Abdullah İbni Amr İbni Haram (r.a.) Kimdir?

Uhud’da ilk şehit düşen sahabilerden Abdullah ibni Amr ibni Haram'ın (r.a.) hayatı.

Abdullah ibni Amr ibni Haram el-Hazreci radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ikinci Akabe görüşmelerinde biat eden bir sahabi!..

Medine’nin hicrete hazırlanmasında büyük emeği geçen on iki nakibden biri!.. En çok hadis rivayet eden meşhur sahabi Cabir ibni Abdullah radıyallahu anh’ın babası!.. Uhud’da ilk şehit düşen yiğitlerden!..

ABDULLAH İBNİ AMR İBNİ HARAM’IN (R.A.) HAYATI

Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh, Medineli olup Hazreç kabilesine mensubtur. Seleme oğullarının reisi. Çevresinde çok sevilen, sayılan güvenilir bir şahsiyet. Onun İslam’la buluşmasını Ka’b ibni Malik radıyallahu anh şöyle anlatır:

“-Medine’li Müslümanlar olarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizle Akabe’de buluşmak üzere sözleşmiştik. İkisi kadın yetmiş beş Müslüman ile Hac mevsiminde Mekke’ye gittik.

Hac ibadetini yaptıktan sonra Efendimizle görüşmek üzere hazırlık yapıyorduk. Biz Müslüman olduğumuzu diğer Medinelilerden gizli tutuyorduk.

Her hususta kendisine güvendiğimiz fakat henüz Müslüman olmayan liderlerimizden Abdullah ibni Amr ibni Haram da Hacca gelmişti. Onu özel olarak ziyaret ettik. Uygun bir lisan ile ona, İslam’dan, Kur’an’dan bahsettik. Anlatılanlardan etkilendiğini görünce kendisini İslam’a davet ettik ve:

“- Ya Eba Cabir! Sen bizim büyüğümüz, liderimizsin. Sen sevilen, sayılan, akıllı, zeki bir insansın. Kendisine bile faydası olmayan, zararı önleyemeyen ağaçtan, taştan putlara tapınmana ve öldükten sonra senin ateşe girmene gönlümüz razı gelmiyor. Seni İslam’a davet ediyoruz” dedik. O da söylenenleri doğru ve samimi bularak hemen İslam’ı kabul etti. (Üsdü’l-Gabe, III, 343; Ahmed, III, 460-462)

SEVİNÇTEN GÖZÜNE UYKU GİRMEMİŞTİ

Gece olunca henüz Müslüman olmayan Medi­nelilerle birlikte konakladığımız yerde yataklarımıza yattık. Sevinçten hiç birimizin gözüne uyku girmiyordu. Zira o gece Allah Rasülü ile buluşacaktık.

İnsanlar uykuya dalınca sessiz bir şekilde kalktık ve Efendimiz’le buluşmak üzere Akabe’ye geldik. Kısa bir sohbetten sonra tek tek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat ettik. Peşinden, çocuğumuzu, hanımımızı, canımızı, malımızı koruduğumuz gibi koruyacağımıza söz verdik ve memleketimize davet ettik.

Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kabileler için aramızdan Nakîb adını verdiği temsilciler seçti. Bera ibni Ma’rur ile Abdullah ibni Amr ibni Haram’ı da Seleme oğullarının nakîbi, temsilcisi olarak seçti.

O gün Hazreti Abbas radıyallahu anh yeğenini korumaları hususunda gönlünün mutmain olması için Medineli Müslümanlara:

“-Düşmanlarınızla nasıl savaşırsınız?” diye bir soru yöneltti.

İçlerinden Bera ibni Ma’rur ile Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh ayağa kalktı ve şöyle cevab verdi:

“-Vallahi, biz savaşçı bir milletiz! Savaş taktiklerimiz babadan oğula, nesilden nesile bize kadar geldi. Savaşta önce ok atarız. Sonra mızraklarımızı kullanırız. Mızraklarımız kırılınca, kılıçlarımızı çeker meydana çıkarız. Ya biz, ya düşmanımız ölünceye kadar savaşırız” dedi.

