Vahiy Esnâsında Görülen Haller

İki cihan güneşi Peygamber Efendimiz'de vahiy esnasında görülen haller nelerdir?

Hangi yolla ve ne şekilde gelirse gelsin vahyin belli bir ağırlığı vardı. O, ağırlığıyla yüce dağları yerle bir edecek bir azamet ve kuvvetteydi.[1] Yüce Rabbimiz vahyin ilk geldiği günlerde Rasûlüne, “Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz” buyurmuştu.[2] Bu sebeple, gelen vahiyler Allah Rasûlü’nün üzerinde kuvvetli bir tesir bırakır ve Efendimiz’de şu haller görülürdü:

- Üzerine büyük bir ağırlık çökerdi. Vahiy, Allah Rasûlü (s.a.v) deve üzerinde iken geldiğinde, hayvan vahyin ağırlığına tahammül edemez, ayakları bükülür ve çökerdi. Nitekim Rasûlullah (s.a.v), Adbâ isimli devesinin üzerinde bulundukları sırada Mâide Sûresi’nin üçüncü âyeti nâzil olmaya başlayınca devenin ayakları kırılacak gibi olmuş, Allah Rasûlü (s.a.v) devenin üzerinden inmişlerdi.[3]

Zeyd bin Sâbit (r.a) şöyle anlatır: “Rasûlullâh (s.a.v)’in yanında oturuyordum. Bu esnâda Allah Rasûlü’ne vahiy hâli geldi. Dizi benim dizimin üzerindeydi. Vallâhi Rasûlullah’ın dizinden daha ağır bir şey görmedim. Neredeyse dizim ezilecek sandım.”[4]

Ubâde bin Sâmit (r.a) da bu konuda şöyle buyurmuştur: “Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e vahy indirildiği zaman onun ağırlığını hissederler ve mübarek yüzlerinin rengi atardı.[5]

- Vahiy gelirken Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanında bazen arı vızıltısına benzer sesler işitilirdi. Hz. Ömer (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v)’e vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Bir gün ona vahiy indirildi. Bir müddet bekledik. Sonra o hâl açıldı. Kıbleye yönelerek ellerini kaldırıp:

“Allah’ım bizim (hayrımızı ve terakkîmizi) artır, bizi (hayrımızı, mertebemizi ve sayımızı) noksanlaştırma! Bize ikrâm et, zillete düşürme. Bize ihsanda bulun, mahrum etme. Bizi tercih et, (düşmanlarımızı) bize tercih etme. Allâh’ım, bizi râzı kıl ve bizden râzı ol!” diye dua ettiler. Sonra:

“−Bana on âyet indirildi. Kim bunları tatbik ederse cennete girer” buyurup Mü’minûn sûresinin ilk on âyetini okudular:

“Muhakkak ki, mü’minler felâha ermişlerdir: Ki onlar namazlarında huşû içindedirler, boş şeylerden yüz çevirirler, zekâtı verirler, iffetlerini korurlar, sadece eşleri ve ellerinin altında olan (câriyeleri) ile yetinirler, bundan dolayı da kınanacak değillerdir. Ama kim bunun ötesine geçmek isterse, işte haddi aşanlar onlardır. Yine onlar emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler, namazlarını muhafaza ederler. İşte vâris olacaklar onlardır, Firdevs cennetine varis olacak ve orada ebedî kalacaklardır».”[6]

- Vahiy gelirken Efendimiz’in mübârek yüzleri gül gibi kızarır, yanakları al al olurdu. Vahiy hâli zuhûr ettiğinde sahâbe-i kirâm, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in üzerini bir örtüyle örterlerdi.

Yaʻlâ bin Ümeyye bir gün Hz. Ömer’e, “Peygamber Efendimiz’e vahiy gelirken onu bana gösteriver!” demişti. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Cîrâne’de bulunduğu esnâda, yanında sahâbîlerinden bir topluluk da varken bir kişi çıkageldi ve:

“–Yâ Rasûlallah! Güzel koku sürünmüş olarak umre için ihra­ma giren bir kimse hakkında ne buyurursunuz?” diye sordu. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bir müddet sustular. Bu esnâda üzerinde vahiy halleri belirdi. Ömer (r.a) hemen Yaʻlâ’ya işaret etti. O da geldi. Allah Rasûlü’nün üzerine bir elbise örtülmüştü. Yaʻlâ başını bu örtünün içine sokup baktı. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yüzünün kızardığını gördü. Uyuyan kim­senin gidip gelen nefesi gibi hırıltıyla nefes alıp veriyordu. Sonra Rasûlullah’tan bu hâl yavaş yavaş açıldı. Peşinden:

