Ashabın Şehadet Aşkı

Uhud Savaşı’nda neler oldu? İşte Ashab-ı kiramın Uhud Savaşı’nda gösterdiği destansı kahramanlık...

Ensâr’dan Selimeoğulları’nın reisi Amr bin Cemûh, topal bir kimse idi. Kendisinin dört oğlu olup Allâh Resûlü ile birlikte savaşlara katılırlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz Uhud Gazvesi’ne çıkacağı sırada Amr da sefere katılmak istedi. Oğulları:

“–Sen cihâd ile mükellef değilsin. Allâh Teâlâ seni özür sâhibi olarak kabûl etti. Biz senin yerine gidiyoruz.” dediler. Amr:

“–Siz Bedir günü benim cennete girmeme mânî oldunuz. Vallâhi ben bugün sağ kalsam dahî, muhakkak bir gün şehîd olup cennete gireceğim!” dedi. Sonra hanımına da:

“–Herkes şehît olup cennete giderken ben sizin yanınızda oturup duracak mıyım?” diyerek çıkıştı. Hemen kalkanını aldı ve:

“–Allâh’ım! Beni âileme geri çevirme!” diye duâ ettikten sonra Resûlullâh’ın yanına gitti. Peygamber Efendimiz’e:

“–Oğullarım beni Medîne’de bırakmak istiyorlar. Beni, Sen’inle birlikte savaşa çıkmaktan menediyorlar. Vallâhi, ben şu topal hâlimle cennete ayak basmayı arzuluyorum.” dedi. Allâh Resûlü:

“–Allâh Teâlâ seni mâzur görmüştür. Sana cihâd farz değildir.” buyurdu. Amr (r.a.):

“–Yâ Resûlallâh! Sen benim Allâh yolunda ölünceye kadar savaşarak şehîd olup şu topal ayağımla cennette yürümemi uygun görmez misin?” dedi. Nebiyy-i zî-şân Efendimiz:

“–Evet, uygun görürüm.” buyurdu. Amr’ın oğullarına da:

“–Artık babanızı savaştan menetmeyiniz. Umulur ki, Allâh ona şehâdet nasîb eder.” buyurdu. Amr kıbleye döndü ve:

“Allâh’ım! Bana şehîdlik nasîb et! Beni mahrum ve me’yûs olarak ev halkımın yanına döndürme!” diyerek duâ etti ve cihâda katıldı.

Uhud Harbi’ne iştirâk eden, şehâdet heyecânıyle dolu bu sahâbî, cihâd esnâsında; “Vallâhi ben cenneti özlüyorum.” demiş, netîcede kendisini korumaya çalışan bir oğlu ile birlikte bu savaşta şehît düşmüştür. Daha sonra Sevgili Peygamberimiz onun hakkında:

“Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, Amr’ın cennette topallayarak yürüdüğünü gördüm!” buyurmuştur. (Vâkıdî, I, 264-265; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 208)

İYİ OK ATICI

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Uhud Harbi’ne çıkacağı esnâda ordusunu teftîş ediyordu. Savaşa katılabilecek yaştaki gençlere izin veriyor, müsâit olmayanları ise geri çeviriyordu. Semüre bin Cündeb ile Râfî bin Hadîc de geri çevrilenler arasında idi. Züheyr bin Râfî:

“–Yâ Resûlallâh! Râfî iyi ok atıcıdır!” diyerek onun ordudan ayrılmamasını istedi. Râfî bin Hadîc hâdisenin devâmını şöyle anlatır:

“Ayaklarımda mestlerim vardı. Parmaklarımın ucuna basarak uzun görünmeye çalıştım. Resûlullâh da benim orduya katılmama izin verdi. Semüre bin Cündeb, bana müsâade edildiğini duyunca, üvey babası Mürey bin Sinân’a:

«–Babacığım! Resûlullâh Râfî’ye müsâade etti. Beni ise geri çevirdi. Hâlbuki ben güreşte onu yenebilirim.» dedi. Mürey (r.a.):

«–Yâ Resûlallâh! Benim oğlumu geri çevirip Râfî’ye izin verdiniz. Oysa oğlum güreşte Râfî’yi yener.» dedi. Allâh Rasûlü, Semüre ile bana:

«–Haydi güreşin bakalım!» dedi.