İki Cihan Güneşi Efendimiz ve amcası bu cevaptan çok memnun kaldı. (İbn Sa’d, Tabakat, 4/7-9; Ahmed, III, 460-462)

HER ŞEYİNİ ALLAH VE RASÛLÜ YOLUNDA FEDA EDEN SAHABİ

Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh Medine’ye dönünce, her şeyini Allah ve Rasülü yolunda feda eden bir iman eri olarak yaşadı. İstikametini asla bozmadı. İmanından asla taviz vermedi. Düşüncelerinde, yaşantısında çok büyük değişiklikler oldu. Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medine’ye hicret edince ondan hiç ayrılmadı. Ayrı kaldığı zamanlarda bile aklı, fikri, kalbi hep Efendimizle beraber olurdu.

Bir gün ondan ayrı bir yerde idi. Gönlüne bir endişe düştü. Efendimiz acaba şu an ne yapıyor? Aç mı, susuz mu? Üzüntüsü, sıkıntısı var mı? Yeni bir ayet nazil oldu mu? diye bir takım sorular zihnini meşgul etmeye başladı. Hemen oğlu Cabir’i yanına çağırdı ve:

“-Oğlum! Eve git, biraz yemek hazırlat ve Efendimize götür!” dedi.O da hemen koştu ve yemek hazırlatıp Efendimize götürdü. Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Cabir’in bir şey getirdiğini görünce:

“-Bize et mi getirdin ey Cabir!” dedi. O da:

“-Hayır ya Rasulallah, yalnızca yemek getirdim” dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çok memnun oldu ve dua buyurdu.

Cabir radıyallahu anh babasının yanına gitti ve durumu anlattı:

“-Babacığım! Söylediğiniz gibi yemek hazırlatıp götürdüm. Efendimiz çok memnun kaldı ve bize dua ettiler. Ama ilk gördüğünde bana:

“-Ey Cabir! Yoksa bize et mi getirdin?” dedi.

Kalbini, Rasulullah sevgisiyle doldurmuş, firaset sahibi, ince düşünceli cömert bir sahabi olan Cabir radıyallahu anh’ın babacığı, canı, malı, her şeyi onun uğruna feda edebilecek bir muhabbet ve teslimiyete sahipti. Efendimizin canının et istediğini anladı ve hemen oğluna dönerek: “-Cabir! Hemen koyunların yanına koş. Bir tanesini kes, pişir ve Efendimize tekrar götür!” dedi.

Cabir radıyallahu anh babasının emrini yerine getirmek üzere tekrar koşarak eve gitti. Bir koyun kesip pişirip Efendimize götürdü.

RESÛLULLAH'IN DUA ETTİĞİ SAHABİ

Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh’ın bu ince düşünüşünden pek memnun olan Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bu davranışdan çok duygulandı ve ona şöyle dua buyurdu:

“-Ey Ensar! Allah sizi hayırla mükafatlandırsın! Ey Allah’ım! Sen Abdullah ibni Amr ibni Haram’ı hayırla mükafatlandır!” dedi. (Makrizi, İmtaü’l-Esma’ 7/290)

Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh cihad aşkıyla dolu bir gönle sahipti. Allah yolunda öldürülüp tekrar diriltilmeyi isteyen ve şehidlik arzusuyla yaşıyan yiğitlerdendi. Bedir’de büyük kahramanlıklar gösterdi. (Vakıdi, Megazi, I, 22-24)

Uhud’a çıkmadan önce gördüğü rüya ona çok tesir etmişti. Rüyasını Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem efendimize anlatınca: “-Bu şehadet işaretidir ey Ebu Cabir!” buyurdu. (Şami, Sübülü’l-Hüda, 4/215)

UHUD'UN İLK ŞEHİDİ

O da bu cevap üzerine oğluna şöyle bir vasıyyette bulundu. Cabir radıyallahu anh nakleder:

“Uhud Harbi’nden önceki gece babam beni yanına çağırdı ve: “-Ey Oğlum! Bilmiyorum, yarın Uhud’da belki de ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağını sanıyorum. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Biliyorsun bir miktar borcum var, onları öde. Kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun» dedi. (Şami, Sübülü’l-Hüda, 4/214)

Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecânını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi: “­-Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..”

