Yeni Düzen Arayışları ve Türkiye’nin Denge Politikası

Altınoluk dergisininde eytullah Demircioğlu'nun kaleminden dünya gündemine dair anektotlar...

Savaş uzadıkça hem Batı dünyasındaki hem de Rusya’daki sancılar büyüyor. İspanyol medyası bugünün Avrupa’sının hali pürmelalini özetlerken: “Ukrayna’daki savaş, Rusya açısından Putin’in umduğu kadar iyi gitmiyor olabilir, ekonomik savaş ise Avrupa’ya daha da fazla zarar veriyor. Bizi cehennem gibi bir kış bekliyor” yorumunda bulunuyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez kısmî seferberlik ilan etmek zorunda kalması ise savaşın Rusya açısından iyi gitmediğinin göstergesi. Rusya içerisinden Putin’e karşı yükselmeye başlayan savaş karşıtı “çatlak sesler” Moskova yönetimi açısından oldukça can sıkıcı.

Tarih boyunca yankısı olacak ve dünya düzenini alt üst edecek tarihi bir değişim anındayız. Bu süreç NATO ve AB'nin sonunu getirebilir” yorumunda bulunuyor Batılı askeri uzmanlar.

Velhasıl, savaşın ekonomik ve siyasi faturası kabardıkça her iki taraftan gelen aykırı sesler daha bir gür çıkıyor. Ancak yakın vadede durum Batı dünyası açısından biraz daha vahim gibi duruyor. Siyasi ve ekonomik anlamda kaybeden, hegemonik gücü eriyen bir Batı gerçeği çıkıyor karşımıza. ABD önderliğindeki Batı dünyası kaybettiği gücünü yeniden tahkim etmek için agresif bir çaba içerisinde olsa da küresel düzlemde ortaya çıkan güç boşluklarını yeni aktörler dolduruyor. Tek kutupluluktan çok kutuplu düzene doğru hızla yol alınıyor. Yeni bir düzen kurulurken Türkiye de küresel düzlemdeki güç boşluklarını dolduracak bölgesel aktörlerden biri olarak ön plana çıkıyor.

-ABD başta olmak üzere Batı dünyası ile son derece önemli sorunlar yaşayan Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne muhtemel üyeliği meselesi geçen ayın dış politika gündeminin önemli başlıklarından biriydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Özbekistan’da gerçekleşen ŞİÖ zirvesinde Türkiye’nin birliğe üye olmayı hedeflediğini ifade etmesinin ardından “Türkiye Batı karşıtı eksene doğru mu kayıyor?” sorusu etrafında dönen tartışmalar yeniden alevlendi. Türkiye üyelik konusunda gerçekten kararlı mı yoksa izlenilen denge politikası bağlamında Batı blokuna karşı kullanacağı yeni bir karta sahip olmak mı istiyordu?

-Bölgesel ve küresel aktörleriyle güç mücadelesine sahne olan dünyada neler olup bittiğini yerimiz ölçüsünde sorgulamak istiyoruz. Müttefiklik anlayışının sorgulandığı, yeni ittifakların ve blokların oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemde bölgesel ve küresel aktörlerin ne yapmak istediği önemli. Sözde müttefikimiz ABD’nin, özellikle Türkiye’yi hedef alan son dönem dış politika yaklaşımıyla başlayalım.

ABD’nin Türkiye’yi Çevreleme Planları

Türkiye-ABD ilişkilerindeki sorunlar yumağı herkesin malumu. Biden yönetimiyle sorunların çok daha çetrefilleştiği bir vakıa. Öyle ki NATO’daki sözde müttefikimizin son dönemdeki yaklaşımları sebebiyle Türkiye-ABD ilişkileri tarihinin en sancılı dönemini yaşıyor denebilir. ABD’nin bu yaklaşımını bırakın müttefiklikle bağdaştırmayı düşmanlığın ötesinde bir mahiyet arz ettiğini söylemek gerekiyor. Mesela, güney sınırımızda bir terör devletinin taşlarını döşemekten bir türlü alıkoyamadığımız müttefikimiz, batı sınırımızı da askeri üslerle kuşatıyor. ABD’nin, hemen dibimizdeki Dedeağaç'ı deniz üssüne çevirmeyi hedeflediğini yazan Yunan medyasına göre, büyük savaş gemilerini barındırabilecek şekilde limanın genişletilmesi planlanıyor. Limana güdümlü füze muhripleri de yanaşabilecek.

