Tefekkür Dalı

Dünya’dan ukbâya bir koldur tefekkür dalı Olandan Olduran’a yoldur tefekkür dalı

Öyleyse düşün. Yaşadığın ve yaşayacağın her şeye, Yaşatan’a yaklaştıracak bir sebep olduğunu bilerek bak. Bil ki en basit addettiğin durumlar da dâhil, hiçbir şey önemsiz değildir. Aslında, başımıza her gelende de, gelsin diye çok uğraştığımız hâlde bir türlü gelmeyende de hayır var. Bu hayır ancak tefekkür edenlere açılır. Maksûda varan yol ancak, hakkıyla tefekkür edenlere kısalır. Belki de bu sebeple, bir saat tefekkür bazen, bir sene nâfile ibâdetten daha hayırlıdır. (Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310)

Bu yazıda, kendisine tutunarak kendimce yol aldığım sayısız tefekkür dalından, sadece birkaç tanesini sizlere de uzatacak, böylece, hem paylaşmanın hem de hayra vesile olmanın sevincine ve ecrine kavuşmayı umacağım.

YOLUN SONU

Geçenlerde ufak tefek birkaç ihtiyaç için markete gittim. Gerekenleri hızlıca alıp kasaya geçtim. Bana kalsa, çok fazla tutmayacaktı; fakat hesabı elime alıverince şaşırdım. Zîrâ bedel, umduğumdan yüksek çıktı. Ödemeyi yaptıktan sonra, yine de kenara çekilip bir yanlışlık var mı diye kontrol etme gereği hissettim. Hayır, hesapta bir yanlışlık yoktu. Ufak tefek rakamlar alt alta gelmiş ve yekûnu kabartmıştı.

Bu alışverişin sonunda, bir ömrün sonu geldi aklıma. Bu durum, içimi hem çok yakıcı hem de çok ferahlatıcı iki duygunun kaplamasına sebep oldu. Yakıcı olan şuydu: Hesap günü geldiğinde, ufaklı büyüklü kusurlarım, günahlarım, eksiklerim de böyle, ummadığım kadar yekûn tutarsa neylerim!!!?

Ve ferahlatan da şuydu: Belki de ufak tefek hayırlarım, sadakalarım, iyiliklerim ve ibâdetlerim bir araya gelip Rabbimin kabulüne mazhar olur da kurtulurum.

Marketten mahşere uzanan bu tefekkürün ardından, bir duâ nasip oldu, sevindim: Yâ Rab! Ömrümüzün son demi geldiğinde, ölüm döşeğinden kabre vardığımızda ve kabir geçidinden mahşer yerine kalktığımızda, rahmetine ne kadar da çok muhtaç olacağız. Lûtfeyle, kolaylaştır Allah’ım! Âmin.

KULLUK MERTEBESİ

Bir kardeşim, nice emekle bahçesinden topladığı eriklerden reçel yapıp Allah rızâsı için satışa sundu. Bize de almak nasip oldu. Kargo ile yola çıkan reçeller, çok geçmeden verdiğim adrese ulaştı. Fakat daha paketi açmadan, dışına sızan kırmızılıktan anladık ki içeride bir sıkıntı var. Açıp bakınca, kavanozlardan birinin paramparça olduğunu, diğerinin ise sapasağlam durduğunu gördük. Halbuki her ikisi de gayet güzel sarılmış, tedbirse, aynı tedbir her iki kavanoz için de alınmıştı. Merakla durumu soran kardeşime:

“Reçel kavanozlarından biri sağ sâlim!” Dedim. “Diğeri ağır yaralar alıp can vermiş. Tedbiri de pek güzel almışsın; fakat ecel işte…”

Ardından, bu vesileyle şunu tâlim ettik birlikte: Aldığımız tedbirler, Allah’ın takdiriyle örtüşmediğinde işe yaramaz. Bununla ilgili binlerce örnek verilebilir. Biz insanın yaratılışına gidelim: Meselâ, Allah, bir kuluyla, bir başka kulunu dünyaya sevk etmeyi dilediğinde, o kul, istediği kadar tedbir alsın, yine de gebe kalır. Allah dilememişse de tutunduğu her dal elinde kalır.