Câbir radıyallâhu anh devamla der ki: “-Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu. Amr ibni Cemuh radıyallahu anh ile birlikte onu bir kabre defnettik. Sonra babamı müstakil bir yere defnetmek istedim. Altı ay sonra mezarını açtık. Bir de ne göreyim: Kulağı (nın bir kısmı) hâriç, bütün vücûdu kabre defnettiğimiz günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettik.” (Buhârî, Cenâiz, 78)

RESÛLULLAH'IN ÜMMETİNE MÜJDESİ

Abdullah ibni Amr ibni Haram radıyallahu anh Uhud’da şehid düştükten sonra Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz oğlu Câbir radıyallâhu anh’a her hususta yardımcı oldu.

Kendisi şöyle anlatır:

“-Bir defâsında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ile karşılaştım. Bana: “-Seni niye böyle üzgün görüyorum?” buyurdu. Ben de:

“-Babam Uhud’da şehîd düştü. Geriye bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı” dedim. Bunun üzerine bana:

“-Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?” buyurdu. Ben de:“-Evet!” deyince şöyle devâm etti:

“-Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz yüz yüze konuştu. Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!» buyurdu.

Baban da: «-Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım!» dedi.

Allah Teâlâ Hazretleri: «-Ama ben daha önce; ölenlerin artık dünyâya geri dönmeyeceklerine hükmettim» buyurdu. ( Tirmizî, Tefsîr, 3/3010.)

Baban da: «-Ey Rabbim, öyleyse (benim hâlimi) arkamda kalanlara bildir!» dedi. Bu talep üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERE ÖLÜLER DEMEYİN”

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrûr bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.” (Âl-i İmrân, 169-170) (İbn-i Mâce, Mukaddime, 13/190; İsâbe, IV, 162;  İstîâb, III, 954-956)

Ne şeref!.. Ne saadet!.. Ne büyük kurtuluş!...

Allahım bizlere de böyle kurtuluş ve saadetler nasib et!...

Câbir radıyallâhu anh’ın babasının borcu vardı. Onu ödeme konusunda da İki Cihan Güneşi Efendimiz yakınen ilgilenmiştir. Bizzat bahçelerine giderek malını bereketlendirmesini Allah’tan niyâz etmiştir. Efendimizin bu duâsı hürmetine Câbir radıyallahu anh’in hurmaları mûcizevî bir şekilde bereketlenerek bütün borçlarına kâfi geldi. Bu durumu kendisi şöyle anlatır:

Babam şehîd olduğu zaman bir yahûdîye otuz vesk borç bırakmıştı. Yahûdîden borcunun ödenmesi için biraz mühlet talep ettim. Ancak yahûdî kabul etmedi. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelerek Yahûdî nezdinde şefaatçi olmasını talep ettim. Efendimiz Yahûdiyle konuştu, lâkin o yine kabul etmedi. Bunun üzerine Efendimiz hurmalığa girdi, içinde biraz yürüdü. Sonra bana dönerek: “-Hurmayı topla ve ona borcunu öde!” buyurdu.

Ben hurmayı topladım, Yahûdîye olan borcu ödedim. Geriye o kadar daha hurma arttı. Bunu Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh’a haber verdim. O da: “-Ben, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bahçede yürümeye başlayınca, hurmanın bereketleneceğini anlamıştım zâten” dedi. (Buhârî, Vasâyâ 36, İstikrâz 9, Cihâd 49, Büyû 34; Müslim, Müsâkât 109; Ahmed, III, 303, 373, 391)

Allah hepsinden razı olsun. Rabbimiz cümlemize Uhud’un ilk şehidi Abdullah ibni Haram radıyallahu anh’ın teslimiyet ve kahramanlığından hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi nasib eylesin. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 317

İslam ve İhsan

İLK SAHABİLER KİMLERDİR?

İlk Sahabiler Kimlerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrûr bir hâlde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.” (Âl-i İmrân, 69-170) ayet-i kerime 169, 1 rakamı eksik olmış.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.