Bin Yılı Yeniden İnşa Edecek İki Sarsılmaz Sütun

Bin yılı yeniden inşa edecek iki sarsılmaz sütun: "Ehl-i sünnet omurga ve irfânî derinlik…"

Tarihî günlerden, tarihin akışını şekillendirecek hâdiselerin yaşandığı büyük kriz dönemlerinden geçiyoruz...

Büyük kriz dönemleri, aynı ânda hem kırılma anlarıdır, hem de kurulma zamanları.

Eğer yaşanan krizi bütün boyutlarıyla kavrayarak derinlemesine tahlil edebilirseniz, krizle gelen kırılma deneyimi, yıkımla değil yeniden kurulma yolculuğuna soyunmakla sonuçlanır.

Müslümanlar, tarihlerinin en zorlu buhranlarından birinin tam ortasından geçiyorlar. Tarihte yaşadıkları ikinci büyük medeniyet buhranı bu. Kısaca 3 Z formülü olarak özetlediğim bir buhran bu. Müslümanlar, Mekke süreciyle özdeşleştirdiğim Müslüman Zihni’ni, Medine süreci olarak tarif ettiğim Müslümanca Yaşama Zemin’lerini ve Mekke ile Medine süreçlerinin toplamı olarak tanımladığım Medeniyet fikrini hayatın her alanına nakşetmeleri anlamında Müslüman Zamanı’nı yitirdiler.

İki asırdır yaşadığımız bu ikinci medeniyet buhranını, Müslüman Zihni’ne, Müslümanca Yaşama Zemini’ne ve Müslüman Zamanı’na yeniden kavuşmamızı sağlayacak köklü bir medeniyet tasavvuru geliştirebildiğimiz zaman aşabiliriz ancak.

Burada tedirgin edici olan nokta şu: Müslümanlarda bir medeniyet fikri yok. Herkes medeniyetten bahsedip duruyor ta Tanzimat’tan bu yana ama çaplı ve sahici bir medeniyet fikrinin ipuçlarını yalnızca Sezai Karakoç’ta görüyoruz.

Diğer düşünürlerin, dolayısıyla toplumun medeniyetten anladıkları şey, Batı uygarlığı neyse o. Yani medeniyet kelimesi bize ait ama kavram, dolayısıyla muhtevası bize ait değil!

Tam bir şizofreni hâl-i pür melâli bu. Hayatımızın her alanında kolaylıkla görebileceğimiz bir traji-komedi.

 İSLÂM’SIZ DÜNYA’DAN PEYGAMBERSİZ VE “İSLÂM’SIZ” İSLÂM’A...

İki asırdır yaşadığımız medeniyet krizinin en önemli sonuçlarından biri, Osmanlı’nın yıkılması, Müslüman Hindistan’ın parçalanması, Türk ve Arap dünyalarının kolonileştirilmeleriyle birlikte İslâm dünyasının her bakımdan birliğinin, dirliğinin sigortası işlevi gören Ehl-i Sünnet omurganın çökertilmesi ve sonra İslâm dünyasının sahte paralel dinlere mahkûm edilmeye çalışılmasıdır.

İngilizler, Şark Meselesi olarak adlandırılan iki aşamalı iki asırlık bir strateji geliştirdiler İslâm dünyası üzerinde uygulanmak üzere.

Birinci aşamada, İslâm’ı -yani tarih yapan bir aktör olarak İslâm medeniyetini- tarihten uzaklaştırmak; ikinci aşamada da paralel dinler icat ederek Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak.

Başka bir ifadeyle: İngilizlerin iki asırlık küresel stratejilerinin merkezinde İslâm var: İslâm’ın, önce ilk aşamada tarih yapan bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılması (=İslâm’sız Dünya); sonra da ikinci aşamada Müslümanların İslâm’dan uzaklaştırılması (protestanlaştırılmış, dönüştürülmüş, küresel sisteme boyun eğecek kadar hadım edilmiş, önce Peygambersiz İslâm, sonra “İslâm’sız” İslâm) stratejisi.

Osmanlı’yı durdurarak, İslâm’ın tarih yapan bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılmasını, dolayısıyla İslâm’sız Dünya stratejisini hayata geçirmeyi başardılar.

Laik Türkiye’nin kurulması ve Vehhâbiliğin icat edilmesiyle de “İslâm’sız” İslâm stratejisini hayata geçirmeye başladılar.

 İKİ PARALEL DİN: HÂRİCÎ MANTIĞI VE PROTESTAN İSLÂM

Geldiğimiz nokta itibariyle iki “paralel din” icat ettiler: Vehhâbilik üzerinden neo-selefîliği ürettiler, neo-selefîlik üzerinden de terör örgütlerini... Ve hâricî mantığına dayalı, kendisi gibi düşünmeyen herkesi tekfir eden, İslâm tarihinin hiç bir döneminde gözlenmeyen ruhsuz bir din anlayışını İslâm dünyasının omurgası hâline getirmeyi de başardı İngilizler.

Tarihte ilk defa hâricî mantığına dayalı bir İslâm anlayışı, Müslüman toplumların omurgası hâline getirildi.

