Anne-babanın En Önemli Vazifesi

Elbette her anne, üşüyen yavrusunun üstünü örter. Onu en güzel kıyafetler içinde görmek ister. Fakat âhiret inancına sahip bir anne, evlâdını öbür âlemde Cennet ipeğinden atlas kaftanların mı, yoksa Cehennemʼin yalaz yalaz ateşinin mi saracağı endişesiyle daha fazla meşgul olur…

ANNE-BABANIN EN MÜHİM VAZİFESİ

Anne-babanın en mühim vazifesi, İslâm fıtratı üzerine teslim edilen yavruyu hayırla donatarak, “hayırlı evlât” yetiştirebilmektir. O hayırlı iklim, âile ortamıdır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

(Evlâtlar) İslâm fıtratı, İslâm yaratılışı üzerine anne-babaya teslim edilir…” buyuruyor. (Müs­lim, Ka­der, 22; Buhârî, Cenâiz, 92)

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesîlesidir. Ve bu büyük mükâfat Allah katındadır.” (el-Enfâl, 28)

Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezâsıdır. Bütün mahlûkat, gayr-i ihtiyârî bir nesil yetiştirmektedir. İnsan nesli ise bundan farklıdır. Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezâsıdır. Bunun için evlâtlarımızı bir ibadet vecdi içinde yetiştirmek îcâb eder.

ÇOCUKLAR, ALLAH'IN EMÂNETLERİDİR

Çocuklar, anne-babaya ihsân edilen ilâhî emânetlerdir. İslâm fıtratı ile yetiştirilen evlâtların kalpleri, temiz bir toprak gibidir. Ham bir cevherdir. İşlenmeye muhtaçtır. İstikbalde onların gül veya diken olması, acı veya tatlı meyveler vermesi, üzerine atılan tohumların nasıllığına/keyfiyetine bağlıdır.

NAMAZ KILARAK AİLEMİZE ÖRNEK OLMALIYIZ

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor:

“Ailene namazı emret…” (Tâhâ, 132)

Bütün âileye namaz emredilecek. Kendimiz numûne olacağız, namaz kılmakla numûne olacağız. Namazı beden ve kalp âhengi içinde kılacağız. Bu şekilde bir namazımız olacak.

“…Ona sabırla devam et…” (Tâhâ, 132) Cenâb-ı Hak buyuruyor, namaza.

CEMAATE DEVAM EDİLMELİ

Cemaate devam edeceğiz. Namaz bize bir heyecan verecek. Bir yorgunluk olmayacak namaz. Bir huzur hâli olacak. Ondan sonra Cenâb-ı Hak, yani namazın ihmal edilmemesi için, “işim vardı, vesâire, şu, bu” hiçbir mazeret kabul edilmiyor.

“…Senden rızık istemiyoruz.” (Tâhâ, 132) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

“…Aksine, Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel âkıbet ise takvâ iledir.” (Tâhâ, 132) Yani Allâhʼa yakınlık iledir.

EN MÜHİM MİRAS ÂHİRET MİRASIDIR

Bir annenin, babanın en mühim mîrâsı evlâdına, âhiret mîrâsıdır. Çünkü âhiret bir ebediyettir. Bitmeyen bir hayat başlayacak. Mezardan kalkışta “yevmüʼl-hulûd” bitmeyen bir gün, gecesi, karanlığı olmayan bir gün. Devam eden bir gün. Sonsuz bir gün başlayacak.

BÜYÜKLER EVLÂTLARINI NASIL YETİŞTİRİYORDU?

Büyükler, evlâtlarını yetiştirmek için çok titiz davranırlardı. Sayısız misaller var:

Meselâ İmam Mâlik Hazretleri diyor ki:

“Bana babam bir hadis ezberletirdi. Okurdum, bir hediye verirdi bana. Ben de sevinirdim, ikinci bir hadis ezberlerdim. Böyle devam etti. Öyle hâl oldu ki ben birçok hadis ezberledim. Babam bana o gün vermese bile hediye, ben yine onun bir rûhâniyetiyle babama gidip hadis okuyordum.”

Demek ki evlâtlarımızı, ufak yaşta hediyelerle alıştırmak lâzım. Namaza alıştıracağız, câmiye alıştıracağız, Kur’ân öğrenmesine alıştıracağız. Sevdireceğiz, okşuyacağız. Nasıl bir bahçıvan tohuma dikkat ederse, ektiği tohuma, o tohum filiz verir. Biz de en mühim evlâtlarımız… Onu âhiret için nasıl yetiştireceğiz?

“Esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Dünyaya âhiret için geldik. Âhiretin, sonsuzun şeyi ne kadar; dünya hayatı ne kadar?

Cenâb-ı Hak:

اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَا buyuruyor. “…(Dünya hayatı) bir akşamın loş karanlığı veyahut da sabahın.” (en-Nâziât, 46)

Hemen o bir seher vakti, bu kadar kısa buyruluyor. Âhiret ise sonsuz, nâmütenâhî. Mezar hayatı bile, bilemiyoruz, ömrümüzün kaç misli?

PEYGAMBER EFENDİMİZ ÇOCUKLARI NASIL TERBİYE EDERDİ?

Meselâ yine Efendimiz bir Enesʼi yetiştirdi. Hicrette bir anne veya üvey baba, elinde evlâdını getirdi:

“–Yâ Rasûlâllah! Bu size hizmet edecek.” dedi. On yaşında çocuktu. On yaşında çocuk, elli küsur, elli üç yaşında Peygamberʼe nasıl hizmet eder? Efendimizʼin bize bir numunesi…

Enes diyor ki:

“–Beni öyle güzel bir terbiye etti ki, hiç bana bir «niye böyle yaptın!» diye beni azarlamadan terbiye etti.” diyor.

