı, nazarlık gibi câhiliye âdetlerinden) bir şeyi (herhangi bir yere) asarsa, o astığı şeye havâle edilir (Allah’ın yardımından mahrûm bırakılır).” (Nesâî, Tahrîmü’d-Dem, 19/4076)

3- Abdullah bin Ömer (r.a.) şöyle der:

Resûlullah bize yönelerek şöyle buyurdu:

“Ey Muhâcirler cemâati! Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olduğunuzda, ben sizin o şeylere erişmenizden Allah’a sığınırım. Onlar şunlardır:

  • Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve onlardan önce yaşamış milletlerde görülmemiş başka hastalıklar yayılır.
  • Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılır.
  • Mallarının zekâtını vermekten kaçınan her millet mutlaka yağmurdan mahrum bırakılır (kuraklıkla cezalandırılır) ve hayvanları olmasa onlara yağmur yağdırılmaz.
  • Allah’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlü’nün ahdini (yaptığı anlaşmaları ve Sünnet’ini) terk eden her milletin başına, Allah mutlaka kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindekilerin bir kısmını alır.
  • İdârecileri Allah’ın Kitâbı ile amel etmeyip, indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe Allah onların hesabını kendi aralarında görür (fitne, fesat ve anarşi belâsına mâruz kalırlar).” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)

4- Zeyneb binti Cahş (r.a.) der ki:

Peygamber Efendimiz’e:

“–Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?” diye sordum.

Resûlullah şöyle buyurdu:

“–Fısk ve fücûr (günahlar) çoğaldığı vakit, evet!” (Buhârî, Enbiyâ, 7)

 HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Birinci hadisimizde büyük günahların helâk edici olduğu bildirilmiş ve bunlardan yedi tânesi sayılmıştır. Şirk konusunu daha önce işlemiştik. Ondan sonra gelen sihir yapmak da en başta gelen büyük günahlardandır. Sihir ve büyüyü burada işlememiz, önceki konulara göre daha hafif olduğundan değildir. Diğer günahlarla birlikte sayıldığı için buraya alınmıştır. Aslında büyük günahlar için tam bir sıralama yapmak oldukça zordur. Rivâyetlere bakıldığında her birinin diğerine göre daha kötü ve zararlı olduğu görülmektedir. En güzeli, her birinin insanı helâk edeceğini bilerek tamamından uzak durmaktır.

SİHİR NE DEMEKTİR?

Sihir, lügatte sebebi gizli ve üstü kapalı olan şey demektir. Asıl îtibâriyle mânâsı, bir şeyi hakikatinden başka bir şeye çevirmektir. Örfte sihir denilince, başkası üzerinde meydana getirilen bir tesir, bir yönlendirme, bir aldatma ve zanna düşürme anlaşılır. Bu durumda, gizli olan ve gerçeğin aksine tahayyül olunan gözbağcılık, hilekârlık gibi şeyler sihirdir.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin ekseriyeti, sihrin varlığını ve tesirini kabul etmişlerdir. Bakara Sûresi’nin 102. âyeti bunu göstermektedir.

Gıyaplarında ve gaflet ânlarında insanları tesir altına alarak büyük zararlara uğrattığı için sihir son derece veballi ve cezası büyük olan bir günahtır. Onunla ancak Allah’tan korkmayan ve inancı zayıf kimseler meşgul olur.

SÜLEYMAN PEYGAMBER BÜYÜ YAPTI MI?

Âyet-i kerimede, “Hâlbuki Süleyman asla sihir yapmadı” yerine, “Hâlbuki Süleyman asla kâfir olmadı” buyrulur.[1] Bu ifade, sihrin küfürle aynı derecede kötü bir günah olduğuna işaret eder ki, sihir ve büyünün çirkinliğini göstermeye kâfîdir. Hârut ile Mârut’un, sihir öğrettikleri kişilere; “Biz ancak imtihan için gönderilmişizdir, sakın (sihir yapıp da) kâfir olma!” diye îkazda bulunmaları da, sihrin küfre götüren sebeplerin başında geldiğini göstermektedir. (Bakara 2/102-103)

Çünkü sihirde Allah’ın irâde ve kudretinin üzerinde işler yapma iddiası vardır. Diğer taraftan sihir ve büyünün temelinde menfaat elde etme düşüncesi olduğundan, bunlarla uğraşan insanlar din ve mukaddesat tanımazlar.

Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın peygamberleri ile onlara indirdiği vahyin hak olduğu, sihir ve sihirbazlıkla alâkasının bulunmadığı bildirilmiş, sihir yapanların peygamberlere karşı muhalefet ve iftirâlarından bahsedilmiş, onların felâh bulmaz yalancı ve düzenbaz insanlar olduğu haber verilmiştir. (A’râf 7/116; Yûnus 10/76-77; Tâhâ 20/69; Zuhruf 43/30; Zâriyât 51/52)

BÜYÜ (SİHİR) YAPMAK ŞİRK MİDİR?

İkinci hadisimizde, düğüm atıp üzerine üfürmek gibi sihir mânâsı taşıyan davranışlar yasaklanarak, sihrin şirke yakın bir günah olduğu anlatılmaktadır.

Sihirbazların âdeti bir ip alıp ona düğüm atmak ve bazı sihirli sözler söyleyerek düğüme üflemektir. Kim böyle yaparsa sihir ehlinin yaptığı bir işi yapmış olur. Bu da şirk ehlinin amellerindendir. İnsanı adım adım şirke götürür. En azından tevekkülü ve Allah’a îtimâdı terk edip sihire güvendiği için gizli şirke sebep olur.[2]

Âlimlerimiz, bu ve benzeri naslardan hareketle, sihir öğrenip uygulamanın hükmü konusunda muhtelif görüşler ileri sürmüşlerdir. Ebû Hanîfe, İmâm Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’e göre sihir öğrenip yapmak küfürdür. Hanefî Mezhebi imamlarından bazılarına göre şerrinden korunmak için sihir öğrenilebilir; bu küfür değildir. Fakat sihir yapmanın câiz olduğuna veya fayda verdiğine inanmak küfürdür. Sihir ve büyü yapan kimselerin şer’î cezası, fıkıh kitaplarımızda tafsîlâtıyla açıklanmıştır. (Bkz. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I, 441-451; Kâmil Miras, Tecrîd Tercümesi, VIII, 224-235)

Âlimler, Allah’ın dilemesi hâricinde sihir ve büyünün kimseye zarar veremeyeceğini, Müslümanın büyüyle uğraşması ve büyü yaptırmasının haram olduğunu ifade etmişlerdir. Kendilerine sihir yapılmış kimselerin bunun tesirinden kurtulmak için, bu işi meslek edinmiş samîmiyetsiz kimselere mürâcaat etmeleri doğru değildir. Her şeyden evvel Allah’a sığınmak, ibadet ve dua etmek ve yoksullara sadaka vermek gerekir. Âlim, takvâ sahibi ve güvenilir bir kimse, sihir yapılan insanlara yardımcı oluyorsa ondan istifâde etmek de mümkündür.

Cenâb-ı Hak, sihirbazların şerrinden kendisine sığınmamızı arzu ederek Felâk Sûresi’nde şöyle buyurur:

“De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere nefes eden (sihirbazların) şerrinden ve hased ettiği vakit hasedcinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!” (Felâk 113/1-5)

YETİM MALI YEMENİN HÜKMÜ NEDİR?

Diğer büyük günahlara gelince, birinci hadisimizde yetim malı yemek bunlar arasında sayılmıştır. Yetim, babası ölen küçük çocuğa denir. Âyet ve hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre yetimler, İslâm toplumuna teslim edilen Allah’ın emânetleridir. Yani yetimlere ve mallarına toplum olarak sahip çıkmak îcâb eder.

Yetîm malı yemenin helâk edici günahlar arasında zikredilmesi, onun ne kadar ağır bir suç ve mes’ûliyet olduğunu göstermektedir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin! Çünkü bu, büyük bir günahtır.” (Nisâ 4/2)

İbn-i Abbâs (r.a) Ashâb-ı Kiram’ın yetim malı hususundaki titizliğini şöyle anlatır:

“Cenâb-ı Hakk’ın:

«Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin dışında hiçbir sûrette yaklaşmayın...»[3]

«Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler hiç şüphesiz karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, yarın alevlenmiş ateşe gireceklerdir»[4] âyetleri nâzil olduğunda, yanında yetim bulunan sahâbe-i kirâm hemen gidip onların yiyeceğini ve içeceğini kendilerininkinden ayırdılar. Yetime âit yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa bile ona dokunmuyor, yetim yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklıyorlardı.