“–Umreden sormuş olan kimse nerede?” buyurdular. Yanına hemen birisi getirildi. Rasûlullah (s.a.v) ona:

“–Bedenine ve elbisene bulaşan kokuyu üç kere yıka, üzerin­deki cübbeyi de çıkar, hacda yaptığın fiilleri umrede de yap!” buyurdular.[7]

- Vahiy gelirken Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mübârek alınları en soğuk günlerde bile buram buram terlerdi. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle nakleder: Rasûlullah (s.a.v) bir gün minber üzerinde aya­ğa kalktılar ve:

“‒Ben ancak benden sonra sizin üzerinize açılacak olan dün­ya bereketlerinden dolayı sizin için korkuyorum” buyurdular. Sonra dünyanın süsüne dalmaktan bahsettiler. Önce birini, sonra diğerini anlattılar. Bunun üze­rine sahâbîlerden bir zât ayağa kalkarak:

«‒Yâ Rasûlallah! Hiç hayır, şer getirir mi?» diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu soruya cevap vermeyip bir müddet sükût ettiler. Biz, «Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e vahiy indiriliyor» dedik. İnsanlar sanki başları üze­rinde kuş varmışçasına sükût ettiler. Bir müddet sonra Rasûlullah (s.a.v) dökmekte olduğu teri mübarek yüzünden silerek:

«‒Biraz önce suâl soran nerede? Mal (hakîkaten) hayır mıdır?» (deyip, bunu üç defa tekrarladılar ve devamla) «Hakîkî hayır ve nimet, hayırdan başka bir şey getirmez (fakat dünya malı hakîkî hayır değildir. Şöyle ki): Bahar gelip etraf yeşerdiğinde, otlar arasında çok yiyeni öldüren veya ölüme yaklaştıran şeyler de biter. Lâkin yeşil otları hırsa kapılmadan yavaş yavaş yiyen hay­van, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmaz. Bu hayvan yeşil otlardan yiyip iki böğrünü doldurunca bahar güneşinin karşısına geçip biraz istirahat eder, kolayca tersler ve bevleder. Sonra yine yayılır. İşte bu dünya malı da yeşil ot gibi çekicidir, tatlıdır. Bu dünya malını hakkıyla alan ve onu Allah yoluna, yetimlere, fakirlere tahsis eden zengin müslüman ne hayırlı kişidir! Dünya malını hakkıyla almayan (haram mal toplayan hırslı) kişi de dâima yiyen ama bir türlü doymayan obur kimse gibi­dir. Kıyamet gününde bu mal kendi sahibinin cimriliğine bir şâhid olacaktır».”[8]

-Vahiy esnâsında Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in üzerinde bir heybet hâli zuhur ederdi. Ebû Hüreyre (r.a) şöyle der: “Vahiy geldiği zaman bize gizli kalmazdı. Vahiy geldiğinde, o hâl geçinceye kadar hiç birimiz gözünü kaldırıp Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e bakamazdı.”[9]

Dipnotlar:

[1] Bkz. Haşr 59/21.

[2] el-Müzzemmil 73/5.

[3] Ahmed, 2: 176; 6: 445; Ebû Abdillah Muhammed b. Saʻd (v. 230), et-Tabakâtü’l-kübrâ, thk. İhsan Abbas (Beyrut: Dâru Sâdır, 1968), 1: 197; Ebû Caʻfer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-beyân fî te’vîli’l-Kur’ân, thk. Ahmed Muhammed Şâkir (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000), 6: 106.

[4] Bkz. Ahmed, V, 190-191; Buhârî, Salât, 12, Cihâd, 31; Ebû Dâvûd, Cihâd, 19.

[5] Müslim, Hudûd, 13.

[6] Tirmizî, Tefsir, 23/3173.

[7] Buhârî, Hac, 17. Krş. Müslim, Hac, 8.

[8] Buhârî, Cihâd, 37, Rikâk,7.

[9] Müslim, Cihâd, 84.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınlıar

İslam ve İhsan

KUR’ÂN-I KERÎM ALLAH KELÂMIDIR

Kur’ân-ı Kerîm Allah Kelâmıdır

KURAN'I KERİM'İN ÖZELLİKLERİ MADDELER HALİNDE

Kuran'ı Kerim'in Özellikleri Maddeler Halinde

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.