Ashabın Yapmakta Can Attığı İbadet

Ashâb-ı kirâm hac ve umreye çok ehemmiyet verir, Kâbe’yi tavâf edebilmek için can atar ve bu ulvî ibadetleri hiç terk etmezlerdi. O mübârek beldelerin rûhânî havasını doya doya teneffüs eder, Harameyn’e nüzûl eden mânevî gıdâlarla ruhlarını doyururlardı.

Hazret-i Âdem’den beri bütün peygamberlerin ve âşık gönüllerin bıraktığı mânevî izleri tâkip ederek onların ibretli hâtıralarından tefeyyüz ederlerdi. Rabbimiz’in o mübârek mekânlardaki nişânelerine tâzim ve hürmet gösterir, oradaki mukaddes makamlarda her vesîleyle Hakk’ı zikrederlerdi.

İlk Akabe Bey’ati’ne katılan on iki temsilciden biri olan Berâ bin Ma‘rûr -radıyallâhu anh- bir sonraki sene hac mevsiminde Efendimiz’i ve Kâbe’yi ziyâret etmek için Mekke’ye geleceğine dâir vaadde bulunmuştu. Ancak, söz verdiği vakit gelmeden evvel ölüm döşeğine düştü. Bu durumda âilesine:

“–Allâh’ın Rasûlü’ne olan vaadim sebebiyle, beni Kâbe’ye doğru çeviriniz! Çünkü ben O’na geleceğimi söylemiştim.” dedi ve böylece hem hayattayken hem de öldükten sonra Kâbe’ye yönelenlerin ilki oldu.

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Medîne’yi teşrif buyurduğunda ashâbıyla birlikte Berâ Hazretleri’nin kabri başına gitti, saf bağlatıp cenâze namazını kıldırdı ve:

“Allâh’ım onu affet! Ona rahmet et ve ondan râzı ol!” diye dua buyurdu. (İbn-i Abdilber, I, 153; İbn-i Sa’d, III, 619-620)

BİZİ DUADA UNUTMA!

Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle der:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

«–Yâ Rasûlâllah! Biz de Siz’inle birlikte gazâya çıkıp cihâd etsek olmaz mı?» diye sordum.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Sizin için cihâdın en iyisi ve en güzeli hacdır, hacc-ı mebrûrdur.» buyurdu. Bu sözü Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den işittiğimden beri haccı hiç bırakmadım!” (Buhârî, Cezâü’s-Sayd, 26)

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bir gün umre yapmak için izin istediğinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sevgili kardeşim, bizi de duadan unutma!” buyurmuştu.

Bu iltifata mazhar olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Hazret-i Peygamber’in bana bu hitâbı, benim için dünyaya bedeldir. Dünyayı verselerdi bu kadar sevinmezdim!” diyerek Allah Rasûlü’nün iltifatına nâil olmanın sahâbe için ne kadar büyük bir mânâ ifâde ettiğini ortaya koymuştur. (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1498; Tirmizî, Deavât, 109/3562; İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

ZORLUK VE MEŞAKKATLER NİSPETİNDE SEVABI

Onlar, hac ve umre için fedâkârlıkta bulunmaktan ve bu uğurda meşakkat çekmekten de kaçınmazlardı. Hastalığı sebebiyle umre yapamayan Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“–Yâ Rasûlâllah! İnsanlar hac ve umre ibadetlerinin ikisini de yapmış olarak dönüyorlar; ben ise sadece hac ibadetiyle dönüyorum.” demişti.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:

“–Bekle, temizlendiğin zaman (kardeşin Abdurrahman ile birlikte) Ten’im’e kadar çıkın, oradan umre niyetiyle ihrâma girip telbiye getirin! (Umrenizi tamamladıktan sonra) filân yere bizim yanımıza gelin! Lâkin şunu bil ki, yapacağın umrenin sevâbı, bu uğurda yapacağın harcamalar veya katlanacağın zorluk ve meşakkatler nisbetindedir.buyurdu. (Buhârî, Umre, 8)

Ashâb-ı kirâm hac esnâsında son derece yumuşak ve nâzik hareket ederlerdi. Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün Hazret-i Ömer’e, tavâf esnâsında nezâketle hareket etmesini tavsiye ederek şöyle buyurmuştu:

“–Ey Ömer! Sen güçlü-kuvvetli bir adamsın. Hacer-i Esved’e erişmek için insanları sıkıştırıp zayıflara eziyet etme! Ne rahatsız ol, ne de rahatsız et! Tenhâ bulursan Hacer-i Esved’i istilâm et ve öp, aksi takdirde uzaktan «el sürüp öpme» işareti yap, kelime-i tevhîd okuyarak ve tekbir alarak geç!” (Ahmed, I, 28; Heysemî, III, 241)

Kadınlar, tavâf esnâsında erkeklerin içine karışmazlardı. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- erkeklerden uzak bir yerde tavâf eder, onların arasına girmezdi. Kendisiyle birlikte tavâf eden bir kadın:

“–Ey Mü’minlerin Annesi! Haydi, gidip Hacer-i Esved’e el sürüp istilâm ede­lim!” dediğinde, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- bunu kabul etmemişti.

Hattâ Hazret-i Âişe ve arkadaşları geceleyin, iyice örtünüp tanınmaz bir vaziyette çıkar, öyle tavâf eder­lerdi. Beytullâh’ın içine girip ibadet edeceklerinde, onlar çıkıncaya kadar erkekler oradan çıkarılırdı. (Buhârî, Hac, 64)

SEN DEVENİN ÜZERİNDE TAVAF ET!

Bir defasında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke’den ayrılacaktı. Ancak zevcesi Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- rahatsızlığı sebebiyle henüz tavâf etmemişti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:

“–Sabah namazı için kāmet getirildiğinde insanlar namaz kılarken, sen devenin üzerinde (arka taraftan) tavâf et!” buyurdu. (Buhârî, Hac, 71)

Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- şöyle de­r:

“–Ben (hac esnasında) Rasûlullâh’a rahatsız olduğumu söyle­dim. Bana:

«–Deveye binerek insanların arka tarafından tavâf et!» buyurdu. Ben de öylece tavâf ettim. O esnâda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Beyt’in yanında sabah namazı kıldırıyor ve: «وَالطُّورِ. وَكِتَابٍ مَسْطُورٍ» diye başlayan sûreyi okuyordu.” (Buhârî, Hac, 64)

Bu rivâyetlerden, kadınların erkeklerle beraber tavâf edebileceği, fakat mümkün olduğunca erkeklerin arka tarafından tavâf etmelerinin daha iyi olaca­ğı anlaşılmaktadır. Zira tavaf da namaz gibi, bir ibadettir. Namazda nasıl kadınlar erkek­lerin arkasında dururlarsa, tavafta da öyle olmaları gerekir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.