Bu durum onlara ağır gelmeye başladı. Vaziyeti Peygamber Efendimiz’e arz ettiler. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ şu âyet-i kerimeyi indirdi:

“...Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları(n hâllerini ve mallarını) ıslah etmek, (onları kendi hâllerine terk etmekten) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, fesat ehliyle ıslah ediciyi pek iyi bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Bakara 2/220)

Bundan sonra Ashâb-ı Kirâm, yetimlerin yiyeceklerini kendi yiyecekleriyle, içeceklerini de ken­di içecekleriyle karıştırdılar.” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 7/2871; Nesâî, Vesâya, 11)

Yetime bakan vâsî fakir ve ihtiyaç sahibi biriyse israf etmeksizin, bakım karşılığı olarak yetimin malından bir miktarını yiyebilir. Şayet zengin ise, Allah’ın kendisine verdiği mala kanâat ederek yetimin malından uzak durmalıdır. Âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk’ın yetimlerin iyiliğini düşünen kişilerle, onların zayıflıklarından istifâdeyle mallarından faydalanmak isteyen kötü niyetli kimseleri bildiği hatırlatılarak, yetimlerle meşgul olan kimselerin kalplerindeki duyguları kontrol etmeleri istenmiştir.

Büyük günahlardan biri de düşmana hücûm edileceği zaman cepheden kaçmaktır. Cihâd; dîn, can, mal, ırz ve nâmusun muhâfazası için yapılması gereken en mühim vazifelerden biridir. İslâm’ın bu mühim emrinden kaçmak, kişinin önce kendi can güvenliğini, sonra da arkasındaki müslüman toplumun hayatını tehlikeye atması demektir. Dolayısıyla harb taktiği gereği olmayan kaçışlar aslâ affedilmeyen büyük günahlardandır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Ey mü’minler! Toplu hâlde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin! Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzî tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü bir yerdir!” (Enfâl 8/15-16)

NAMUSLU MÜSLÜMANA İFTİRA ATMANIN HÜKMÜ NEDİR?

Diğer taraftan, namuslu Müslüman kadınlara dil uzatarak onların şeref ve haysiyetini kirletmeye çalışmak, yani zina iftirâsında bulunmak da, helâk edici büyük günahlardan biridir. Namuslu Müslüman erkeklere yöneltilecek iftira da aynı hükümdedir. Bu haramı işleyenler son derece ahlâksız ve haysiyetsiz kimselerdir. Dolayısıyla onlara dünyevî ceza olarak 80 değnek vurulur. (Nûr 24/4)

Mânevî ve uhrevî cezasını ise Cenâb-ı Hak şöyle bildirir:

“Namuslu, kötülüklerden habersiz mü’min kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. Yapmış oldukları şeye, dilleri, elleri ve ayaklarının aleyhlerinde şahitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır.” (Nûr 24/23-24)

Buraya kadar saydıklarımızın dışında başka büyük günahlar da vardır. Bu sebeple, büyük günahları muayyen bir sayıyla sınırlandırmak veya bir hadiste verilen sayıdan ibaret zannetmek doğru değildir. Hadislerdeki sınırlandırmalar, “Şu yedi şey büyük günahlardandır” anlamında kullanılmaktadır. Muhtelif rivâyetlerde yedi, dört, üç rakamlarıyla verilen günahlar, büyük günahların en başta gelenleri, en çirkinleri ve en çok vuku bulanları olduğundan öne çıkarılmış bulunmaktadır.

7 BÜYÜK GÜNAH DIŞINDAKİ BÜYÜK GÜNAHLAR

Şimdiye kadar gördüklerimizin dışındaki büyük günahlardan bir kısmı da şöyledir:

  • Müslümanı hor ve hakir görmek, küçümseyip aşağılamak,
  • İnsanları aldatmak,
  • Bir müslümana kâfir demek ve bu şekilde inanmak,
  • İyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesini ihmal etmek,
  • Kişinin, geçimini üstlendiği fertlere karşı vazifelerini ihmal etmesi,
  • Namazı terk etmek.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler (Cehennemdeki «Gayyâ» vadisini boylayacaklardır).” (Meryem 19/59)

