Ümmü Umâre Kimdir?

Ümmü Umâre kimdir? İslâm’ın güzîde hanımlarından Ümmü Umâre’nin hayatını Merve Güleç yazdı.

Adı Nesîbe olan bu kıymetli sahabî hanımın künyesi “Ümmü Umâre”dir. Babası Ka’b bin Amr, annesi Rebâb binti Abdullah’tır. Hazrec kabilesinin Benî Neccâr koluna mensuptur. Hicretten kırk sene evvel Medîne’de dünyaya geldiği rivayet edilmiştir.

AKABE’DE PEYGAMBERİMİZE BİAT EDEN İKİ KADIN SAHABİDEN BİRİ

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından İslâm’ı tebliğ için Medîne’ye gönderilen Mus’ab bin Umeyr’in tebliğ ve dâveti üzerine İslâmiyet’i kabul etmiş ve Medîneli ilk Müslümanlar arasında yer almıştır. Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ- “İkinci Akabe Biatı”na katılan yetmiş beş kişilik heyetteki iki hanım sahabîden biridir. Diğer hanım sahabî ise Esmâ binti Amr’dır.

Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ- savaşlarda gösterdiği cesaret ve kahramanlıklarıyla tanınmaktadır. Uhud’a, Benî Kurayza Gazvesi’ne, Hayber’in fethine, Mekke’nin fethine, Huneyn’e ve Yemâme savaşlarıyla; umre yapmak üzere yola çıkılıp Hudeybiye Anlaşması ile son bulan sefere ve müteâkip yıl kazâ umresine katılmıştır. Özellikle Uhud, Huneyn ve Yemâme savaşlarında büyük kahramanlıklar sergilemiştir.

Uhud’da eşi ve çocukları ile gösterdikleri fedakârlıktan dolayı Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“-O gün nereye baksam Ümmü Umâre’nin beni korumak için savaştığını görüyordum.” (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 479)

O’nun ve ailesinin Cennet’te kendisine komşu olmaları için Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in duâ ettiği de belirtilmiştir. (Vâkıdî, I, 273; İbn-i Sa‘d, VIII, 415)

KAHRAMAN BİR KADINDI

Uhud’da savaşın şiddetlendiği sırada Peygamber Efendimiz’i koruma çemberine alan on kişiden dördü Ümmü Umâre, kocası ve iki oğlu idi. Kılıcı ve mızrağı ile düşmana gereken cevâbı veriyordu. Savaşın ilerleyen zamanlarında ashâb-ı kirâm efendilerimizde bir gevşeme ve çözülme meydana geldi. Savaşan yiğitlerin sevk ve idaresi, Peygamber Efendimiz’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kontrolü dışına çıkmış, kimse ne yapması gerektiğini bilemez hâle gelmişti.

Savaş yerine gelirken savaşacağını hatırına getirmeyen Ümmü Umâre, yanında zırh veya kalkan gibi bir koruma âleti getirmemişti. Onun kalkansız bir şekilde canla-başla mücadelesini gören Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o sırada kenarda çarpışmaya ara veren bir sahabî efendimize:

“-Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak!” buyurdu.

Emre itaat eden o sahabîden kalkanı alan Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bunu Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ-’ya vermişti.

Kalkanı alarak daha da şiddetli çarpışmalara giren Ümmü Umâre’ye, müşriklerden bir atlı saldırdı. Kalkanı ile kendisini koruyan Ümmü Umâre, fırsatını bulduğu ilk anda o müşrikin arkasından koşarak binmiş olduğu atın ayaklarına kılıç salladı ve at, aldığı yara ile arkası üzerine çöküverdi. Bunu gören Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ümmü Umâre’nin oğluna seslenerek:

“-Ey Ümmü Umâre’nin oğlu, annene bak, yardımına koş!” buyurdu.

Cesareti ve kâbiliyetiyle Uhud’da erkek sahabîleri aratmayan bir mücadele ortaya koyan Ümmü Umâre, bu harpte mızrak ve kılıç darbeleri dâhil on üç yara almıştır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Osman’ın Mekkeli müşrikler tarafından şehit edildiği şâyiası ulaştığında; Ümmü Umâre’nin kabilesinin konakladığı yere geldi ve burada bir ağacın altında ashâb-ı kirâmdan biat aldı.

Ümmü Umâre, sahâbîlerin yanlarında çok az silâh bulundurduğu o gün muhtemel bir düşman saldırısına karşı beline bir bıçak bağladığını söylemiştir.

Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ-’nın Hazret-i Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarında vefat ettiği rivayet edilmiştir. Cenâb-ı Hak’tan, ashâb-ı kirâmın seçkin ve gözü pek hanımlarından olan Ümmü Umâre’nin mekânını cennet, makâmını âlî kılmasını niyâz ederiz. Allah kendisinden râzı olsun.

İstifade Edilen Kaynaklar: Halit Özkan, “Ümmü Umâre” maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2012, 42/332; Mehmed Emre, Hanım Sahabîler, İstanbul, 2019, 219-224.

Kaynak: Merve Güleç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 445

İslam ve İhsan

ÖRNEK HANIM SAHABİLERDEN “ÜMMÜ UMARE”

Örnek Hanım Sahabilerden “Ümmü Umare”

HZ. NESİBE (R.A.) KİMDİR?

Hz. Nesibe (r.a.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.