Zaten insana en çok yakışan, tedbirini aldıktan sonra tevekkülle dinlenmek, her şeyden önce en yüksek gâyeye, yani “Kulluk” mertebesine gönül vermek, râzı olmanın ve râzı olunmanın sevinç yüklü huzûruna ermektir.

Reçelden ubûdiyyete uzanan bu tefekkürün ardından, bir duâ daha nasip oldu, sevindim: Yâ Rab! Bizi olanla değil, olduranla; dolanla değil, dolduranla meşgul ve Sana hakkıyla kul eyle. Âmin.

SICAK DUÂSI

Çiftçiler, kurak geçen zamanlarda, emek zâyî olmasın, ürün yerde kalmasın diye yağmur duâsına çıkarlar. Tarlaya ve tohuma dâir ellerinden geleni yaptıktan sonra, rahmetin sâhibine yakarıp “Bizim gücümüz ekmeye yetti. Lâkin Senin yardımın yetişmezse, o ektiklerimizin hiçbiri yeşerip ürün veremez. Yağdır Mevlâm!” diyerek rahmete tâlip olurlar. Bunu çocukluğumdan beri duyardım. Oysa birkaç ay evvel Medine’de ilk kez duyduğum yeni bir duâ var ki önce çok şaşırmama, sonra da yine güzeller güzeli Rabbimize bir kere daha hayran olmama sebeptir.

Meğer hurma üreticileri de “Sıcak Duâsı”na çıkarmış. Bizim çiftçilerimizin yağmur yağsın diye ettiği duâyı, onlar da güneş daha çok ısıtsın diye yaparlarmış. Çünkü hurmalar, hava yeterince güneşli olmadığında olgunlaşamazmış.

Bunu duyunca, işte, dedim, celâl de cemâl de nasıl rahmet. İşte, nasıl da hoştur O’ndan gelen her şey. Kimileri fıtratı gereği yağmura; kimileri de fıtratı gereği Güneş’in yakıcılığına muhtaç. Her muhtâca uygun bir olgunlaşma süreci var ve bu süreçte kiminin yanması, kiminin ferahlaması gerekiyor. O halde, yakıcı imtihanlar da ferahlatan sevinçler de şüphesiz Hak’tan gelen birer lûtuftan başka bir şey değil.

Üreticiden Yaratıcı’ya uzanan bu tefekkürün ardından, bir başka duâ nasip oldu, sevindim: Yâ Rab! Bizi senden her gelenin, nasıl da eşsiz bir ikram olduğunu idrak etmek ve çok şükretmekle nasiplendir. Âmin.

GİTME VAKTİ

Ders bitmiş, görüşmeler tamamlanmış ve gitme vakti gelmişti. Asansöre binmek üzereyken otomatik kapı kapanıverir gibi olunca, eliyle tuttu ve kapı tekrar açılırken tebessüm ederek tatlı bir lâtife yaptı: “Aman kapı kapanmasın, yoksa gidemem, burada kalırım.”

Onun bu lâtifesini duyunca, elim gayr i ihtiyârî kalbime gitti. “İlâhi! Yoksa o gittiğini mi sanıyor!” dedim. “Hayır! O nereye giderse gitsin, hep burada, gönlümüzde kalıyor.” Evet. Sevilen, sevenin varlığına dolduğunda, mekân farkı fark edilmez olduğunda, gitmeler artık ayrılık değildir. İşte o vakit, kimselere duyurmadan, kâh yalvararak, kâh ağlayarak, kâh sevinerek sürekli sevdiğini anmaya başlar insan. Bu hâl onu, her sözüne ve her işine “Yâr!” ile başlayan, her muvaffâkıyetini ve yenilgisini “Yâr!” ile yaşayan, yani bütün varlığıyla hiç Yâr’dan ayrı yaşamayan biri eder.

Lâtifeden letâife uzanan bu tefekkürün ardından, yine bir duâ nasip oldu, sevindim: Yâ Rab! Bizi, Seni biricik Yâr bilmiş ve senin boyanla boyanmış olan kullarını sevmekle, o sevgiyi tada tada, Senin sevgine ermekle nasiplendir. Âmin.

Dünya’dan ukbâya bir koldur tefekkür dalı / Olandan Olduran’a yoldur tefekkür dalı. Duâ edelim de Rabbimiz, kendisine giden ömür yolunda, kolsuz, dalsız, fikirsiz ve izansız komasın biz kullarını.

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 367, Ağustos 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.