  • Kişinin hanımıyla aralarında geçen mahrem şeyleri başkasına söylemesi,
  • Mescid-i Harâm’da yapılması yasak olan bir fiili işlemek, (Ebû Dâvûd, Vâsâyâ, 10/2875)
  • İslâm câmiası içinde câhiliyet âdetini araştırıp yaşatmaya çalışmak (mürtecîlik), (Müslim, Îmân, 165)
  • Hırsızlık yapmak, (Tirmizî, Tefsîr, 17/3144)
  • Kumar oynamak,
  • Kişinin, borçlu olduğu hâlde borcunu ödeyecek mal bırakmadan ölmesi[5]

Bu tür günahların cezası da son derece şiddetli ve elem vericidir.

HZ. PEYGAMBER’E GÖSTERİLEN CEZA TÜRLERİ

Bazı günahları ve onların kabirdeki cezalarını bildiren şu rivâyet, konumuz açısından son derece mühimdir:

Semüre bin Cündeb (r.a) şöyle anlatır:

Resûlullah, ashâbına:

“–Rüyâ göreniniz var mı?” diye sorup, “gördüm” diyenin rüyâsını, Allah’ın dilediği şekilde tâbir ederdi. Bir sabah bize şöyle buyurdu:

“Bu gece rüyâmda iki kişi (Cebrâîl ile Mîkâîl) gelerek beni kaldırdılar ve «Haydi gidiyoruz» dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Başka biri de elinde kocaman bir kaya ile onun başında duruyordu. Kayayı, yatan adamın kafasına vurup eziyor, taş bir tarafa yuvarlanınca arkasından gidiyor ve taşı alıp getiriyordu. O gelinceye kadar diğerinin kafası da iyileşerek eski hâline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayarak yerde yatanın başını her defasında ezip duruyordu. Meleklere:

«–Sübhânallâh, bunların hâli nedir?» dedim.

«–Yürü, yürü hele» dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü tâ ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını parçalarken diğer tarafı eski hâline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:

«–Sübhânallah! Bu hâl nedir?» dedim.

«–Hiç sorma, devam et!» dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık. Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryadlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı.

Ben:

«–Bunlara ne oluyor?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Nihayet kandan bir nehire vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış bir başka adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor ağzına bir taş atıyor, o da geri dönüyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:

«–Bu ikisinin hâli nedir?» dedim.

«–Hiç sorma, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Çirkin bir adamın -gördüğünüz adamların en çirkini de diyebilirsiniz- yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:

«–Bu adam kim?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük; içinde baharın bütün çiçeklerinin bulunduğu geniş ve yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını nerede ise göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:

«–Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?» dedim.

«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük, Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler, «Gir oraya!» dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, içeri girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı da bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:

«–Gidip şu nehre girin!» dediler. Bir de ne göreyim, suyu süt gibi, bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişti.

Beni götüren iki kişi:

«–Burası Adn Cenneti’dir, şurası da senin konağındır» dedi. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.

«–İşte burası senindir» dediler. Ben o iki kişiye:

«–Allah size büyük hayırlar ihsan etsin, bırakınız da oraya gireyim» dedim.

«–Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin» dediler. Bunun üzerine ben:

«–Bu gece boyunca hayret verici şeyler gördüm. Gördüklerimin anlamı nedir?» dedim. Onlar:

«–Anlatalım» dediler:

«–İlk önce yanına vardığın kafası taşla ezilen adam var ya, o, Kur’ân’ı öğrendiği hâlde terk eden ve uyuyarak farz namazın (bilhassa sabah namazının) vaktini geçiren kimsedir.

Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir.

(Diğer rivâyette şöyle buyrulur:

«O bir yalancı idi, dünyada devamlı yalan söylerdi. Onun yaydığı yalanlar âfâkı sarardı. İşte bu yalancı kıyâmet gününe kadar bu şekilde azâb görecektir.»)

Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar, zina eden erkek ve kadınlardır.

Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, faiz yiyen kişidir.

Yanındaki ateşi sürekli yakarak etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü kişi, cehennem bekçisi Mâlik’tir.

Bahçedeki uzun boylu adam, Hz. İbrahim’dir. Etrafındaki çocuklar da İslâm fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır.»”

