Allah’ın Zati Sıfatları Kaç Tanedir ve Nelerdir? Maddeler Halinde Anlamları

Allah’ın (c.c) zati sıfatları kaç tanedir ve nelerdir? Allah'ın (c.c) zati sıfatları ve anlamları...

Allah’ın (c.c) zatî sıfatları nelerdir? İşte maddeler halinde, anlamları ile Allah’ın (c.c) zatî sıfatları...

a-Vücud (Varlığının Zaruri Olması)

Allah’ın var olması ve varlığının hiçbir şeye muhtaç olmaması demektir. Allah vacibu’l-vücuddur, yani varlığı zorunlu olup yokluğu düşünülemez. Cenab-ı Hakk’ın dışındaki varlıklar ise mümkinü’l-vücud’dur, yani olmaları zorunlu değildir, olmasalar da olur. Yüce Allah bu hususta şöyle buyurur:

“Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O,  Hayy (diri) ve Kayyum’dur (bütün mahlukatın idaresi kendisine aittir). Kendisine ne uyku gelir ne uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’na aittir.”[7]

Kainatta akılları hayret ve acze düşüren bir nizam ve ahengin bulunduğu aşikardır.  Bu nizam ve ahenk, kainat yaratılalı beri son derece hassas hesapların ilahî dengesi içerisinde hiç şaşmadan devam etmektedir.

Malum olduğu üzere dünyanın ekseninde 23.5 derecelik bir eğim bulunmaktadır. Şayet bu eğim olmasaydı, mevsimler oluşmazdı. Aynı şekilde güneşle dünyamız arasındaki mesafe biraz fazla olsaydı, her yer  buz haline gelir, ya da mesafe biraz yakın olsaydı, her şey yanar kül olurdu. İşte bu nizam ve ahengin bozulmadan devam etmesi, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren en kuvvetli delillerden biridir. Allah’ın varlığı ve birliğine delalet eden benzer misalleri saymakla bitiremeyiz. Yüce Allah bu nizama şöyle dikkat çekiyor:

O Allah yedi semayı birbiri üzerinde tabaka tabaka yarattı, Rahman’ın bu yaratmasında bir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak. Bir nizamsızlık göruyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevir ve bak. Göz aradığı nizamsızlığı bulamadan hor ve hakir sana döner.[8]

b-Kıdem (Ezeli Olması)

Yüce Allah’ın evvelinin olmaması demektir. Evvel, ahir, başlangıç, sonuç gibi kelimeler, zaman ifade eden sözlerdir. Halbuki zamanı da yaratan Yüce Allah’tır. O,  zaman ve mekandan münezzehtir.

Allah Teala “O Allah evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır...”[9] buyurur. Ancak buradaki evvel ve ahir kelimeleri, Allah’a zaman izafe etmez. Bunların manası, mahlukata nispetle evvel ve ahir olarak nitelendirilmektedir. Zira bu sıfatlar, daha mahlukat yaratılmadan önce Allah Teala’nın mevcud olması, mahlukat yok olduktan sonra da varlığının devam etmesi demektir.

Hıristiyanlıkta Baba Tanrı ile birlikte Tanrı Kelamı olarak vasıflandırılan Oğul İsa da ezeli bir varlık olarak kabul edilir. Nitekim Yuhanna İncilinde şöyle denir: “Kelam başlangıçta var idi ve kelam Allah nezdinde idi ve Kelam Allah idi, o başlangıçta Allah nezdinde idi, her şey onunla oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz olmadı...”[10]

Yukarıdaki ifadelerde de görüldüğü gibi Hırisitiyanlıkta iki ezeli varlığın bulunduğu iddia edilir. Hıristiyanlar, bir taraftan İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu savunurlar. Buna göre İsa Tanrı tarafından yaratılmış bir varlıktır. Diğer taraftan İsa’nın Tanrı’nın ezelî bir kelamı olduğunu öne sürerler. Buna göre de İsa’nın yaratılmamış bir varlık olması (oğul olmaması) gerekir. Bu iki durum, Hıristiyanlıktaki Tanrı inancının kendi içinde çelişkili olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

c-Beka (Ebedî Olması)

Allah Teala’nın sonunun olmaması, ebedî olması demektir. Allah tarafından yaratılan canlı-cansız her varlığın belirli bir eceli/sonu vardır. Allah’ın dışında eceli gelen her varlık, yok olacaktır.

Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O’nun zatından başka herşey yok olacaktır. Hüküm O’na aittir ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.” Başka bir ayette de şöyle buyrulur:  “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabb’inin zatı baki kalacaktır.”[11]

d-Vahdaniyyet (Bir Olması)

Yüce Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir tek olması; eşi, ortağı ve benzerinin bulunmaması demektir. Allah hakkında vahdaniyyetin zıddı olan çokluk ve şirk düşünülemez.

İslâm inancına göre Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sadece sayı açısından değil, O’nun zatında, sıfatlarında, fiillerinde, yücelik ve şerefte, hüküm ve otoritede eşi ve benzeri olmayışı açısındandır. Allah’tan başka hiçbir yaratıcı yoktur ve kulluk ancak Allah’a yapılır.

Kur’an-ı Kerim baştan sona dikkatli bir şekilde gözden geçerilirse Allah’ın, kullarından talep ettiği en mühim hususun vahdaniyet prensibi olduğu görülür. Yüce Allah, teslis ve şirk gibi vahdaniyyet ilkesini zedeleyici her türlü inancı kesinlikle reddeder. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın birliğinden, eşi ve benzeri bulunmadığından bahseden pek çok ayet vardır:

“De ki: O Allah’tır, bir tektir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na denk olamaz.”[12]

“Allah hiçbir evlat edinmemiştir. O’nunla birlikte hiçbir tanrı da yoktur. Öyle olsaydı bu durumda her tanrı kendi yarattığını alır götürür, kimi kiminin üzerinde yücelik iddia ederdi. Allah, inkarcıların  isnadlarından münezzehtir.”[13]

Evrenin yaratılışındaki ahenk ve düzen, tabiat kanunlarının en küçük sapma dahi göstermeden sürüp gitmesi, yaratıcının bir ve tek olduğunun en büyük delilidir. Şayet kainatı idare eden kudret tek ve bir olmasaydı, iradeler arasındaki farklılıklar sebebiyle evrendeki eşsiz düzen ve sistem birbirine karışır, adeta bir kaos olur ve neticede hayat imkansız hale gelirdi.

Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulur: “Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka tanrılar olsaydı, gökler ve yerin düzeni bozulurdu.”[14] Yerle göklerin düzeni bozulmadığına göre Yaratıcı olan Allah tektir, onun eşi ve benzeri yoktur.

Daha önce de Yahudiler, sürgünde kaybolmuş olan Tevrat’ı tekrar derleyip topladığı için  Uzeyir’e (İbranicede Ezra) aşırı bir tazimde bulunmuş ve onu Allah’ın oğlu olarak kabul etmişlerdir. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde şöyle ifade edilmiştir:

“Yahudiler Uzeyir Allah’ın oğludur dediler. Hıristiyanlar da Mesih Allah’ın oğludur dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri sözleridir (gerçekle alakası yoktur). Bu söz, kafirlerin sözlerine benzemektedir. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan yüzçeviriyorlar. Yahudiler Allah’ı bırakip hahamlarını; Hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oglu Mesihi rab edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. O’dan başka hiçbir ilah yoktur. Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehhtir.”[15]

Yahudiler Tevrat’ın hükümleriyle amel etmeyi bırakınca Yüce Allah Tevrat’ı ihtiva eden Tabut’u (Ahid Sandığını) ortadan kaldırmış ve böylece Tabut düşmanların eline geçmiştir. Neticede Tevrat’ın yazılı metni yahudilerin ellerinden gittiği gibi hafızalarındaki âyetler de zaman içerisinde büsbütün silinmiştir.

Tevrat’ın ortadan kalkmasına üzülen Üzeyir’in (Ezra), Tevrat’ın kendisine verilmesi için çok yalvardığı rivayet edilmiştir. Nihayet Allah’a ibadet ederken Allah tarafından içine bir nur dolduğu ve Tevrat’ın olduğu gibi kalbine doğduğu ileri sürülmüştür. Üzeyir Allah’ın Tevrat’ı kendisine verdiğini kavmine duyurmuş ve Kutsal kitabı kavmine öğretmiştir. Bundan dolayı, İsrail Oğulları “Üzeyir Allah’ın oğlu olmasaydı Tevrat kendisine verilmezdi” diyerek kendisine Allah’ın oğlu yakıştırmasında bulunmuşlardır.[16]

İsrail Oğulları’ndan alınmış olan bu rivayetin Tevrat’a sahihlik kazandırmak için yahudilerin uydurması olduğu anlaşılmaktadır. Gerçek şudur ki yahudilerin kutsal kitaplarını taşıyan sandık, birkaç kez düşmanların eline geçmiş, kutsal kitap saldırıya uğramiş, bizzat Hz. Musa’ya verilen vahiy nüshaları kaybolmuştur.