Buradan varılmak istenen sonuç, İslâm’ı terörle özdeşleştirerek hem özelde Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak hem de genelde dinin tarihin mezarını boyladığı Batı’da kitlelerin küresel bir dünyada İslâm’a ilgilerini kırmak, dünyanın müslümanlaşma trendine girmesini engellemek ve  Batılıların İslâm’dan nefret etmelerini sağlamak...

Bununla yetinmediler. İkinci bir paralel din daha icat ederek “İslâm’sız” İslâm projesini bir adım daha öteye götürdüler: Bu ikinci paralel din, hayattan uzaklaştırılmış, protestanlaştırılmış, ruhu çalınmış, küresel sisteme boyun eğerek bütün iddialarını terkeden protestanlaştırılmış bir İslâm icat etmek. Bunun en tipik iki örneğinden ilki iki asır önce yine İngilizlerin icat ettiği Kadiyanilik ile FETÖcülük. Kadiyaniliğin söylemleri ile FETÖcülüğün söylemleri çok örtüşüyor.

Laik Türkiye projesiyle önce İslâm’sız Türkiye projesi gerçeğe dönüştürüldü: İslâm, bütün kurumlardan temizlendi; eğitimden, kültür hayatından, düşünce ve sanat hayatından, siyasetten uzaklaştırıldı; sadece namaz, oruç gibi ibadetlere indirgendi; camiye hapsedildi; laik bir din anlayışına dönüştürülerek İslâm sadece bireysel bir inanç meselesi hâline getirildi!

İkinci aşamada da sadece Türkiye’de uygulanan kaskatı laiklik pratiği ile FETÖ gibi oluşumların önü açıldı!

Ve FETÖ, Türkiye’ye üzerine salındı!

BİZE MAHŞERİN ÜÇ ATLISI GEREK: KURUCU MELİKŞAH, UYGULAYICI NİZAMÜLMÜLK VE TEMELLERİ KOYUCU GAZÂLÎ

Uzun vadede amaç, Türkiye’nin İslâmî iddialarına aslâ sahiplenmemesi, dolayısıyla İslâm dünyasına öncülük edebilecek ruh köklerinin kurutulması ve Türkiye’siz İslâm stratejisinin aşama aşama hayata geçirilmesi!

Türkiye’nin başına gelebilecek en büyük felâket budur!

Şunu aslâ unutmayalım: Bu ülkenin varlık nedeni İslâm’dır.

Bu toplum, ancak Müslüman olduktan sonra bu topraklarda üç kıtanın tarihini yapmış, henüz anlaşılamamış ve aşılamamış herkese, her dine, her inanca, her düşünceye hayat hakkı tanıyan ilk ve son küresel medeniyet tecrübesini insanlığa sunmayı başarmıştır.

Özetlemek gerekirse...

Batılı emperyalistler, son iki asır hâriç bin yıldır dünya tarihini Selçuklu ve Osmanlı tecrübeleriyle bizim yaptığımızı çok iyi biliyorlar. O yüzden üç asırdır bizim üzerimizden İslâm’la savaşıyorlar! Hedeflerine büyük ölçüde ulaşmış gibi görünüyorlar.

Ama hesap edemedikleri bir şey var: Türkiye, İslâm dünyasını yeniden toparlayabilecek medeniyet tecrübesine de, şuuruna da sahip yegâne aktör olduğunu kavradı.

O yüzden umut oldu. Türkiye’nin umut olduğu mesajı, Kuzey Afrika’dan Açe’ye, Balkanlar’dan Afrika’nın en ücra köşelerine kadar bütün mazlum halklar tarafından çok iyi alındı.

Sözün özü: Bin yıl önce yaşadığımız birinci medeniyet krizini mahşerin üç atlısının verdiği mücadeleyle aşmıştık: Kurucu Melikşah, Uygulayıcı Nizamülmülk ve Temelleri Koyucu Gazâlî.

Gazâlî’nin öncülüğünde çeyrek asırda bin  yılın tohumları ekildi; hem Moğol ve Haçlı saldırılarını püskürtecek hem de tarihin akışını değiştirecek Ehl-i Sünnet omurga dikildi hem de Avrupa’nın içlerine kadar İslâm’ın dalga dalga yayılmasını sağlayan insanların gönüllerini fetheden irfanî derinlik geliştirildi.

İslâm dünyasının önündeki en büyük iki tehlikenin, hâricî mantığına dayalı İslâm anlayışının da, “peygambersiz İslâm” ve “İslâm’sız İslâm” anlayışının da aşabilmesinin tek yolu var: İslâm dünyasını toparlayacak Ehl-i Sünnet Omurga’nın pekiştirilmesi ve kitlelerin gönülden fethedecek irfanî derinliğin her yere ulaştırılması ve nakşedilmesi...

Kaynak: Yusuf Kaplan, Altınoluk Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Haziran Sayı: 400

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNİ ÖĞRENMEK NEDEN ÖNEMLİDİR?

Peygamberimizin Sünnetini Öğrenmek Neden Önemlidir?

İRFAN NASIL ELDE EDİLİR?

İrfan Nasıl Elde Edilir?

İLMİ İRFANA DÖNÜŞTÜRMEK

İlmi İrfana Dönüştürmek

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.