-Yunanistan’da 10 askeri üs kuran ABD, Dedeağaç Limanı’nı Balkanlar ve Avrupa’ya silah ve personel sevkiyatı için kullandığını, hedefin Rusya olduğunu öne sürse de bu yığınağın sadece Rusya için olduğu iddiası çok da inandırıcı değil. Bize, açık-örtülü silah ambargosu uygulayan sözde müttefikimiz Güney Kıbrıs Rum Yönetimine silah ambargosunu geçen ay tamamen kaldırdığını açıkladı. Biden yönetimi ayrıca Güney Kıbrıs’ı NATO üyesi yapma yolundaki gayretlerini sürdürürken, ABD Özel Kuvvetleri de Rum özel kuvvetlerine eğitim veriyor.

Sözde müttefikimizin güney ve batı sınırlarımızdaki bu politika tercihlerinin yanı sıra doğu sınırımızdaki Ermenistan’a verdiği desteği unutmamak gerekiyor. Ermenistan'daki faaliyetlerini yoğunlaştıran ABD ve Fransa siyasileri bir taraftan Azerbaycan-Ermenistan sınır hattında yeniden yükselen tansiyondan dolayı Türkiye ve Azerbaycan’ı suçlayan açıklamalarda bulunurken Ermenistan'a silah ve teçhizat ile donatarak Ermenistan'ın yeniden Azerbaycan'a saldırması için zemin hazırlıyorlar.

-Bu arada Yunanistan’ın artık sistematik hale gelen provokasyonlarını da arkalayan bir ABD ve AB gerçeğini de vurgulamamız gerekiyor. ABD öncülüğündeki Batı blokunun tüm bu yaklaşım tarzını “Türkiye’yi çevreleme strateji” olarak okumak mümkün. Başta Doğu Akdeniz olmak üzere bölgesel ve küresel çıkarlarına çomak sokmakla suçladıkları Türkiye üzerinde siyasi ve askeri bir baskı kurmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Bu noktada Ukrayna gibi Yunanistan yönetimini de Türkiye’ye karşı kullanışlı bir aparat olarak görüyorlar. Biden yönetiminden aldığı ölçüsüz siyasi ve askeri destekten cesaret alan Yunanistan da maksimalist taleplerini tahkim edebilmek için kendine biçilen aparatlık rolünü gönüllü olarak sürdürmeyi tercih ediyor.

- Kendisini çevrelemeye ve üzerinde siyasi baskı kurmaya yönelik bu jeopolitik gerçeklikten dolayı Türkiye de hem sahadaki hem de uluslararası siyasi arenadaki pozisyonu güçlendirmeye, elindeki kartları çeşitlendirmeye çalışıyor. Dolayısıyla geçen ay Özbekistan’da gerçekleşen Şangay İşbirliği Örgütü’nün toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin hedefinin “Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliği olduğu” yolundaki açıklamasını Batı’ya karşı “eldeki kartların çeşitlendirilmesi” olarak okumak mümkün. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik açıklaması, Almanya basınında da 'Batı'ya bir mesaj' olarak değerlendirildi. Almanya'nın önemli haber dergilerinden Der Spiegel, Türkiye'nin NATO'dan yana hayal kırıklığına uğradığını vurgularken Avrupa Birliği'ne (AB) üyelik sürecinde de 1999'dan bu yana bir ilerleme olmadığını hatırlattı.

Türkiye ŞİÖ’ne üye olur mu?

