Tasavvufta Bahsedilen “Vatan-ı Aslî”ye Özlem

Vatan-ı asli, vatan-ı ikamet ve vatan-ı sükna ne demektir? “Dâru’l-fenâ” ve “Dâru’l-bekâ” nedir? İslam ilmihaline göre yolculuk hükümleri.

İlmihal kitaplarımızda “yolculuk hükümleri” anlatılırken üç çeşit vatandan bahsedilir:

  1. Vatan-ı aslî,
  2. Vatan-ı ikâmet ve
  3. Vatan-ı süknâ.

VATAN-I ASLİ, VATAN-I İKAMET VE VATAN-I SÜKNA NE DEMEKTİR?

Vatan-ı aslî: Aslî yerleşim yeri demektir. Bir insanın doğup yaşadığı yer veya çalışmak üzere yerleşip geçimini sağladığı, ev alıp çoluk çocuğu ile yerleştiği yerdir.

Vatan-ı ikâmet: Yerleşmek maksadı ile olmaksızın on beş günden fazla kalmak üzere bulunduğu ve aslî vatanından en az doksan km. uzaklıktaki yerdir.

Vatan-ı süknâ ise bir kimsenin on beş günden az bir süre kalmak niyetiyle bulunduğu, aslî ya da ikâmet vatanından en az doksan km uzaklıktaki yerdir.

“VATAN-I ASLİ” ÖZLEMİ

Bir de Kur’ân-ı Kerim’de işaret edilen vatan çeşitleri vardır ki bunlar da “Dâru’l-fenâ” ve “Dâru’l-bekâ”dır. Dâru’l-fenâ, “geçici yurt/vatan” anlamında şu dünya hayatıdır; “Dâru’l-bekâ” ise ebediyet yurdu olan âhiret yurdudur. Tasavvufta bahsedilen “vatan-ı aslî” ise insanın bu âleme gelmeden önce var olduğu ve nihayette döneceği Rabbe vuslatı ve O’nun huzurunu ifade eder. Onlara göre bu âlemde insan gurbettedir, firkattedir; onun gönlünün derinliklerinde kopup geldiği “vatan-ı aslî” özlemi hep vardır.[1] Yunus Emre’nin şu şiirinde bu özlem dile getirilir:

Benim bunda kararım yok, ben bunda gitmeye geldim

Bezirgânem[2] metâım çok, alana satmaya geldim.

Ben gelmedim dâviyüçün, benim işim seviyüçün

Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.

Muhyiddin Üftâde Hazretlerinin şiirlerinde de aynı tema işlenir:

“Ey dostlarum tınman bana[3] aslumdan ayru düşmişem

Vatanumı terk eyleyüb aslumdan ayru düşmişem

Dostlar ile zevkde iken uşşâk ile şevkde iken

Gönderdiler bu âleme aslumdan ayru düşmişem”[4]

DÜNYADAN DA NASİBİNİ UNUTMA!

Yeryüzünün Allah’ın razı olacağı bir çerçevede imarı, elbette kulluk sorumluluğumuzdur. Dünya hayatı el etek çekilecek bir hayat değil, kendisiyle ebediyet yurdunun kazanılabileceği, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle “az bir meta”dır. Bu azıcık meta ile avunmak ve itmi’nân bulmak yerine, onunla -en az bire on olmak üzere- daha büyük kazançlar elde edebilmek hünerdir. Zarar etmeyecek olan ticaret böyle bir ticarettir. Âhiretin ebediyet yurdu olduğuna inanmış müminlerin Karun’a söyledikleri şu söz bunu ifade eder:

“Allah’ın sana verdiği ne varsa onların içinde sen Âhiret yurdunu (kazanma adına gözünü ve gönlünü onu) istemeye odakla ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.”  (Kasas Sûresi 77)

Çağdaş âlimlerimizden Muaz Said Havva bu âyetin tefsirinde şöyle bir inceliğe dikkat çeker:

“Bu âyet-i kerimenin verdiği mesaj şudur: Âhirete öyle odaklan ki sana: ‘Dünyadan da nasibini unutma!’ densin. Dünyaya aşırı dalıp da ‘âhireti de unutma’ denilenlerden olmayasın’. Ya da öyle âhiret merkezli bir hayat sür ki dünyadan alacağın en büyük nasip sana âhireti kazandırmak olsun.”