Yahudi din adamları hafızalarında kalan âyetleri parça parça yazmışlardır.  Babil esaretinde iyi bir yazıcı olan Ezra bu şifahi ve kısmen yazılı rivayetleri bir araya toplayip yahudi kutsal kitabını bir bütün halinde ortaya çıkarmıştır. Bu hizmetinden dolayı Ezra İsrail Oğullarının takdir ve saygısını kazanmış, bu saygı zamanla o kadar aşırı bir noktaya varmış ki bir kısım yahudiler Ezra’ya ikinci  Musa demişler ve hatta daha da ileri giderek onu Allah’ın oğlu saymışlardır.[17] Kur’an-ı Kerim yahudilerin bu yanlış inançlarını kesinlikle reddetmektedir.[18]

İncillerde Cenab-ı Hak hakkında “peder” sözünün kullanıldığı görülür. Bunun hakiki olarak değil, mecazi olarak kullanıldığı ve Mâlik, Hâfız manasına geldiği kabul edilir. Çünkü, incillerde Cenab-ı Hakk’ın yalnız Hazreti İsa’nın  değil, insanların da Pederi olduğu yazılıdır.[19]

Eğer oğulluk Hazreti İsa hakkında hakiki manada ise, insanlar hakkında da hakiki manada olmalıdır. O halde, insanların dahi Allah’ın oğulları olmaları lazım gelir. Bunun Hazreti İsa’ya has kılınmasında bir mana bulunamaz. Eğer oğulluk, insanlar hakkında mecazi manada ise ise, Hazreti İsa hakkında da mecazi olması gerekir. Dolayısıyla Yüce Allah, hiç kimsenin pederi olmadığı gibi, hiç kimse de O’nun oğlu değildir. Netice itibarı ile hıristiyanların baba-oğul ilişkisinde açık bir çelişkiye düştükleri görülür.[20]

Hıristiyan propagandacıların (misyonerlerin) iddialarının tersine incillerde Hazreti İsa’nın peygamberden başka bir şey olmadığı açıkça ifade edilir.[21]

Hıristiyanlığın dayandığı Eski Ahit’te titiz bir şekilde üzerinde durulan Tevhid inancı, Hint ve Yunan kültürünün etkisiyle tevhide aykırı bir şekle girmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi teslisin Hıristiyanlığa girmesi hayli sonra olmuştur.

Başlangıçta saf bir tevhid akidesine sahip olan Hıristiyanlığ’a sonradan girmiş bulunan teslis inancının incillerde sağlam bir deliline rastlanmamaktadır. Aksine muharref incillerde bile Tanrı’nın tek olduğu bir çok yerde vurgulanmıştır. Nitekim İsa şöyle demiştir: “Dinle ey İsrail! Allah’ınız Rab bir olan  Rab’dir.[22]

325 yılında toplanan İznik konsilinde henüz teslis yoktu. Orada sadece Baba ve Oğul’un tanrı olduğu ve onların aynı cevherden meydana geldiği iddia edilerek ikili bir tanrı telakisi kabul edildi. Daha sonra 533 yılında toplanan Kostantinopolis konsilinde teslis inancı benimsendi.

Bugün yapılan itirazlar karşısında teslisin yorumu yapılarak “Tanrı tektir ve güç ondadır, İsa ise onun sadece oğludur, Ruhul-kudüs de gücüdür.” gibi ifadeler, Hıristiyanlık inancını teslisten kurtarmaya yetmemektedir. Ayrıca her türlü noksanlıklardan ve beşeri sıfatlardan münezzeh olan Allah’a oğul isnadı, Yüce Allah tarafından şiddetle reddedilmiştir.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Allah oğul edindi dediler.  Haşa! O, bundan münezzehtir. O, zengindir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur). Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. Onun oğlu olduğu hakkında hiçbir deliliniz yoktur. Allah’a karşı ilim ile ispat edemeyeceğiniz şey mi isnad ediyorsunuz. De ki elbette Allah hakkında yalan uyduranlar iflah olmazlar.[23]

Yüce Allah bir çok âyette Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul edenlerin mümin olmadığını, hıristiyanların bu iddialarıyla Allah’a ortak koştuklarını haber vermekte; Hz. İsa’nın da diğer peygamberler gibi ancak Allah’ın bir elçisi olduğunu bildirmektedir. Bu husus şu âyetlerde çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir:

“Şüphesiz ‘Allah ancak Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler elbette kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih ‘Ey İsrail Oğulları! Benim ve sizin Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin. Zira kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun ebedî ikametgahi cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur’ demiştir.”