Putin'e göre Şanghay İşbirliği Örgütü Batı yönelimli yapılara gerçek bir alternatif sunuyor. Gerçekten öyle mi?  Türkiye ŞİÖ’ye üye olur mu?  Bunun ekonomik ve siyasi getirisi ve götürüsü ne olur? Önce Şangay İşbirliği Örgütü’ne ilişkin bir parantez açalım. Ardından da Türkiye’nin örgüte üyeliğinin ne getirip ne götüreceğine bakalım.

Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Hindistan, Pakistan ve son olarak İran'dan oluşan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Avrasya coğrafyasının yaklaşık yüzde 60'ını, dünya nüfusunun yüzde 40'ını ve küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 30'undan fazlasını kapsayan bir örgüt. ŞİÖ aynı zamanda iki BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi ve nükleer güce sahip dört üyenin bulunduğu dünyanın en büyük bölgesel işbirliği ve güvenlik örgütü.

ŞİÖ’ne mesafeli duranlar; ŞİÖ üyesi ülkelerin hiçbirinin demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, medya özgürlüğü, akademik özgürlük gibi gelişmişlik göstergelerinde örnek alınacak ülkeler olmadığını belirtiyorlar. Türkiye, ŞİÖ’ne üye olursa ABD ve NATO’ya meydan okuyan Rusya ve Çin’le Batı ittifakının karşısında yer almış olacağını ileri sürüyorlar.

Birçok analiste göre ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ŞİÖ üyeliği çıkışı Batı'ya sırt çevirmek anlamına gelmemekte. Her alanda dayatma ve ambargolar ile karşılaştığı bir Batı gerçeğine rağmen Ankara’nın bu çıkışıyla çok kutuplu dünyanın ruhuna uygun ve çok yönlü bir politika izlemeye çalıştığı vurgulanıyor. Türkiye’nin Batı dünyasına özellikle ekonomik gerekçelerle sırt çevirmesinin pek gerçekçi bir tercih olmayacağının altı çiziliyor.  Zira ihracatının yüzde 41’ini AB ülkelerine yapan Türkiye, ithalatının da yüzde 31’ini birlikten gerçekleştiriyor. Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkeler listesinde ise Rusya yüzde 2,5 orana sahip, Çin ilk 20’de bile yer almıyor.

Ayrıca Rusya Federasyonu Başkanı ŞİÖ İşlerinden Sorumlu Özel Temsilcisi Bakhtiyor Khakimov, Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik için NATO'dan ayrılması gerektiğini belirtiyor. Bu şart geçerliğini koruduğu sürece Türkiye’nin ŞİÖ üyeliğinin yakın gelecekte gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söylemek gerekiyor.

Savaş Yeni bir Evreye Doğru Evrilirken Türkiye Ne Yapacak?

Ukrayna’da mevzi kaybeden Kremlin kısmî seferberlik ilan etti. 300 bin kişi Rus vatandaşı silah altına alınacak. Putin: “Toprak bütünlüğümüzü korumak için her türlü silahı kullanırız. Karşılık vermek için çok fazla silahımız var, bu bir blöf değil" diyerek bir anlamda Batı ile savaşında el yükseltti. Putin’in ilan ettiği seferberlik Batı’ya önemli mesajlar ihtiva ediyor. Ukrayna’daki 4 bölgede yapılan referandumlar sonrasında Ukrayna’nın topraklarını geri alma çabası Rusya’ya saldırı olarak değerlendirilecek.

Batı dünyası seferberlik kararına haliyle oldukça tepkili, Putin’in, sınırları değiştirerek Batı'yı zor bir seçimle karşı karşıya bıraktığını belirtiyor Avrupa medyası. ABD başkanı Biden ise “Rusya saldırganlığına karşı duracağız” diyor. ABD sadece Ukrayna’ya değil Doğu Avrupa, Balkanlar ve Kafkaslardaki Rus tehdidine karşı orduları güçsüz devletleri güçlendirebilmek için 2 milyar dolarlık askeri yardım yapacağını açıkladı. Velhasıl Batı ile Rusya arasındaki gerilimde yeni bir tırmanma evresine doğru hızla yol alınıyor.

