Yaratan Rabbinin Adıyla Oku!

Yaratılmış her varlık, Yaratan’ından bir nişan taşır. Gören gözlere, hisli yüreklere, derûnundaki ilâhî mühürleri sergiler.

Kur’ân-ı Kerîm’in ilk nâzil olan âyetinde:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1) buyrulmaktadır.

Cenâb-ı Hakk’ı kalben tanıyan ârif kullar, nereye baksalar, ilâhî kudret ve azamet nakışlarını seyreder, eserden müessire, fiilden fâile, sanattan sanatkâra kalben intikâl ederler. İlâhî kudretin tefekküründe derinleşerek her an Cenâb-ı Hakk’ı zikir ve O’na ilticâ hâlinde yaşarlar. O ârif kulların bu hâli, âyet-i kerîmede şöyle zikredilmektedir:

“Onlar ayakta dururken, otururken ve yanları üzerindeyken (dâimâ) Allâh’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında (derin derin) tefekkür ederler (ve şöyle derler):

«Rabbimiz! Sen bu (âlemi) boşuna yaratmadın, Sen’i tesbîh ederiz, bizi Cehennem azâbından koru!»” (Âl-i İmrân, 191)

Rasûlullah (s.a.) Efendimiz de:

“Bu âyetleri okuyup da tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!” buyurmuşlardır. (İbn-i Hibbân, II, 386)

Dolayısıyla, gerçek akıl sahipleri nazarında bütün bir kâinat, okunmaya hazır bir kitap gibidir; her zerresiyle bir mârifetullah dîvânıdır. Nasıl ki Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî hikmet ve hakîkatlerin kelâmdaki bir tezâhürü ise, kâinat ve hâdisat da fiildeki bir tezâhürüdür.

Ziya Paşa, bu hakîkati ne güzel ifade eder:

Bin ders-i maârif okunur her varakında,

Yâ Rab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem!

“Bu kâinat kitabının her bir yaprağında, mârifet ilminin sır ve hikmet tecellîlerinden binlerce hakîkat dersi okunur. Yâ Rabbi! Bu cihan, tefekkür deryasına dalanlar ve ilâhî vitrinleri seyrederek ibret alanlar için, ne güzel bir mekteptir.”

Bir başka şâir de bu hakîkati şöyle ifade eder:

Bir kitâbullâh-ı âzamdır serâser kâinat,

Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar…

“Kâinat baştan başa Allâhʼın en büyük kitabıdır. Bu büyük kitabın hangi harfini okusan, mânâsının hep Allah olduğunu görürsün. Kâinâtın hangi zerresi üzerinde tefekkür etsen, seni Allâhʼa ulaştırır.”

KAİNATI DONUK BİR KALPLE SEYREDENLER        

Kâinat kitabında sergilenen sonsuz ilâhî tecellîleri, alık ve abus bir çehreyle, donuk bir kalple seyretmek ve onların yaratılış gâyesini idrâk edememek ise; mânevî hayatın kanseri demek olan ahmaklıktır. Bir insanın iki gözünü iki parmağıyla kapatıp kendi kendini ilâhî hakîkatlerden gâfil bırakmasıdır.

Âyet-i kerîmede gaflet ehlinin hâli şöyle tasvir edilmektedir:

(Rasûlüm! Sen’i yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hac, 46)

İşte gönül gözü kör olan ahmaklar, kâinatta sergilenen ilâhî kudret ve azamet tecellîlerine baksalar da göremezler. Sayısız cenâze manzarasına şâhit olsalar da ibret alamazlar. Kabristanlarda kendilerinden daha küçük yaşta dünyaya vedâ etmiş niceleri olduğunu görseler de kendilerinin fânîliğini, bir gün öleceklerini, kabre gireceklerini, ebedî bir âhiret yolculuğuna çıkacaklarını, hiç hatırlarına getiremezler. Âdeta âhiretsiz bir dünya hayatı yaşamak isterler. Niçin dünyaya geldiklerini, kimin mülkünde yaşadıklarını, yolculuklarının nereye olduğunu, son nefesten sonra ne olacaklarını düşünemezler.

Zira onların kalp gözleri perdeli veya mühürlüdür. Bu hâlleriyle, âdeta yiyip içmek ve nefsânî arzularını tatmin etmekten başka bir derdi olmayan hayvanlar gibi, hattâ onlardan daha beter bir şaşkınlık içinde ömür tüketirler.

MEVLÂNÂ’NIN BİR TEŞBİHİ

Mevlânâ Hazretleri, bu hâle dûçâr olan gâfillerin şaşkınlığını şu teşbihle îzah eder:

“Bir öküz, Bağdat’a gelir ve şehri bir baştan öbür başa kadar dolaşır. (Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan, ortasından şırıl şırıl akan Dicle Nehri’yle ilâhî sanatın müstesnâ bir sergisi olan) Bağdat şehrinde, hoşlanılacak nîmetler olarak yalnızca kavun ve karpuz kabuklarını görür… Zaten öküzle eşeğin seyrine lâyık olan şey; ya yola dökülüp saçılan samandır, yahut yolların kenarında biten çayır çimendir!”

Velhâsıl, ârif bir zâtın buyurduğu gibi;

“Bu âlem; âkıller için seyr-i bedâyî, ahmaklar içinse yemek ile şehvettir.” Yani bu cihan, gerçek akıl sahipleri için, ilâhî hakîkatlerin müşâhede ve tefekküründe derinleşmek; ahmak ve gâfiller içinse akılsız varlıklar gibi yiyip içip şehevî ihtiraslarını tatmin peşinde koşmaktan ibâret bir imtihan âlemidir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 366. Sayı, Ağustos 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.