Velinin Nikâh Akdinde Yetki Sınırı

İslam fıkhına göre nikâh sözleşmesinde velinin yetki sınırı nedir?

İslam hukukuna göre velinin nikâh akdinde yetki sınırı...

FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN YERİ

Kadının Nikâhta Taraf Olması

1) Velînin rızasını müstehab sayan görüş:

Akıllı ve ergen erkek, velîsi olmaksızın kendi irade beyanı ile evlenebilir. Onun bir vekil aracılığı ile evlenmesi de mümkündür. Hanefîlere göre hür, akıllı ve ergen kadın da evlenme akdinde doğrudan taraf olabilir. Çünkü burada velinin bulunması evliliğin sıhhat şartlarından değildir. Ancak aileler arasında karşılıklı akrabalık ilişkisi doğuracak böyle bir nikâh akdinde velinin rızasının bulunması müstehab görülmüştür.

Dayandıkları delil, âyet ve hadislerdir. Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

“Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Peygambere hibe eden kadını, diğer mü’minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık).” [1] Bu âyet, kadının nikâh akdinde bizzat taraf olabileceğini gösterir.

Hulle bildiren şu âyette de aynı anlamı görmek mümkündür:

Eğer erkek, kadırısını (üçüncü defa) boşarsa, bundan sonra kadın, bir başka erkekle evlenmedikçe, onu alması kendisine helâl olmaz. Bu (yeni koca) da onu boşarsa, Allâh’ın sınırlarını koruyabileceklerine inandıkları takdirde, öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur.”[2] Bu âyette, kocası tarafından üç talakla boşanan kadın başka bir erkekle evlenmede taraf olarak gösterilmiştir.

Hz. Peygamber’in şu hadisleri de, kadının gerektiğinde velîsi hazır bulunmaksızın evlenebileceğini gösterir: “Dul kadın hakkında velînin yapabileceği bir iş yoktur.” [3] “Bekâr kadın, kendisi hakkında velisinden daha fazla hak sahibidir.” [4]

2) Velinin rızasını vâcip sayan görüş

Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre, kadın için nikâhta erkek bir velînin bulunması şarttır. Velî, kadının asabesinden en yakın olan erkektir. Baba, dede veya oğlu gibi. Buna göre, kadının nikâhta doğrudan taraf olması caiz değildir. Yaşının küçük veya büyük olması, kendisinin dul veya bâkire bulunması, sonucu değiştirmez. Bu müctehitlere göre kadının kadını evlendirmesi de caiz değildir. Dayandıkları deliller şunlardır:

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.” [5] Burada, velîlerin, boşanan kadının yeniden evlenmesine engel olmaması istenmektedir. Eğer kadının bizzat evlenmeye yetkisi olsaydı, velîye böyle bir yasak koymanın anlamı kalmazdı.

“Aranızdaki bekarları evlendirin.” [6]

“İslâm’ı kabul etmedikçe (mü’min kadınları) Allâh’a ortak koşan erkeklere nikâhlamayınız.” [7] gibi âyetlerde de, evlenecek olan kız ve erkeğin dışındakilere hitap edilmekte ve velâyet yetkisi onlara verilmektedir.

Çoğunluk fakihler bu konuda bazı hadislere de dayanmışlardır. Ezcümle: “Herhangi bir kadın, velîsinin izni olmadan evlenirse, onun nikâhı bâtıldır, bâtıldır, batıldır.” [8] “Kadını kadın evlendiremez. Kadın bizzat kendisini de evlendiremez.” [9] “Nikâh ancak velî ile olur.” [10]

Görüşlerin Dayandığı Deliller ve Değerlendirmesi

Hanefîler çoğunluğa ait yukarıdaki görüşü ve delillerini şu şekilde eleştirmişlerdir:

Yukarıda zikredilen el-Bakara 2/232 ncu âyet, nikâh fiilini kadına isnad eder. Çünkü bu âyet, sahabeden Ma’kıl bin Yesâr’ın (r.a.) dul kız kardeşinin yeniden eski kocası ile evlenmesine karşı çıkması üzerine inmiştir. Âyet, baş tarafı ile bir bütün olarak ele alınınca; böyle bir kadının, velinin müdahalesi olmaksızın serbestçe evlenebilmesi anlamı ortaya çıkar. Bekârları evlendirmeyi emreden âyetler ise yalnız velilere değil, İslâm toplumuna hitap etmektedir.