Demek ki malzeme muhabbetti. Ne kadar anne-babada o muhabbet olursa, mânevî muhabbet, o muhabbet aksediyor çocuğa. Çocuğu tesiri altında bırakıyor.

“–On sene hizmet ettim, fakat bir sefer «niçin böyle yaptın!» demedi.” buyuruyor.

Meselâ bir misâlini vereyim:

“Beni bir yere göndermişti.” diyor. “Ben çocuklarla oyuna daldım.” diyor. “Arkamdan geldi:

«–Enes, seni şuraya göndermiştim değil mi?» dedi, bir de tebessüm etti bana; «Enescik» dedi.

Ben de:

«–Yâ Rasûlâllah! Hemen koşayım, halledeyim.» dedim.”

Bunun gibi çok misalleri var Enesʼin. Enes diyor ki. Uzun yaşıyor Enes. Rivâyete göre 100 yaşına kadar yaşıyor.

“Rüyâ görüp de Allah Rasûlüʼnü görmediğim hiçbir rüya yoktur.” diyor.

Demek ki nasıl Allah Rasûlü onun üzerinde bir iz bıraktı?

PEYGAMBER EFENDİMİZ, HAZRET-İ HASAN'I NASIL TERBİYE ETTİ?

Yine, meselâ torunu Hazret-i Hasanʼın yetişmesi:

Hazret-i Hasan tavaf yapıyor. Kâbeʼnin kapısında ağlıyor:

“–Yâ Rabbi! Âciz kulun geldi.” diyor. “Fakir kulun geldi, garip kulun geldi. Mücrim, günahkâr kulun geldi, affet!” diyor.

Sonra çıkıyor, bakıyor dışarıda kuru ekmek yiyen bir grup görüyor. Hemen onların yanına yaklaşıyor.

Vicdan, bir müslümanın kartviziti; merhamet, kartviziti. Onlarla sohbet ediyor. Onlar kuru ekmek ikram ediyorlar.

Diyor ki:

“–Eğer ben Ehl-i Beytʼten olmasaydım iştirâk ederdim.” diyor. “Yahut da sadaka değil de hediye olduğunu bilsem yine iştirak ederdim.” diyor. Fakat içine sinmiyor, yani ikramı almadığı için.

“–Haydi evimize gidelim!” diyor. Evine götürüyor. Yediriyor, içiriyor, bir de harçlık veriyor. Efendimiz nasıl yetiştiriyor…

Yavrular, âile yuvasının güzel bir meyvesidir. İlâhî bir emanettir.

EVLÂT YETİŞTİRME HUSUSUNDA ZOR BİR DÖNEMDEYİZ

Bugün toplum, ihtişamlı devirler bitti, zor devirlere girdik; yani evlât yetiştirmede zor devirlere girdik. Eskiden bir mahalle vardı, toplum vardı, vesâire vardı, âile vardı. Şimdi bunların hepsi bir çöküntüye uğradı.

İblis, evlâdı anne-babasından koparıyor. Çünkü İblis, âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:

“Mallara ve evlâtlara ortak” oldu. (Bkz. el-İsrâ, 64) Câzibesi de var. Televizyonun istediği kanalına giriyor, istediği şekilde kendini oyalıyor. İnternet öyle. En ufak bir çocuğa bakıyorsun; elinde şey var, onunla dıt, dıt, dıt oyunuyor. Ne orada hoşuna gidiyor? Nefsânî hayatı palazlandırmak. Köşeyi döneceksin, vuracaksın, kıracaksın, gücünü göstereceksin vesâire…

Sokaklar işte bir… Görüyoruz sokakları, îzah etmeye lüzum yok.

ANNE-BABALAR BUGÜN EVLATLARINA DAHA ÇOK ÖNEM VERMELİ

Velhâsıl, en mühim bugün îtinâ göstereceği anne-babanın; evlâtları… Çünkü yarın zor durumda kalınır. Kıyâmette zor durumda kalınır. Çünkü dünyada iyi evlât, kötü evlât, iyi baba, kötü baba, iyi anne, kötü anne, vesâire, hepsi müşterek yaşıyor. Fakat orada ayrılacak. “Yevmüʼl-fasl” bir fasıl günü gelecek kıyâmette.

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])denilecek, Cennetʼe girenlere. Allâhʼın selâmı onlara bildirilecek. Selâmla karşılanacak onlar.

Fakat orada;

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])

“Mücrimler! Ayrılın siz!” denilecek. Orada eğer, anne-baba ayrılacak, akraba ayrılacak, vesâire ayrılacak. Esas hüzün orada başlayacak. Buradaki yanlış bir terbiyenin getirdiği neticeler görülecek.

ERKEK ÂİLENİN ÇOBANI, KADIN EVİNİN ÇOBANI

Efendimiz buyuruyor:

“Sizler çobansınız. Hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek, âilenin çobanıdır; sürüsünden sorumludur. Hanım, kocasının evinin çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur.” buyruluyor. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

İyi bir çoban, sürüsünü iyi muhafaza eder. Onu kurtlardan iyi korur. Otlak yerlerde otlatır. Kurak yerlerde bırakmaz. Çok güneş varsa gölgeliğe çeker. Eğer bir hayvanın ayağı kırılırsa onu kucağına alır. Onu kurtlara bırakmaz.

Kaynak: www.osmannuritopbas.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.