“Şüphesiz ‘Allah üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kafir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer onlar bu dediklerinden vazgeçmezlerse içlerinden kafir olanlara yakıcı bir azap isabet edecektir.” “Hala Allah’a tevbe edip O’ndan mağfiret dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”

“Meryem oğlu Mesih ancak ve ancak bir peygamberdir. Ondan önce de bir çok peygamber gönderilmiştir. İsa’nın annesi de sıddika (özü sözü doğru) bir hanımdır. Onların ikisi de yaşamak için yemek yerlerdi (Yaşamak için yemeğe ihtiyacı olan nasıl tanrı olabilir?) İşte bak onlara delilleri nasıl açıklıyoruz. Bak haktan nasıl da yüz çeviriyorlar!”[24]

Bu ve benzeri âyetlerde Hz. İsa’nın ancak bir peygamber olduğu, insanları yalnız tevhide davet ettiği görülmektedir. Yine benzer âyetlerde Allah’ın birliğine, eşi ve benzeri olmadığına vurgu yapılmakta, buna mukabil teslis gibi tevhide aykırı inançlar kesin olarak reddedilmektedir.[25]

İncillerde Hz. İsa’nın istemeyerek çarmıha gerildiğini gösteren ifadeler bulunmaktadır. Mesela Hz. İsa çarmıha gerilmesi için götürülürken kendisine hakaretler edilmiş, üzerine tükürülmüş ve kendisiyle alay edilmiştir. Ayrıca hıristiyanların iddiasına göre İsa çarmıha gerilirken “Allah’ım, Allah’ım! Beni niçin bıraktın?” diye yüksek sesle Allah’tan yardım dilemiştir.[26]

Eğer iddia edildiği gibi Hz. İsa’da ilahlık vasfı olsa idi, sosyal ve siyasi açıdan oldukça zayıf bir durumda olan yahudilerin elinde aciz kalıp kurtulmak için sığınacak bir yer arama lüzumu elbette hissetmezdi.

Hz. İsa’nın uluhiyeti iddia edilirken, onun öldürüldüğü de kabul edilmektedir. O halde onun ölümünden sonra kainatın devam ve bekası, tanrılardan biri olmadan eksik tanrı ile nasıl mümkün olabilmiştir? Ya da o doğmadan önce  dünya ve insanlık eksik tanrılarla mı idare edilmiştir?

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, hıristiyanların tanrısı kendisini bile korumaktan aciz, zavallı bir tanrı görünümündedir.

İslâm dini, mensuplarına tevhid hususunda son derece hassas olmalarını emretmiş, tevhidi zedeleyecek en küçük hususları bile şiddetle reddetmiştir.

İslâm tarihinde, Hz. Muhammed (s.a.) ile Necran hıristiyanları arasında geçen şu olay, onların Hz.  İsa’ya uluhiyet isnadında samimi olmadıklarını göstermesi bakımından ilginçtir:

Necran hıristiyanlarından bir heyet Rasulullah’a (s.a.) gelerek: “Kur’an-ı Kerim de Hz. İsa’nın babasız olduğunu kabul ettiğine göre o, Allah’tır” dediler. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:

“Ey Resulüm! Seninle bu hususta tartışanlara de ki: Geliniz, sizler ve bizler, siz kendi çocuklarınızı, biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım. Sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lanet dileyelim...[27]

Allah Rasulü (s.a.) âyet-i kerime gereğince bu teklifi yaptığında Necranlı hıristiyanlar buna yanaşmamışlardır. Onların bu haraketi de açık bir şekilde Hz. İsa’nın ilah olmadığını, bunu bizzat hıristiyanların da kabul ettiğini göstermektedir.