Diğer yandan Hanefîler velisiz nikâh olmayacağını bildiren hadislerin zayıf, hatta kimisinin mürsel (sahabe veya tabiîlerden olan ravi atlanarak nakledilen hadis) olduğunu ortaya koymuş ve velisiz evlenme konusunda “Bekâr kadının kendisini evlendirmede velisinden daha fazla hak sahibi olduğunu” bildiren, Ebû Dâvud’un naklettiği hadise dayanmışlardır (Ebû Dâvûd, Nikâh, 25). Bununla birlikte çoğunluğun delil olarak aldığı hadisleri sağlam kabul etsek bile, bunların kesin emir bildirmek yerine, aile büyüklerine saygı ve edep çerçevesinde müstehap olan bir hüküm ve tavsiye ifade etmesi de muhtemeldir. Nitekim Hanefîler, akıllı ve ergenin evlenmesinde velinin bulunmasını vâcip değil müstehap saymışlardır. Ancak bu serbestlik sonucunda kadının bilerek veya bilmeyerek dengi olmayan bir erkekle evlenmesi durumunda, veliye evliliği feshettirme hakkı tanınmıştır.

Şâfi, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, kız çocuğunun evlenmesinde velinin rızası gereklidir.

Hanefîlerden İmam Muhammed de, akıllı ve ergen kız çocuğunun ev­liliğinde velinin icazetini gerekli görür, aksi halde veli icazet vermezse nikâh akdi ortadan kalkar.[11] Osmanlı Devleti uygulamasında, 951/1544 tarihli, Ebûssuud Efendi’nin arzı üzerine İmam Muhammed’in görüşü esas alınmıştır.[12] 1917 tarihli Osmanlı H.A.K. düzenlemesinde ise, akıllı ve ergen kız çocuğunun 17 yaşına, erkeğin 18 yaşına kadar velisine sorularak evlenebileceği, bu yaşlardan sonra ise velilerinin izni aranmaksızın evlenebilecekleri hükme bağlanmıştır.[13]

Ailede velâyet yetkisi baba ve dede başta olmak üzere mirastaki sıraya göre asabe denilen erkek hısımlara aittir. Delil Hz. Ali’den nakledilen; “Nikâh asabeden olan veliye aittir.” [14] sözüdür. Asabeden kimse bulunmazsa velilik İslâm devlet başkanına ve onun adına yetkili olan hâkime geçer. Delil; “Velisi olmayanın velisi sultandır.” hadisidir.[15]

Ebû Hanîfe’ye göre ise, asabe grubundan hiçbir hısım bulunmadığı takdirde velilik yetkisi anaya, sonra baba anneye, sonra kız çocuklarına, oğul kızına, kızın kızına ve sırasıyla diğer zevî’l-erham denilen hısımlara geçer. Eğer bu hısımlardan kimse bulunmazsa velilik yetkisi hakime geçer.[16]

Nikâhta Tarafları Vekilin Temsil Etmesi

Akıllı ve ergen erkek ve kadın bizzat evlenebileceği gibi vekil aracılığı ile de evlenebilir. Ancak Hanefîler dışındaki üç mezhep, kadının nikâhta taraf olmasını kabul etmedikleri için, onun vekil aracılığı ile nikâh akdi yapmasını da kabul etmemişlerdir.

Nikâhta vekâletin caiz oluşu şu delile dayanır. Ümmü Habîbe (ö.20/640) Habeşistan’a hicret etmişti. Orada kocası vefat etmiş, kendisi desteksiz kalmıştı. Durumu öğrenen Hz. Peygamber, Habeş Necâşî’sine bir mektup yazarak Ümmü Habîbe’nin kendisine nikâhlanmasını istedi. Burada Necâşî’nin evlendirmesinin vekil sıfatı ile olduğu açıktır. Ümmü Habîbe, Ebû Süfyan’ın kızı olup, Mekke’de müşriklerin işkencelerini artırması üzerine, Habeşistan’a göç eden heyete katılmıştı.[17]

Vekil sözlü veya yazılı olarak bu görevi üstlenebilir. Vekâleti verme sırasında şahit bulunması şart değildir. Ancak şahid bulunması inkâr durumunda isbat için gerekli olabilir.