Güreştik, netîcede Semüre beni yendi. Bunun üzerine Resûlullâh ona da izin verdi.” (Taberî, Târîh, II, 505-506; Vâkıdî, I, 216)

UHU SAVAŞI’NDA NELER OLDU?

Hazret-i Peygamber, ordusunun arkasını Uhud Dağı’na verdi. Ayneyn Tepesi’ne de düşmanın bu aradaki vâdiden saldırma ihtimâline karşı elli okçu yerleştirdi. Başlarına Abdullâh bin Cübeyr’i tâyin ederek onlara şu tembihte bulundu:

“−Siz bizim arkamızı muhâfaza edeceksiniz. Düşman gâlip gelsin veya mağlûb olsun, benden haber gelmedikçe yerlerinizden ayrılmayınız!” (İbn-i Hişâm, III, 10; Ahmed, I, 288)

Harp, âdet olduğu üzere, yine mübâreze ile başladı. Allâh’ın Arslanı Hazret-i Ali, müşriklerin sancaktârı Talha’yı bir vuruşta yere serdi. Kureyş sancağını alan Talha’nın kardeşi Osmân’ı da Hazret-i Hamza; üçüncü sancaktârı ise Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.) öldürdü.

Nihâyet harp, bütün şiddetiyle başladı. Çarpışma iyice kızıştığı bir sırada Allâh Resûlü, üzerinde:

“Korkaklıkta âr ve zillet, ileri atılmakta şeref ve izzet vardır!” sözleri yazılı kılıcını göstererek:

“−Bunu benden kim alır?” diye sordu. Sahâbîler:

“−Ben, ben!” diyerek onu almak üzere ellerini uzattılar. Efendimiz:

“−Bu kılıcı, hakkını vermek üzere kim alır?” diye sorunca, onu almaktan çekindiler. Ensâr’dan Ebû Dücâne -radıyallâhu anh- ayağa kalkıp:

“−Onun hakkı nedir ey Allâh’ın Resûlü?” diye sordu. Peygamber Efendimiz:

“−Onun hakkı, eğilip bükülünceye kadar, düşmanla vuruşmandır...” buyurdu. Ebû Dücâne:

“−Ben onu hakkını vermek üzere alırım yâ Resûlallâh!” dedi.

Ebû Dücâne kılıcı aldı, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı ve İslâm saflarıyla müşriklerin safları arasında, kurula kurula, çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Peygamber Efendimiz onun gururlu ve kibirli bir şekilde yürüdüğünü görünce:

“−Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allâh ona bu gibi durumların hâricinde buğzeder!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 11-12; Vâkıdî, I, 259; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 128)

MUHAYRIK NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

Harp esnâsında yahûdî âlimlerinden Muhayrık Müslüman oldu. O, Peygamber Efendimiz’i Tevrât’ta anlatılan sıfatlarıyla çok iyi tanırdı. İlmen bulduğu hakîkati Uhud’a kadar açıklayamamıştı. Âlemlerin Efendisi Uhud Savaşı’na çıktığı zaman yahûdîlere:

“–Ey Yahûdî cemaati! Vallâhi siz Muhammed’in Peygamber olduğunu ve O’na yardım etmeniz gerektiğini pekâlâ biliyorsunuz!” dedi. Yahûdîler:

“–Bugün cumartesi günüdür; hiçbir şeyle uğraşılmaz!” dediler. Muhayrık:

“–Sizin için cumartesi diye bir şey yoktur!” dedi. Kılıcını ve ihtiyaç duyduğu malzemeleri yanına alıp akrabâlarından birisine:

“–Eğer bugün öldürülürsem bütün mal varlığım Muhammed’indir. O, Allâh’ın gösterdiği şekilde onları kullanır!” diyerek vasiyette bulundu. Uhud’da savaşmaya gitti ve şehîd oldu. Bıraktığı yedi hurma bahçesini Peygamber teslîm alıp vakfetti ve:

“–Muhayrık, yahûdîlerin en hayırlısıdır!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 38; Vâkıdî, I, 263; İbn-i Sa’d, I, 501-503)

Uhud’da birbirinden ibretli sahneler yaşanıyordu:

Kuzman adlı bir Medîneli, savaşta yedi kişiyi öldürmüş, kendisi de ağır bir yara alarak ölmüştü. Buna rağmen Allâh Resûlü:

“–Kuzman cehennemliktir!” buyurdu. Çünkü o, son nefesinde kendisine:

“−Şehîdliğin mübârek olsun ey Kuzman!” diyen Katâde bin Nûmân’a:

“–Ben kabîlem için savaştım; şehîtlik için değil!” demiş ve kılıcına abanarak intiharla canına kıymıştı. (Vâkıdî, I, 263)

Buna karşılık, kabîlesinin İslâm’a girmesine önce îtirâz eden sonra da pişman olan Usayram, tepeden tırnağa silâhlanmış bir hâlde Nebî’ye geldi ve:

“–Yâ Resûlallâh! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Önce müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu. Bunun üzerine Usayram müslüman oldu, sonra savaştı ve şehîd oldu. Resûlullâh:

“–Az çalıştı, fakat çok kazandı!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13; Müslim, İmâre, 144)

Yaralıların arasında yatarken, kendisine meraklı nazarlarla bakanlara son nefesinde:

“–Ben müslüman olmak için geldim. Allâh ve Resûlü uğrunda çarpıştım ve yaralandım!” diyordu.

Ebû Hüreyre (r.a.), bu zâtı bir bilmece gibi sahâbîlere sorar:

“–Bana söyleyin bakalım, hayâtında bir kere bile namaz kılmadan cennete giren kişi kimdir?” derdi. İnsanlar cevâbını bilemez, kendisinin söylemesini isterlerdi. Ebû Hüreyre de:

“–O, Usayram, yâni Amr bin Sâbit’tir!” derdi. (İbn-i Hişâm, III, 39-40; Vâkıdî, I, 262)

Savaş esnâsında Abdullâh bin Cahş’ın (r.a.) kılıcı kırılmıştı. Varlık Nûru Efendimiz ona bir hurma dalı verdi. Hurma dalı Hazret-i Abdullâh’ın elinde bir kılıç oluverdi. Abdullâh şehîd oluncaya kadar bu kılıcı kullandı. “Urcun” ismi verilen bu kılıç, Abdullâh bin Cahş’ın vârislerindeyken, onu Türk beylerinden biri, iki yüz dinara (altına) satın aldı.

Müslümanların görülmemiş bir şevkle düşman üzerine atılmaları, kısa zamanda zaferle netîcelendi; sayı ve techizât bakımından üstün olan düşman kaçmaya başladı. Ancak Müslümanlar, bir müddet düşmanı kovaladıktan sonra zaferlerinden tamâmen emîn olup ganîmet toplamaya başladılar. Hattâ Allâh Resûlü’nün tembihâtını hatırlatan kumandanlarının ısrârına rağmen okçular da yerlerini terk ederek ganîmet toplamaya koştular. Tepede yalnız okçuların emîri Abdullâh ile yedi arkadaşı kalmıştı.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Düşmanın uyanık kumandanlarından Hâlid bin Velîd, süvârî birliği ile beklediği fırsatı ele geçirmişti. Emrindeki süvârîlerle derhâl, okçuların bulunduğu tepenin arkasından dolaşarak Abdullâh’ı ve diğer okçuları kısa zamanda şehîd ettiler. Ganîmet toplayan Müslümanların arka taraflarından şiddetli bir saldırı başlattılar. Bozguna uğrayıp kaçmakta olan düşman askerleri de bu durumu görünce derhâl geri dönerek, Müslümanların üzerine yeniden hücûma geçtiler. İslâm ordusu iki ateş arasında kaldı. Aralarında karışıklık çıktı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.