 Bütün bu izahlardan da anlaşıldığı gibi İslâm inancının temel esasını vahdaniyyet prensibi  oluşuturur. İslâm, düalizm (iki tanrıcılık), şirk, teslis gibi tevhid akidesine aykırı olan tüm inaçları reddeder.[28]

“İlahınız bir tek ilahtır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir” [29]

e-Muhalefetün Lil-Havadis (Yaratılanlara Benzememesi)

Yüce Allah, yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemez. O’nun eşi ve benzeri yoktur. O her türlü beşerî sıfatlardan münezzehtir.

Bugün aslı bozulmuş dinlerin inanç sistemlerinden birisi de bu hususla yakından alakalıdır. Onlar Yüce Allah’ın müteal ve her türlü noksanlıklardan münezzeh olması ve hiçbir beşere benzememesi şeklindeki doğru inançtan sapmışlar, kendi arzularına göre derledikleri kitaplarında Allah hakkında nice beşerî yakıştırmalarda bulunmuşlardır.

Özellikle Tevrat’ta yahudilerin tanrısı Yahve beşerî/antropomorfik karakterli bir tanrı olarak zikredilir. O insan şeklinde yeryüzüne inen, insanlarla görüşen, yemek yiyen, su içen, yorulan, dinlenen, koklayan, ayaklarını yıkayan, ya da insanlarla güreş tutup yenilen bir tanrı olarak tezahür eder. Bu haliyle o sadece yahudilerin tanrısı olarak bir kabile veya klan tanrısına indirgenmiştir.[30]

İnsanoğlunun kendi hayal dünyansında üretip sonra da inanmaya kalktığı yanlış tanrı telakkilerine cevap olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “O’nun aynısı gibi bir ilahın bulunması şöyle dursun O’na benzer bile hiçbir ilah yoktur.”[31]

f-Kıyam Bi Nefsihi (Hiçbirşeye Muhtaç Olmaması)

Yüce Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmaması, bütün mahlukatın kendisine muhtaç olması demektir. Yüce Allah kendiliğinden vardır. Var olmak için bir yaratıcıya, bir zamana, bir yere ve bir sebebe muhtaç değildir. Allah’tan başka bütün varlıklar gerek varoluşlarında gerekse yokoluşlarında Allah’a muhtaçtırlar.

Yüce Allah şöyle buyuyur: “De ki: Allah bir tektir. Allah her şeyden müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir (Samed’dir).[32] “Ey iman edenler! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır), övülmeye layıktır.” [33]

Dipnotlar:

[7] Bakara, 2/255.

[8] Mülk, 67/3-4.

[9] Hadid, 57/3.

[10] Yuhanna, 1/1-4.

[11] Kasas, 28/88; Rahman, 55/26-27.

[12] İhlas, 112/1-4.

[13] Mü’minun, 23/91.

[14] Enbiya, 21/22.

[15] Tevbe, 9/30-31.

[16] İbn Cerir et-Taberi, Cami’ul-beyan, X, 111.

[17] Ekrem Sarıkçıoğlu, age, s. 225.

[18] Muharref Tevrat’ta Uzeyir’in (Ezra) Allah’ın oğlu olduğu açık bir şekilde belirtilmemişse de orada Allah’a oğul isnadına zaman zaman rastlanmaktadır. Bk. Ahd-i Atik, Tekvin, 4/2-4; Çıkış, 4/22-23; Tesniye, 14; II. Samuel, 7/14; Eyyub, 1, 6.

[19] Matta, 5/9, 45; Yuhanna, 20/17.

[20] M.Asim Köksal, İslamiyet ve Hıristiyanlık Hakkında İki Risale, İstanbul, 2000, s. 13.

[21] Matta, 13/15, 57; 21/10, 11.

[22] Matta,  23/8.

[23] Yûnus, 10/68-69.

[24] Mâide, 5/72-76.

[25] Konu ile ilgili ayetler için bk. Nısa, 4/171-172; Maide, 5/, 17-18, 109, 116-117.

[26] Matta, 27/30, 46.

[27] Al-i İmran, 3/61.

[28] İbn Kesir, Tefsir, Beyrut, 1988,  I, 375-379.

[29] Bakara, 2/163

[30] Şinasi Gündüz, agm,  s. 72, 73.

[31] Şura, 42/11.

[32] İhlas, 112/1-2.

[33] Fatır, 35/15.

Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik  Hıristiyanlık ve İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

YAHUDİLİK VE HIRİSTİYANLIKTAKİ TANRI İNANCININ İSLÂM AKAİDİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Yahudilik Ve Hıristiyanlıktaki Tanrı İnancının İslâm Akaidi Açısından Değerlendirilmesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.