Allah'ı Bir Şeye Benzetmek Mümkün mü?

İnsan aklı; gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri yoktan var eden Allah Teâlâ’yı kâmil mânâda idrâk edemez. Zira beşerî ilmin yolu, beş duyu, akıl ve kalptir. Bütün bu idrak kâbiliyetlerinin kudreti ise sınırlıdır. Kudret ve selâhiyeti sınırlı olan vâsıtalarla Bâkî, Mutlak, Ezelî ve Ebedî olan bir varlık kavranamaz.

ALLAH'I ZÂTI İTİBARIYLA TEFEKKÜR EDEMEYİZ

Mahdut vâsıtalarla olan idrak, ancak mahdut olarak gerçekleşebilir. Zira sınırlı olanın sınırsızı idrâki mümkün değildir. Okyanustan ancak kabımız kadar su alabiliriz. Şu hadîs-i şerîf, bu gerçeği ne güzel hulâsa eder:

“(Hızır -aleyhisselâm-’ın, Mûsâ -aleyhisselâm-’a acâip, garâip ve hikmeti meçhul hâdiseler gösterdiği seyahat esnâsında), bir serçe kuşu gelerek, bindikleri geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hızır -aleyhisselâm-, bu manzarayı Mûsâ -aleyhisselâm-’a göstererek şu teşbihte bulundu:

«–Allâh’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.» (Buhârî, Tefsîr, 18/2-4)

Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ı zâtı itibârıyla düşünüp tefekkür etmeye kalkışmak, birtakım hayaller ve evhamlardan öte bir şey kazandırmaz ve sâlim inancı zedeler. Zira gözün bir görme mesâfesi vardır. Kulağın işitme mesafesi vardır. Vücuttaki her âzânın mahdut bir güç ve tâkâti vardır. Aynı şekilde aklın da bir hudûdu vardır ve onun ötesinde başka âlemler bulunmaktadır. Aklın mesâfesi aşılırsa akıl infilâk eder ve cinnet hâli meydana gelir. Bu sebeple Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ’nın yarattıkları ve nîmetleri üzerinde tefekkür edin, fakat Zât’ı üzerinde düşünmeyin! Zira siz, O’nun kadrini (lâyık olduğu şekilde) aslâ takdîr edemezsiniz.” (Bkz. Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81; Beyhakî, Şuab, I, 136)

ALLAH TEALÂ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZÜN ÖTESİNDEDİR

İbn-i Arabî Hazretleri (v. 638/1240) de şöyle buyurmuştur:

كُلُّ مَا خَطَرَ بِبَالِكَ وَاللّٰهُ وَرَاءَ ذٰلِكَ

“Allah Teâlâ ile alâkalı olarak aklına hangi düşünce gelirse gelsin, bilesin ki Allah Teâlâ onun çok ötesindedir.”

Zira Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfatı da “Muhâlefetün li’l-havâdis: Sonradan yaratılan varlıklara benzememek”tir.

Ancak sıfattan mevsûfa, eserden müessire, sanattan sanatkâra ve sebepten müsebbibe geçerek Cenâb-ı Hakk’ın azamet, kudret ve rahmetini idrâk etmeye çalışmak, her zaman teşvik edilmiştir. Mikrodan makroya kâinattaki her şey, ilâhî azametin bir aynası veya vitrini mâhiyetindedir. Eğer idrâk, selîm bir irâde ve temiz bir tefekkürle Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları ile fiillerine (eserlerine) nazar edecek olsa, onun münkir olması aslâ düşünülemez. Zira inkâr, zihnî ve fikrî faaliyet ile kalbî tahassüsün bozulduğu yerde başlar. Akl-ı selîm sahibi bir kişi, küfür âleminde gözünü açmış bile olsa, küfürden kurtulma ihtimâli çok yüksektir. Kur’ân-ı Kerîm, buna örnek olarak Hazret-i İbrahim’i gösterir. O, müşrik bir çevrede doğup büyümesine rağmen sırf zihnî sâfiyet ve kalbî melekeleriyle Allah Teâlâ’nın varlık ve birliğini idrâk etmiştir.

"ALLAH YOK" DİYENLER

Bu itibarla akl-ı selîmin mutlak mânâda münkir olması mümkün değildir. Zira bir şeye yok demekle işin içinden çıkılamaz. İknâ edici, doğru delil ve ispatlar gerekir. Hayat, kâinât ve ölüm ötesi muammâsını çözemeyince, sadece “yok” demekle kurtulmaya çalışanlar, vücut sıhhati bozulduğu hâlde farkında olmayan kimselere benzerler. Onların aç oldukları hâlde aç değilim demeleri, ancak hastalıklarının bir ispatıdır. Narkoze edilen hasta, uzuvlarını bir kumaş gibi kesip biçen neşteri fark etmez. Aynen bunun gibi rûhunu yüce hakîkatlere karşı hasta edip de hastalığının farkında olmayan çok kimseler vardır. Cenâb-ı Hak onlar hakkında:

“Körler, sağırlar...” tâbirini kullanır.[1]

Zira Allah Teâlâ, her insanın fıtratına, inanma ihtiyâcı ve hakîkati tanıma kâbiliyeti lûtfetmiştir. Buna rağmen îman ve hakîkatten uzaklık, ancak rûhî bir körlük ve sağırlık sebebiyledir. Yoksa inanmayan kimsenin rûhu da Allâh’ı idrâke hazırdır, ama bu husûsiyetini mânevî körlük ve sağırlığı sebebiyle şuur üstüne çıkaramamaktadır. Tıpkı görülüp de hatırlanmayan rüyâlar gibi... Veya kafeste doğup büyüyen ve kanatları kireçlenerek uçma melekesini kaybeden bir kuş gibi…

Dikkat edilirse beşerî ve semâvî dînlerin hepsinde “Allah inancı” vardır. Ancak bu inanç, zaman içinde tevhid muhtevâsının dışına çıkmış olup çeşitli yanlışlıklar arz etmektedir. Bu sebeple İslâm nazarında geçerli kabul edilmezler. Zira onların inancı; kâinatın yegâne Yaratıcı’sının noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla muttasıf ve müteâl, yani idrâk ötesi mükemmel oluşuyla bağdaşmaz.

Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in Rabb’inden naklettiği şu hadîs-i kudsîde, bu yanlışlıkların bir kısmı şöyle zikredilir:

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Âdemoğlu Ben’i yalanladı. Hâlbuki Ben’i yalanlamaya hakkı yoktu. Âdemoğlu Bana hakaret etti, hâlbuki buna hakkı yoktu. Ben’i yalanlamasına gelince; öldükten sonra onu tekrar diriltemeyeceğimi iddiâ etmesidir. Hakaret etmesine gelince; o da bana çocuk isnâd etmesidir. Hâlbuki Ben zevce ve çocuk edinmekten münezzehim.” (Buhârî, Tefsîr, 2/8)

Dipnot: [1] Bkz. el-Bakara, 18.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.