Zengin “Bu Mülk Benim Kime Ne!” Diyemez

Kâmil bir mümin olabilmenin şartlarından biri de “servet bir emânettir” şuuruyla yaşayabilmektir. Bu itibarla servetin, infak ölçülerinin dışında kullanılması, emânete hıyânet sayılır.

 Bazı ırmak ve çeşmeler vardır ki, dünya kurulduğundan beri berrak bir şekilde ve derûnî nağmelerle akmaktadır. Susamış sînelere hayat, elemli yüreklere haz ve ümîd, âşık rûhlara da ilham verircesine serin ve tatlı şırıltılarla kıyâmete kadar da akmaya devam eder. İşte Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Allâh yolunda yapılacak bir kısım hayırları da bu akarlara benzetmektedir. Ancak Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bahsettiği akar, daha başkadır. Zîrâ o, kıyâmete kadar değil, ebediyete kadar akacak bir çeşmedir. Durmadan akan, kula duâ ve ecir getiren bir hayır çeşmesidir. Aktıkça sâhibinin amel defterini ve hayır havuzunu dolduracak, onu ebedî nûra garkedecek bir sebîldir. Yâni sadaka-i câriyedir.

ÜZERİMİZDEKİ EMANETLER

Allâh Teâlâ, kâinâtı ve içindekileri insanın emrine âmâde kılarak onu mes’ul tutmuştur. Evlâd, mal, mülk, sıhhat, hepsi bu muhtevâ içinde ona tevdî edilmiş emânetlerdir. İnsan bunları titizlikle korumak mecbûriyetindedir. Emânete gereği gibi riâyet edip onun üzerinde asıl sâhibi olan Allâh’ın rızâsı istikâmetinde tasarrufta bulunmak, ilâhî rahmet ve bereketi celbetmenin yegâne vesîlesidir.

 Yunus Emre’nin:

Mal sâhibi, mülk sâhibi,

Hani bunun ilk sâhibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan!

diyerek çok güzel ve veciz bir şekilde ifâde ettiği gibi mülk, gerçek mânâda Allâh’a âittir.

 Kula ancak muayyen bir zaman dilimi için tasarruf hakkı verilmiştir. Onun içindir ki, kâmil bir mümin olabilmenin şartlarından biri de “servet bir emânettir” şuuruyla yaşayabilmektir. Bu itibarla servetin, infak ölçülerinin dışında kullanılması, emânete hıyânet sayılır. Bu hıyânetin âhiretteki hesabı ağır olacağı gibi, dünyada da fert ve cemiyet planında nice buhranlara sebebiyet vereceği âşikârdır. Dolayısıyla infak, sermâyenin bir kanser mikrobu gibi cemiyetin sulh ve sükûnunu ihlâl etmemesi ve fertler arasındaki hased ve düşmanlıkların ortadan kalkması için en tesirli bir çâredir. Servet sâhipleri, kendilerinin muzdarip ve muhtaç insanların yerinde olabileceklerini hiçbir zaman hatırlarından çıkarmamalıdırlar.

Bu bakımdan, imkân nispetinde infak seferberliğine katılma gayreti içinde bulunmalıdırlar. Zîrâ bu davranış, verdiği nîmetler sebebiyle Allâh Teâlâ’ya karşı fiilî bir şükür ifâdesidir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet

İslam ve İhsan

İSLAM'DA CÖMERTLİK

İslam'da Cömertlik

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.