Batı ile Rusya arasındaki soğuk savaş yeni bir evreye doğru evrilirken, Türkiye’nin her iki blok arasında şimdiye kadar başarılı bir şekilde yürüttüğü denge politikasını bırakıp bir tercihe zorlandığı gözlemleniyor. Türkiye üzerinde yoğun bir baskı söz konusu. Türkiye’ye yaptırım uygulanması gerektiğini savunan kimi Avrupa başkentlerine mukabil Türkiye’nin kaybedilmemesi gereken son derece önemli bir aktör olduğunu belirten analizlerde ise Türkiye’nin jeostratejik önemine dikkat çekiliyor.

ABD basınından Atlantic Council'in yazarlarından Arnold C. Dupuy, Ukrayna'daki savaşın Türkiye'nin jeostratejik önemini pekiştirdiğini, Rusya'nın bölgedeki gücüne karşı doğal bir denge unsuru olarak yeniden ortaya çıktığını vurguluyor ve Biden yönetimini uyarıyor: "ABD'nin, Türkiye'nin iş birliğine ihtiyacı var. Bu da Washington'ın Ankara ile ilişkilerini onarmasını gerektirecek”

İran’ın Hazım Problemi Sürüyor

Azerbaycan’ın Karabağ zaferi sonrası İran’ın yaşadığı hazım sorununa bir türlü çare bulunamıyor. Ermenistan’ın, Azerbaycan’a yönelik son provokasyonun ardında da İran’ın parmağı olduğuna işaret eden bir hayli analiz bulunuyor. Karabağ zaferinden bu yana İranlı siyasilerin ve İran medyasının Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik öfkesi dinmiyor.  İranlı Milletvekili Hademi’nin sosyal medya paylaşımı İran’daki haleti ruhiyeyi gözler önüne sermesi açısından iyi bir örnek:

“Eğer dünyaya gücümüzü göstermek istiyorsak ABD, Siyonist rejim ve hayalperest Erdoğan’a ders vermeliyiz. Derhal ordumuz Aliyev’in ağzına sert şekilde yumruğunu indirmelidir.

“İran İslam Cumhuriyeti’nde Ateistlerin Oranı Neden Yükseliyor?

İran ahlak polisi tarafından gevşek olduğu gerekçesiyle başörtüsü nedeniyle gözaltına alınan Mahsa Amini'nin ölümü, İran’ı karıştırdı. Batı medyasında Mahsa’nın ölümünün İran rejimine karşı meydan okuma gösterilerini tetiklediği ve muhtemel bir "halk devrimine kadar gidebilecek olan yolu açacağı ileri sürülse de bu tespit açıkçası gerçeklikten bir hayli uzak. Ancak bu olay İran sosyopolitiğine ilişkin bir gerçeği teyit etmiş gözüküyor. Yapılan anketler resmi adı “İslam Cumhuriyeti” olsa da İran’ın Müslüman ülkeler içinde ateist ve "hiçbiri/hiç bir dine bağlı değilim" oranının en yüksek ülke olduğu belirtiliyor. Bu durumun nedeni olarak İran’ın Şii Molla rejimi gösteriliyor.

Irak İçin En İyi Çözüm Yolu!

Irak, ABD işgalinden bu yana içine düştüğü kaotik zeminden bir türlü çıkamıyor. Etnik, mezhebi, ideolojik ayrışma öylesine kemikleşmiş ki ülkenin düzlüğe çıkması hayli zor gözüküyor. Time dergisi mevcut durumu; “Irak’ın sonu” başlığıyla kapağına taşırken, Irak’ta bir gösteride açılan pankartta Irak’ın içinde bulunduğu çıkmaz ironik bir biçimde anlatılıyor:

“Irak için en iyi çözüm yolu; cumhurbaşkanlığına, babası Sünni annesi Hristiyan, İran’da doğmuş, Kürt ile evli, Suudi Arabistan’da okumuş, aynı zamanda ABD vatandaşı, gündüz namazın niyazında gece ayyaş biri atanmasıyla ancak mümkündür!”

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Ekim-2022, Sayı:340

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.