Vekilin nikâhta belli bir erkek veya kadını temsil ederek irade beyanında bulunması asıldır. Ancak bir kimse diğerine evlenme konusunda “umûmî vekil” yetkisi de vermiş olabilir. Burada evlenilecek kişinin niteliklerini belirlemekle yetinilir: Ancak bu durumda vekil, özel izin bulunmadıkça temsil ettiği kimseyi kendisi, usûl veya fürûundan birisi ile evlendiremez. Çünkü bu durumda, vekilin temsil yetkisini kötüye kullanması mümkündür. Diğer yandan veli de nikâh sırasında hazır bulunmayarak kendisini bir vekile temsil ettirebilir.[18]

Bir kimse iki tarafın birlikte vekili olabilir. Ukbe bin Âmir (ö.58/677) r.a.’ten rivayete göre, Hz. Peygamber bir adama; “Seni filânca kadınla evlendirmeme razı mısın?” diye sormuş, adamın “evet” demesi üzerine, kadına da “Seni filanca erkekle evlendirmeme razı mısın?” diye sormuştur. Kadın da “evet” deyince, onları birbiriyle evlendirmiştir.[19]

Asil ve vekil sıfatlarının tek kişide toplanması da mümkündür. Nitekim Abdurrahmân bin Avf (ö.31/651), Ümmü Hakîm binti Kârız (r. anhâ)’ya ; “Evlenmen konusunda bana yetki veriyor musun.” diye sordu. Kadın “evet” deyince de; “seni kendime nikâhladım” dedi.[20]

Şâfiîlere göre, nikâhta bir kişinin iki tarafı temsil etmesi, ancak bu kişinin iki tarafın da velisi olması durumunda mümkündür.[21]

Avrupa ülkeleri kanunlarında genel olarak evlenmede vekâlet yöntemine yer verilmemiştir. Buna göre, evlenecek eşler nikâh dairesinde bizzat hazır bulunmalıdır. Ancak Fransa’da 1915 tarihli bir kanunla savaş zamanlarına ait olmak üzere evlenmede vekâlet esası benimsenmiştir. Hatta kimi Fransız hukukçular, vekille evlenmenin her zaman için geçerli olmak üzere kabul edilmesini istemişlerdir.[22]

Sonuç olarak Hz. Peygamber’in vekâlet yoluyla Ümmü Habîbe ile evliliği düşünülürse, o sırada Allâh’ın Rasûlü Mekke’de, Ümmü Habibe ise Habeşistan’da idi. Böyle bir nikâh akdi şartların zorlaması sebebiyle söz konusu olmuştur. Kısaca, günümüzde aynı köy, şehir veya kasabada bulunanların evliliğinde, olağanüstü bir durum olmayınca, tarafların bizzat hazır bulunması sağlanmalıdır.

Dipnotlar:

[1]. Ahzâb, 33/50. [2]. Bakara, 2/230. [3]. Ebû Dâvûd, Nikâh, 25; Ahmed b. Hanbel, I, 334. [4]. Ebû Dâvûd, Nikâh, 25. Hadislerin kritiği için bk. Sünenû Ebî Dâvûd, Çağrı Yayınevi, 2. baskı, İstanbul 1992, II, 577-579. [5]. Bakara, 2/232. [6]. Nûr, 24/32. [7]. Bakara, 2/221. [8]. Ebû Dâvûd, Nikâh, 19; Tirmizî, Nikâh; 14; Dârimî, Nikâh, 11; Ahmed b. Hanbel, VI, 166. [9]. İbn Mâce, Nikâh, 15. [10]. Buhârî, Nikâh, 36; Ebû Dâvûd, Nikâh, 19; Tirmizî, Nikâh, 14. [11]. Kâsânî, age, II, 237 vd. İbnü’l-Hümâm, age, II, 391 vd.; Bilmen, age, II, 47. [12]. Kâsânî, age, II, 237 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, II, 391. [13]. bk. H.A.K. mad, 7, 10 vd. [14]. bk. Mevsılî, el-İhtiyar, c:2; Ilı, 94; Zühaylî age, VII, 201. [15]. Buhârî, Nikâh, 39. [16]. Kâsânî, age, II, 240 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, II, 405 vd.; İbn Âbidîn, age, II, 429 vd.; Zühaylî, VII, 199, 200. [17]. Serahsî, age, V, 15, 16; Kâsânî, age, II, 231; İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 97, 98; Mecelle, mad. 1449-1450; bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 28; A.b. Hanbel, VI, 427. [18]. Serahsî, age, V, 21, 22; Döndüren, age, s. 203, 204. [19]. Ebû Dâvûd, Nikâh, 31. [20]. Buhârî, Nikâh, 37. [21]. Şirbînî Muğnî’l-Muhtâç, Mısır, t.y. II, 147 vd. [22]. Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974, s. 95. Le Carpantier, Le Mariage par procuration, these, Paris 1918’den naklen.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

VELİDE BULUNMASI GEREKEN NİTELİKLER

Velide Bulunması Gereken Nitelikler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.