Tabiîler Döneminde Sonraki Tefsir Faaliyetleri

Tabiûn dönemini takip eden diğer dönemlerde tefsîr faaliyetleri aksamadan sürdürülmüştür. Bir müddet rivâyet yoluyla devam eden tefsîr bilgileri, hicrî II. asrın ortalarından sonra tedvin edilmeye başlamıştır. Bu rivâyetler öncelikle, derlenen hadis külliyatları içinde “Tefsîr” başlığı altında toplanmış, daha sonra da tefsîrle alakalı müstakil eserler kaleme alınmıştır. İşte tabiûnden sonraki tefsir çeşitleri ve haklarında kısaca bilinmesi gerekenler...

Telif edilen ilk tefsîr kitaplarına örnek olarak şu eserler verilebilir:

  • Mukâtil b. Süleymân (ö. 150/767), et-Tefsîru’l-Kebîr
  • Süfyânü’s-Sevrî (ö. 161/777), Tefsîru’s-Sevrî
  • Yahyâ b. Selâm (ö. 200/815), Tefsîru Yahyâ
  • Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ (ö. 207/823), Meâni’l-Kur’ân
  • Ebû Ubeyde Ma‘mer b. el-Müsennâ, Mecâzü’l-Kur’ân

Bu ilk tefsîrler daha ziyade Kur’an kelimelerinin izahına önem veren dil ağırlıklı eserlerdir. Bunları müteâkiben de tefsîrle alakalı telif çalışmaları artarak devam etmiştir. Bunların bir kısmının rivâyet ağırlıklı, bir kısmının ise dirâyet ağırlıklı olduğu görülür. Bu sebeple bu dönemden itibaren yapılan tefsîr çalışmaları, onlardaki hâkim renge göre bir kısım gruplara ayrılarak şöyle izah edilebilir:

  1. RİVÂYET TEFSÎRİ

Rivâyet tefsîri; Kur’ân-ı Kerîm’e, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine, sahâbe-i kirâmdan nakledilen rivâyetlere, tabiûndan gelen rivâyetlere, Arap diline ve câhiliye Arap şiirine dayanan tefsîrdir. Telif tarihi sırasına göre şu eserler, rivâyet tefsîrine misal verilebilir:

  • İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/923), Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîli’l-Kur’ân
  • Ebu Muhammed Hüseyin b. Mesûd el-Begavî (ö. 510/1116), Meâlimü’t-Tenzîl
  • İbn Atiye el-Endelüsî (ö. 546/1151), el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz
  • İbn Kesîr (774/1374), Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm
  • Suyûtî (ö. 911/1505), ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-me’sûr

Rivâyet tefsîrinden bahsederken “Tefsîrde İsrâiliyyât konusuna da değinmekte fayda vardır:

İsrâiliyyât “isrâiliye” kelimesinin çoğulu olup “yahudilikten nakledilen asılsız haberler” anlamındadır. Ancak tefsîr ilminde bir terim olarak “yahudilik, hırıstiyanlık ve diğer dinlerden İslâm kültürüne, özellikle Kur’an tefsîrine girmiş olan gayr-i islâmî bilgileri” ifade etmektedir.

Kitaplarımızda, özellikle tefsîr kaynaklarımızda isrâiliyyât geniş çapta yer almaktadır. Bu bilgilerin faydalı olanları bulunduğu gibi, hiçbir faydası olmayanı hatta zararlı olanları vardır. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.) bize iki yol göstermektedir:

Birincisi: “Dinî konularda Ehl-i kitaba hiçbir şey sormayın. Zira kendileri sapıtmış olan bu insanlar sizi asla doğru yola iletmezler” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 378) hadisiyle Efendimiz (a.s.) isrâilî bilgilerin alınmasını yasaklamaktadır. Bu hadis-i şerif, meselenin caiz olmayan tarafını ifade etmektedir. Buna göre İslâm’ın inanç esasları ve genel bütünlüğü ile uzlaşması mümkün olmayan nakiller asla alınmayacaktır.