Evet insan, gözünü ve gönlünü âhirete yönlendirir ve her yaptığını âhiret hesabını gözeterek yapacak olursa, bu “azıcık dünya metaı”nın kıymeti, sözle ifade edilemeyecek kadar yüksek olacaktır. Gerçek akıllılık, deryayı damlaya değişmek değil; damlayı verip deryayı alabilmektir. Ebediyet yurdu, şu gelgeç dünyaya göre uçsuz bucaksız bir derya mesabesindedir. Meseleye böyle yaklaşmak, dünyayı bırakmayı ve terk etmeyi değil; tam aksine irade ve niyetleri âhiret şuuruyla donatıp Hak Teâlâ’nın insana yüklediği yeryüzü hilafetinin hakkını vermeyi gerektirir. Ve yine dünyayı maksûd ve matlup edinmeyi değil; vasıta olarak görebilmeyi sağlar.

GERÇEK HAYAT AHİRET HAYATIDIR

Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz “vatan-ı aslî”nin unutulmaması adına sık sık (اللَّهُمَّ لا عَيْشَ إلّا عَيْشُ الآخِرَهْ) “Allâhümme lâ ayşe illâ ayşü’l-âhira=Allahım şuna inanıyoruz ki: Gerçek hayat ancak âhiret hayatıdır” cümlesini tekrarlarlardı. Bu cümleyi kimi zaman Hendek Gazvesi’nde olduğu gibi zor zamanlarda ve kimi zaman da Mekke’nin fethi gibi zaferler esnasında söylerlerdi. Bununla verilmek istenen mesaj şuydu: Dünyanın acıları, ıstırapları, zorlukları ve meşakkatleri ne kadar ağır olursa olsun, biz biliyoruz ki bunlar fani âlemin geçici halleridir; esas hayat âhiret hayatıdır. Gamla ve kederle gönlün daralmasın, ümitsizlik girdabında kaybolup gitmeyesin! Ve yine en büyük zaferlere, başarılara ve ihsanlara kavuştuğunda da nimet sarhoşu olup gerçek hayatın âhiret hayatı olduğunu unutmayasın. Bu âlem, ebedî kalınacak yer değil; ebediyete yatırım yapılacak bir diyardır.

“HAYAT, KİŞİNİN KENDİSİYLE AVUNDUĞU ŞEYDİR”

Yusuf Hemedânî -rahmetullahi aleyh- farklı hayat derecelerinden bahsettiği “Merâtibü’l-Hayat” adlı eserinde şöyle der: “Hayat, kişinin kendisiyle avunduğu şeydir. Kim neyle avunuyorsa hayatının kıymetini belirleyen şey de odur.” Rabbimiz müminlerin gönüllerinin dünya ve nimetleriyle avunmasına razı değildir. Vuslat inancı, âhiret likası (kavuşması) bir gönle girmişse, böylelerinin vatan-ı aslîsi Rabbin katındaki rıza cennetidir; Hakk’a vuslattır. Şu âyet, tüm inananlara büyük bir uyarıdır. Öyle bir uyarı ki dünya ile itmi’nan bulan ya da bulmak isteyenlerin neredeyse mümin kalamayacaklarına işaret eder gibidir:

“Bize kavuşma ümidi taşımayanlar, dünya hayatıyla yetinip onunla mutlu ve huzurlu olanlar, nişanlarımızı (âyetlerimizi) görmemekte ısrar edenler var ya, hak ettikleri için onların yeri ateştir.” (Yunus Sûresi 7-8) 

Dipnotlar:

[1] Bk. Ekrem Demirli, “Yunus Emre’de İnsanın Kadîmliği Sorunu: ‘Ezelî Vatanda İdik’”, Doğumunun 770. Yıldönümünde Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, İstanbul: İBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Yayınları, 2010, s. 98-109. Ayrıca aslî vatan hakkındaki ayrıntılı değerlendirmeleri için Bk. Ekrem Demirli, Aşk Nedir: İslam Düşüncesinde İman ve Amel İrtibatı Sorunu, İstanbul: Sûfî Kitap, 2014. [2] Bezirgân: Tüccar. [3] Tınman bana: Aldırmayın, çok da önemsemeyin. [4] Feyza Güler, “Şeyh Üftâde’nin Tasavvuf Anlayışında Aslî Vatan Düşüncesi ve Kaynakları”, Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 2017, ss. 191-207.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 429

İslam ve İhsan

SEFERİLİĞİN HÜKÜMLERİ NELERDİR?

Seferiliğin Hükümleri Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.