Bir İnsanın İsmiyle Kaderi Bu Kadar mı Aynı Olur?

Bir insanın ismiyle kaderi bu kadar mı aynı olur, Ya Rab! Fadi’ydi ismi, fedakardı. Üstelik insanlığın “salah”ı için canını feda edecek kadar fedakar...

Hazret-i Davut’un elinde sapan vardı...

Hor görülecek kadar sıradan bir çobandı henüz. Yedi kardeşin en küçüğüydü ve 18 yaşındaydı. Talut’u ikna edip Calut’un üzerine yürüdüğü zaman komutan kendi zırhını ve miğferini ona giydirdiğinde onları taşıyamayacak kadar çelimsiz vücuda sahipti. Karınca kararınca deyip Allah için katılmıştı inananlar ordusuna. Sıcaktan bunalmış ordunun imtihana tabi tutulduğu nehir suyundan sadece bir avuç içerek zorlu sınavdan yüz akı ile çıkmayı başaran bir avuç fedaiden biriydi Hazret-i Davut. Elinde sapan ve bir kaç taş vardı.

SAVAŞIN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN TAŞ

Karşı tarafta heybetli görünümüyle yüreklere korku salan Calut vardı... Çocukluğundan beri usta dövüşçü olmak için özel yetiştirilen, savaş sanatının en ince detaylarına bile vakıf olan bu şövalyenin vahametinden düşmanlar kaçacak delik arardı hep. Her tarafı baştan-başa zırhla kaplıydı ve kocaman kalkanını taşımak için önünde görevli bir asker yürüyordu. Düşman ordusunun çokluğu ve donanımı, olayların gidişatı bir avuç iman ordusunun buracıkta helak olacağını gösteriyordu. Fakat her şey Hazret-i Davut’un attığı bir taşla değişti.

Fadi Ebu Salah’ın da elinde sapan vardı... Pantolonu bacaklarından uzun olan bu kısa adam, Davut yüreği taşıyordu adeta. Karşısına dikildiği düşmanın Calut’tan hiçbir farkı yoktu. Sadece isim değişikliği vardı. Hak ile batıl savaşında dün Calut vardı, bugün Siyonizm...

Bir insanın ismiyle kaderi bu kadar mı aynı olur, Ya Rab! Fadi’ydi ismi, fedakardı. Üstelik insanlığın “salah”ı için canını feda edecek kadar fedakar...

ÜMMETİN NAMUS BEKÇİSİ

Daha önce bu dava uğruna bacaklarını kaybetse de azmini kaybetmeyen, her gün Gazze sınırına gelerek küfre meydan okuyan, zalime karşı dik duran bir babayiğitti o. Hak ile batıl savaşında dik durmak için sağlam bacaklara değil, yüreğe ihtiyaç olduğunu dünyaya öğreten aziz insan, ümmetin namus bekçisi.

Gürül-gürül akan Dünya nehrinden Talut’un sayılı askerleri gibi sadece bir avuç içen, tüm varlığını bir dava uğruna ortaya koyan fedakar insan! Şu koca dünya her şeyi eskitse de seni eskitemeyecek, hep 30 yaşında hatırlayacağız seni, Şehidim! Hatıran hep mülteci çadırının önünde, gül yüzlü çocuğunun başını okşarken çehrene yayılan keder karışık tebessüm olacak...

Hani hep söyleriz ya on yarım insan bir bütün adam etmez diye. Cismi bütün, kalbi yarım kaç kişi, yarım bedeniyle tabuta uzanan Fadi Ebu Salah eder acaba?!

Na’şını görür görmez Asr-ı Saadet’ten hüzünlü bir gün canlandı buğulu gözlerimizde. Hazret-i Peygamber’in sevgili sahabisi genç Mus’ab (r.a), İslam bayrağını yere düşürmemek için, o ulvi sancağı ilelebet dalgalandırmak adına zalime karşı canını siper ederken şehit olmuştu. Arkadaşları bu aziz sahabiyi kefenlemek için hiçbir şey bulamadıklarını ve bu yüzden kendi hırkasına sarmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Oysa ki, bir zamanlar Mekke’nin en varlıklı kişilerindendi Musab. İşte o asil sahabi, yarısı elbise, yarısı otla örtülerek defnedildi.

Fadi Ebu Salah!.. Tabut’u doldurmayan o mübarek cesedinle ta Uhud’a götürdün bizi, biliyor musun? Şehadetin kutlu olsun, güzel insan! Her gün insanlık adına şehit olan ve kocaman tabutlara sığmayan küçücük çocuklar gibiydin sen de. Onlar ölmesin, o masumların yerine Fadi’ler yatsın der gibiydin sanki.

Aziz Şehidim! Sen o gün bacaksız cesedinle bir tabutu dolduramadın, bizse her gün ölüp-ölüp içine girecek bir tabut bulamadık. Tıpkı korkularımızı, dünya sevgimizi, can telaşımızı gömecek bir mezar bulamadığımız gibi. Yarım bıraktığın tabuta arsızlığımızı, dünya sevgimizi, korkularımızı koyamadık maalesef. Yarım kalan tabutunla birlikte insanlığımızı, insanlık onurumuzu defnettik.

“HEDEFE VARMAYAN MIZRAK UTANSIN”

Seni elindeki sapanla, yarım bacakların üzerinde dikilmiş halde hatırlayacağız hep. Biz Ebabil kuşlarını beklerken sen, “hedefe varmayan mızrak utansın” dercesine attığın taşlarla Ebabillerin safındaydın. Son kez dünya hırsını, mal ve can sevgisini elindeki sapana yerleştirerek fırlattın uzaklara. Zira yalnız Fadi’ler, feda edebilir Hakk uğruna canlarını.

Cafer-i Tayyar, Mute’de kollarını kaybedince Hazret-i Peygamber iki kanatla Cennete uçtuğunu söylemişti. Kim bilir kesik bacaklarının yerine Rabbim sana ne ikramlar etmiştir. Şehadetin kutlu olsun, Şehidim! Yüzümüze bakmayan Hanzala, öbür tarafta seni bekliyor mütebessim çehresiyle, eminim. Selamımızı götürür müsün,  bilemem?..

Kaynak: Nurlan Memmedzade, Altınoluk Dergisi, Sayı: 388

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.