Tasavvuf Kiminle Başlamıştır?

Tasavvufun çıkışını Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali (r.a.)’ye dayandırıyorlar. Ama biz tasavvufun Hasan Basrî zamanında ortaya çıktığını biliyoruz. Bunu ilmî olarak nasıl açıklayabiliriz? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor.

Tasavvuf ile ilgili bâzı soruların cevâblarında da belirttiğimiz gibi tasavvuf; muhtevâsı, telkin ettiği zühd ve takvâ duygusu, insanları ulaştırmayı hedeflediği ihsân ve rabbânîlik gibi konular îtibâriyle Kur’an’da ve asr-ı saâdette Allah Rasûlü ile ashâbının hayâtında vardı. Çünkü tasavvuf Hz. Peygamber’in mânevî ve rûhânî otoritesinin müesseseleşerek devam eden şeklidir. Onun mânevî otoritesi kendisinden sonra bu işe ehil sahâbîler tarafından devam ettirilmiştir. Bu otoritenin devamı olan silsilelerden bugüne ancak ikisi gelebilmiştir. Bu silsilenin başı Allah Rasûlü’dür, Hasan Basrî değildir.

Tarîkat silsilelerine bakılacak olursa silsilede Hasan Basrî’nin Hz. Ali’den sonra yer aldığı ve ilk halkanın Allah Rasûlü olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber (s.a.)’in söz, fiil ve takrîrleri dışında bir de hâlleri vardı ki bunlar ancak onun yanında bulunmak bahtiyârlığına erenlerin hissedebilecekleri şeylerdi. Sahâbîliğin şerefi de oradan gelmektedir. Cenâb-ı Peygamber (s.a.)’in güzel yüzüyle birlikte dışına yansıyan, hissedilen fakat anlatılamayan hâllerine şâhid olan sahâbîlerden her biri, bunu çevresindeki insanlara yansıtmışlar ve o duygu hâlesi bir teselsül ile devam etmiştir. Bu konuda en etkili şahsiyetler olarak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’nin silsileleri günümüze kadar devam etmiştir.

Nakşbendîlerin hafî zikrinin sahâbeden temsîlcisi Hz. Ebû Bekir idi. Çünkü o, hicrette Sevr mağarasında Allah Rasûlü’nden: “Mahzun olma Allah bizimle beraberdir (maıyyet)”[1] âyetiyle hafî zikri ve Allah ile birliktelik telkinini almıştı. İslâm ile müşerref olan Hz. Ömer’e ilk tevhîd zikrini telkin eden de Allah Rasûlü’dür. Hz. Ali ve diğer sahâbîlerin Allah Rasûlü nezdinde toplu zikir telkinine muhâtab oldukları bilinmektedir.[2] Tasavvufun tarîkat şeklinde kurumsallaşması sonraki asırlarda olmuştur. Nitekim îtikâdî ve fıkhî mezhepler de asr-ı saâdetten sonra ortaya çıkmıştır.

Dipnotlar:

[1].       et-Tevbe, 9/40.

[2].       Bkz. İbn Hanbel, Müsned, IV, 124.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.