İlmi İrfana Dönüştürmek
İlmi zihne depolamak kâfî değildir. Mühim olan, ilmin gerektirdiği olgunlukta bir şahsiyet ve karakter sergilemektir. Bu takdirde ilim, irfâna dönüşerek sâlih amellerin vücut bulmasına vesîle olur. Aksi hâlde davranışlara istikâmet vermeyen bir ilim, kuru bir hamallık ve faydasız bir yorgunluktan başka bir şey değildir.
Hadîs-i şerîfte buyrulur: “…Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçiremez.” (Müslim, Zikir, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
DÜNYAYA MEYLETMEKTEN SAKININ
Peygamber Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-, Ehl-i Beytʼini ve bilhassa çok sevdiği kızı Fâtımaʼyı dâimâ dünyaya meyletmekten sakındırmış, her fırsatta sâlih amellere ve âhirete rağbet etmelerini emretmiştir. Son anlarını yaşarken bile en yakınlarına şu îkazda bulunmuştur:
“Ey Rasûlullah Muhammed’in kızı Fâtıma! Ey Safiyye! Allah katında makbûl ameller işleyiniz! (Sâlih amelleriniz yoksa, bana güvenmeyiniz.) Çünkü ben (kulluk yapmadığınız takdirde) sizi Allâh’ın azâbından kurtaramam!” (İbn-i Sa‘d, II, 256; Buhârî, Menâkıb, 13-14; Müslim, Îman, 348-353)
Dolayısıyla kulu Hak katında kurtaracak olan, nesep veya intisap bağı değil, Allah Rasûlüʼne ve Hak dostlarına hâl ve yaşayışıyla ne kadar yakın olabildiğidir. Rasûlullah –sallallahu aleyhi vesellem-ʼin amcası Ebû Leheb, kan bağı itibârıyla Efendimizʼin en yakınlarından idi, fakat Oʼna îmân etmediği için câhiliye karanlığında helâk olup gitti.
Öte yandan aralarında bir akrabâlık bağı bulunmamasına rağmen yaşadığı takvâ hayatı sebebiyle Selmân-ı Fârisî –radıyallahu anh- hakkında Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-:
“–Selman bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir!” buyurmuştur.
Dolayısıyla İslâm büyüklerine gerçek yakınlık; onlara kan bağından ziyâde can bağıyla bağlanmaya ve her hususta onlara âidiyet ve mensûbiyet duygusu içinde yaşamaya bağlıdır. Âhirette kula fayda verecek olan yakınlık da budur.
BİLGİNE YAKIŞIR ŞEKİLDE DAVRANMAZSANIZ!..
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Ne kadar okursan oku, ne kadar bilgi edinirsen edin, bilgine yakışır şekilde davranmazsan (yani takvâ hayatın yoksa) câhilsin demektir.”
“Üzerine birkaç kitap yüklenmeyle, merkep âlim olur mu? O beyinsiz, sırtındakinin odun mu, yoksa kitap mı olduğunu bile fark edemez.”
İlmin hakîkati, Hakkʼın rızâsı istikâmetinde yaşanmasıyla ortaya çıkar. Yaşanmayan bir ilim, âyet-i kerîmede de buyrulduğu üzere; “kitap yüklü merkep misâli” mânâsız bir hamallıktır.
İlim, kişiyi hakîkate, hayra, takvâya, sâlih amellere sevk ediyorsa faydalı ilimdir. Yoksa İblisʼte de ilim vardı, Kârun da ilim sahibiydi. Fakat onlar, ilmi, benliklerini palazlandırmanın vâsıtası kılmışlar, dehşetli bir gurur ve kibir bataklığına sürüklenmişlerdi.
Öte yandan ilmi zihne depolamak da kâfî değildir. Mühim olan, ilmin gerektirdiği olgunlukta bir şahsiyet ve karakter sergilemektir. Bu takdirde ilim, irfâna dönüşerek sâlih amellerin vücut bulmasına vesîle olur. Aksi hâlde davranışlara istikâmet vermeyen bir ilim, kuru bir hamallık ve faydasız bir yorgunluktan başka bir şey değildir.
Nitekim Peygamber Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem- de: “Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabûl edilmeyen duâdan Sana sığınırım.” niyâzında bulunmuştur. (Müslim, Zikir, 73; Nesâî, İstiâze, 13, 65)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler -1-, Erkam Yayınları
YORUMLAR