Vay O Kimsenin Haline! - Hümeze Suresi 3. Ayet

Hümeze suresi 3. ayet kimler için "Vay onların haline" buyuruyor? Müslüman dünya hayatına nasıl bakmalı ve amel etmelidir? Hüdayi Hazretleri Müslümanlara hangi nasihatte bulunuyor?

(Vay hâline o kimsenin ki,) malının kendisini ebedî kılacağını zanneder!” (el-Hümeze, 3)

Kimi insanlar ise ebedîliği evlât sahibi olmakta arar, neslinin kıyâmete dek sürmesini ister. Kimisi bedenine aşırı düşkünlük ve ihtimamda arar, asırlarca yaşamayı arzular. Kimisi kalıcı eserler bırakmakta arar, nâmını kendinden sonra da sürdürmeyi diler.

HÜDAYİ HAZRETLERİNDEN 2 BEYİT 1 NASİHAT

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Hakʼtan özge nesne yoktur, gayrıdan ümmîdi kes!
Aç gözün merdâne bak; Allah bes, bâkî heves!..

[Yani; “Allahʼtan başka (gerçek) varlık yoktur, Oʼndan gayrısına (yani fânîlere) ümit bağlama! Gönül gözünü aç da (hayat ve kâinâta) Hak erleri gibi bak (ve anla ki; kul için yegâne sığınak, barınak ve dayanak olarak) Allah kâfîdir, gerisi gelgeç arzular (ve fânî seraplardan) ibarettir.”

Allah’tan gayrı bütün varlıkların aslı “adem” yani “yokluk”tur. Bütün varlıklar, var olabilmek ve varlıklarını devam ettirebilmek için, Vâcibüʼl-Vücûd olan mutlak varlığın, yani Cenâb-ı Hakk’ın lûtf u keremine muhtaçtır.

Dolayısıyla birer “zıll-i zevâl” yani “kaybolmaya mahkum gölgeler” hükmünde olan fânî varlıklara değil, varlığın asıl sahibi ve yegâne Hâlıkʼı olan Cenâb-ı Hakkʼa dayanıp güvenmek îcâb eder.

Bekā sıfatının bu âlemde tecellîsi yoktur. Bunun için dünyadaki her şey, âdeta bir devre-mülk gibidir. Zira Cenâb-ı Hak Bekā sıfatını yalnız yüce zâtına tahsis buyurmuş ve mahlûkâtını fânîlikle mâlûl kılmıştır.

VAY O KİMSELERİN HALİNE!

Ham nefsin mayasında ise fânîliğe isyan vardır. O nefis, dâimâ ebedî olmak ister. Dünyadaki fânî hayatın dar hudutlarına sığmayı kabullenemez. Sonsuzluğun hasretiyle fânîlikten kaçış hâlindedir. Ebedîlik ve ölümsüzlüğü arzu ettiği için, sahip olduğu nîmetlerin aslâ elinden çıkmamasını ister. Misafireten bulunduğu dünya konağının geçici nîmetlerine dört elle sarılmaya çalışır. Mal-mülk gibi fânî imkânlarının kendisini koruyup kollayacağını zanneder. Servetinin gücüne dayanır, onu kendi varlığına payanda kılmak ister. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:

(Vay hâline o kimsenin ki,) malının kendisini ebedî kılacağını zanneder!” (el-Hümeze, 3)

Kimi insanlar ise ebedîliği evlât sahibi olmakta arar, neslinin kıyâmete dek sürmesini ister. Kimisi bedenine aşırı düşkünlük ve ihtimamda arar, asırlarca yaşamayı arzular. Kimisi kalıcı eserler bırakmakta arar, nâmını kendinden sonra da sürdürmeyi diler.

Hâlbuki fânî dünya üzerinde ebedîlik aramak veya nîmetlerin hiçbir zaman elden çıkmayacağını sanmak; çöllerdeki seraplara aldanmak kadar boş bir hayaldir. Fânî dünyaya güvenip ondan vefâ, safâ ve bekā beklemek, en büyük aldanıştır. Bu hakîkat, kelâm-ı kibarda ne güzel ifade buyrulur:

“Dünyadan ebedîlik isteme! Kendinde yok ki sana da versin!..”

Bir şeyi olmadığı yerde aramak, aslında onu aramamak demektir. Dolayısıyla gerçek huzur ve saâdeti fânî varlıklarda aramak da yanlış adreslerde boşuna yorulmaktır.

Bu gaflete düşmemek için, ölümü ve âhireti hatırımızdan çıkarmayıp fânîliğin tefekküründe derinleşmek îcâb eder. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu gönül kıvamıyla yaşamamız için, hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” (Tirmizî, Kıyâmet, 26)

“Ölümü çok hatırlayınız! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin âfetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayatınızdan memnun olmanızı sağlar.” (Süyûtî, el-Câmiu‘s-Sağîr, I, 47)

Bu yüzden dünyanın fânîliğini ve esas hayatın âhiret hayatı olduğunu hatırlatan ölümü tefekkür etmek, cenâze teşyiinde bulunmak ve kabirleri ziyaret etmek, ham nefislerin terbiyesinde son derece tesirli birer vâsıtadır. Zira bir kabristana uğradığımızda, bizden daha küçük yaşta vefat etmiş nicelerinin kabirlerini görmek; ölümün yaşı olmadığı gerçeğini kalbin derinliklerine nakşeder. Sükûtun sonsuzluğuna bürünmüş mezar taşlarındaki “Hüveʼl-Bâkî” yazıları; bütün canlıların fânî, yalnızca Allâhʼın bâkî olduğunu, âdeta hâl lisânıyla gönüllere haykırır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Şubat, Sayı: 432

İslam ve İhsan

KEFİL OLARAK ALLAH YETER!

Kefil Olarak Allah Yeter!

İBRETLİK KISSA "ŞAHİT VE KEFİL OLARAK ALLAH YETER"

İbretlik Kıssa "Şahit ve Kefil Olarak Allah Yeter"

MÜMİNLER SADECE ALLAH’A TEVEKKÜL ETSİNLER

Müminler Sadece Allah’a Tevekkül Etsinler

AMELLERDE SADECE ALLAH'IN RIZASINI GÖZETMEK

Amellerde Sadece Allah'ın Rızasını Gözetmek

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.