Müslümanlardan biri:

“–Ey Allah’ın Resûlü! Müşrik çocukları da bunlara dâhil mi?” diye sordu. Resûlullah:

“–Müşriklerin çocukları da dâhildir” buyurdu ve devam etti:

“–Vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin olan adamlara gelince bunlar, sâlih amellerin yanında kötü işler de yapan kimselerdir. (Ancak) Allah onları affetmiştir.” (Buhârî, Ta‘bîr, 48; Cenâiz, 93; Teheccüd, 12; Büyû’, 2; Cihâd, 4; Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 8; Tefsir, 9/15; Edeb, 69; Tirmizî, Rü’yâ, 10/2295)

Peygamber Efendimiz’e gösterilen ceza türleri, kıyamet gününe kadar devam edecek olanlardır. Hesap sonrası ne gibi cezaların verileceği burada zikredilmemiştir.

Diğer bir husus da, Peygamberlerin rüyâsının bizim rüyâlarımız gibi olmayışıdır. Onlar sâdık rüyâ görürler. Bunun misalleri Kur’ân-ı Kerim’de mevcuttur. Bu sebeple Allah Resûlü’nün “Rüyamda gördüm” diye anlattıkları bir hakikatin ifadesidir. Efendimiz, olacak şeyleri önceden haber vermek sûretiyle ümmetini îkaz etmiş, onları dünya ve âhirette ziyâna uğramaktan kurtarmayı arzu etmiştir.

GÜNAHLARIN DÜNYADAKİ CEZASI

Zira günahların cezası sâdece kabirde ve âhirette değil, bazen dünyada da verilmektedir. Nitekim üçüncü hadisimizde, zina, hıyânet, zekâtı vermemek ve Allah’ın emrine isyan etmek gibi mâsiyetlerin dünyada görülecek bir takım cezalarından bahsedilmektedir. Resûlullah, ümmetinin bu tür günahlara dûçâr olmasından Allah’a sığınmaktadır.

İNSANLAR NEDEN TOPLUCA HELAK EDİLİR?

Dördüncü hadisimizde ise, bir toplumda günahlar çoğaldığında insanların topluca helâk edilebileceği haber verilmektedir. İçlerinde sâlih kişiler bulunsa bile bu hüküm değişmeyecektir.

Cenâb-ı Hak isterse, günahların çoğaldığı toplumda yaşayan iyi-kötü bütün insanlara isabet eden bir musîbet gönderir,[6] beldelerini yerle bir eder. Ancak kıyâmet günü herkes niyetine ve hayattaki durumuna göre diriltilir ve karşılığını ona göre alır.[7]

Cenâb-ı Hak şöyle îkaz buyurur:

“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umûma sirâyetle hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Enfâl 8/25)

O hâlde üzerimize düşen, iyilikleri emretme ve kötülüklerden sakındırma vazifemizi yaparak günahların azalmasına gayret etmektir.

[1] Bakara 2/102.

[2] İkinci hadisimizde, fayda temin etmesi veya zararları defetmesi umularak boyna veya herhangi bir yere, câhiliye devrine âit muska, nazarlık, hayvan tırnağı ve kemiği gibi şeylerin asılması da yasaklanmaktadır. Böyle şeyler yapanları Allah, o güvendikleri şeylere havâle ederek yardım ve rahmetinden mahrum bırakır. Kur’ân’dan ve ilâhî isimlerden yazıp teberrüken asmak ise, bu hükmün hâricinde tutulmuş ve câiz görülmüştür. Nitekim Abdullah bin Amr (r.a) küçük çocuklara böyle şeyler takardı. Bunların bir fayda celbedip zararı defedeceğine inanmak ise yine doğru görülmemiştir. Zira şifâyı veren ve kötülükleri defeden ancak Allah Teâlâ’dır. (Hâşiyetü’s-Sindî ale’n-Nesâî, Haleb, 1986, VII, 112)

[3] En’âm 6/152.

[4] Nisâ 4/10.

[5] Ebû Dâvûd, Büyû’, 9/3342; Ahmed, IV, 392.

[6] Bkz. Tirmizî, Fiten, 38/2210-2211; İbn-i Mâce, Fiten, 20, 22; Hâkim, IV, 583/8623.

[7] Buhârî, Fiten, 19; Müslim, Cennet, 84. Bu konuya daha önce “Niyet” başlığı altında temas etmiştik.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

BÜYÜK GÜNAHLAR

Büyük Günahlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.