İkincisi: “İsâiloğulları’ndan nakilde bulunun. Bunda bir sakınca yoktur.” (Buhârî, Enbiyâ 50; Müslim, Zühd 72) hadisiyle de İslâm’a aykırı olmayan ve fayda sağlayan bilgilerin nakline cevaz vermiştir. Efendimiz (s.a.v.)’in bizzat kendi hadislerinde bile böyle nakiller yaptığına şâhit olmaktayız. Şiddetli yağmur sebebiyle bir mağaraya sığınan, yuvarlanan bir taşın mağaranın ağzını kapatması yüzünden orada mahsur kalan, yaptıkları güzel amellerle tevessül edip Allah’tan yardım dileyerek oradan kurtulan üç kişinin kıssası buna güzel bir misaldir. (bk. Buhârî, İcâre 12; Müslim, Zikir 100)

Şunu ifade etmemiz gerekir ki, müslümanlar gerek sözlü olarak yaptıkları nakillerde gerek yazdıkları eserlerde Peygamberimiz (s.a.v.)’in belirlediği ölçüyü tam tutturamamışlar ve çoğu zaman faydasız isrâilî rivâyetlerle tefsîrleri doldurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan peygamber kıssalarıyla ilgili nakiller bunun başında yer almaktadır:

Hz. Süleyman’ın eşleri, yüzüğü, imtihana tabi tutulması; Hz. Davud’­un evliliği ve imtihanı; Hz. Eyyub’un hastalığı ve bununla ilgili olaylar; Ashâb-ı Kehf’in durumu, mağarada kaldıkları süre, köpeklerinin durumu; Peygamberimiz (s.a.v.)’in evlilikleri…

Bu ve benzeri konularla ilgili tefsîr rivâyeti olarak son derece sakıncalı bilgilerin tefsîrleri doldurduğu bir gerçektir.

Bu konuda Abdullah Aydemir’in “Tefsîrde İsrâiliyyât” eseri önemli bir çalışmadır.

  1. DİRÂYET TEFSÎRİ

Dirâyet tefsîri; yalnızca rivâyetlere bağlı kalmayıp buna ilâveten dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanılarak yapılan tefsîrdir. Buna “re’y tefsîri” veya “aklî tefsîr” de denilir.

Dirâyet tefsîri yapılırken öncelikle rivâyet tefsîri için esas alınan kaynaklara müracaat edilir. O kaynaklardan elde edilen bilgilerin bağlayıcı olanları mecbûren kabul edilir. Geri kalanlar ise akıl süzgecinden geçirilerek değerlendirilir. Müfessir, güvenebileceği ve doğruluğuna kanaat getirebileceği bir bilgi bulamadığı alanlarda ise diğer ilimlerden hareketle içtihatta bulunur. Bu açıdan bakıldığında dirâyet tefsîri yapacak müfessirin, bir taraftan rivâyet tefsîr kaynaklarını kullanabilecek bir alt yapıya yani dil, kültür ve tarih şuuruna, diğer taraftan da nasları Kur’an ve sahih sünnetin ruhuna uygun bir şekilde tefsîr edecek sentez kabiliyetine ve te’vîl gücüne sahip olması gerekmektedir. (bk. Demirci, Tefsîr Tarihi, s. 160)

Bu sebepledir ki Suyûtî, müfessirin bilmesi gereken ilimleri şöyle sıralar: “Lügat, sarf, nahiv, kırâat, iştikâk, meânî, beyân, bediî, kelâm, hadis, fıkıh, fıkıh üsûlu, sebeb-i nüzûl, nâsih-mensûh ve mevhibe ilmi” (bk.Suyûtî, İtkân, II, 229-232) Ömer Nasûhî Bilmen de bunlara “ahlâk, psikoloji, sosyoloji, biyoloji, astronomi, coğrafya, tarih ve siyer ilimlerini” ekler. (bk. Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi, I, 124)

Telif tarihi sırasına göre şu eserler, dirâyet tefsîrine misal verilebilir:

  • Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l-gayb
  • Ömer b. Muhammed el-Beydâvî (ö. 685/1286), Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl
  • Ebu’l-Berakât Abdullah b. Ahmed en-Nesefî (ö. 710/1310), Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl
  • Ebussuud Efendi (ö. 982/1574), İrşâdü’l-akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kitâbi’l-Kerîm
  • Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942), Hak Dini Kur’an Dili
  1. İŞÂRİ TEFSÎR

İşârî tefsîr, âyet-i kerîmelerin işâret buyurduğu derin mânaları, kalbî duyuşları mevzu edinen tefsîr sahasıdır. Bu sahada daha ziyâde ta­sav­vuf eh­li­ iştigâl etmişlerdir. Âyet­le­rin işâ­rî mâna­la­rı­nı or­ta­ya çı­ka­ra­rak tefsîr il­minin zen­gin­leş­tme­si­ne yar­dım­cı ol­muş­lar­dır. Kur’ân’ın tef­sî­rin­de onun ke­li­me­ ve cümlelerindeki en­gin der­yâ­ya da­la­rak ni­ce hik­met­ler el­de et­me­ye gay­ret et­miş­ler ve bu­nun önemi üze­rin­de dur­muş­lar­dır. An­cak bilinmelidir ki, bu fa­ali­yet de ölçüsüz ve kâidesiz de­ğil­dir.

Âyet-i kerîmeye işâ­rî mâ­na ve­rir­ken şu üç hu­su­sa ri­âyet edil­mesi gerekir:

  • İşâ­rî mâ­na­nın zâ­hi­rî mâ­na ile te­zat teş­kil et­me­me­si,
  • Ve­ri­len mâ­na­nın ki­tap ve sün­ne­tin muh­te­va­sı için­de ol­ma­sı,
  • İşâ­rî mâ­na için la­fız­la­rın, si­yâk ve si­bâ­kı­nın uy­gun ol­ma­sı.

Kur’ân-ı Ke­rîm’i işâ­rî tarz­da tef­sîr eden eser­le­re şu tefsîrler mi­sâl verilebilir:

  • Ebû Ab­dur­rah­man es-Sü­le­mî (ö. 412/1021), Ha­kâ­iku’t-Tef­sîr
  • Ku­şey­rî, Abdulkerim b. Havazin Ebu’l-Kasım, (ö. 465/1072), Letâifü’l-işârât,
  • İs­mâ­il Hak­kı Bursevî, Rû­hu’l-Be­yân
  • Âlûsî, Şihâbuddin Seyyid Mahmud (ö. 1270/1854), Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-‘Azîm ve’s-Seb‘i’l-Mesânî

Bu­nla­rın ya­nın­da Mev­lâ­nâ ve İbn Ara­bî gi­bi mu­ta­sav­vıf­la­rın eser­le­ri de pek çok âyet-i ke­rî­me­nin işâ­rî tefsîr­le­riy­le zen­gin­leş­miş­tir.

Allah Teâlâ’nın “ke­lâm” sı­fa­tı­nın te­cel­lî­si olan Kur’ân-ı Ke­rîm’e han­gi yönden mâ­na ve­ri­lir­se ve­ril­sin, onun ifâ­de et­ti­ği mâ­nala­rın tü­müy­le ifadesi imkan dışıdır. Yüce Rabbimizin zât ve sı­fat­la­rı­nı hak­kıy­la kav­ra­mak mu­hâl ol­du­ğu gi­bi, Kur’ân-ı Ke­rîm’i de bü­tün mâ­hi­ye­tiy­le kav­ra­mak öy­le­ce mu­hâl­dir. On­dan an­la­dık­la­rı­mız, an­cak der­yâ­dan bir kat­re me­sâ­be­sin­de­dir. Şu âyet-i ke­rî­me bu ger­çe­ği ne gü­zel di­le ge­ti­rir:

“Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de mürekkep olsa, arkasından buna yedi deniz daha eklense, imkânı yok, Allah’ın kelimeleri yazmakla bitmez. Muhakkak ki Allah, kudreti dâima üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.” (Lokmân 31/27)

Ce­nâb-ı Hak, ken­di ke­li­me­le­ri­nin muh­te­vâ­sı­nı, bir ba­kı­ma be­şe­rî ke­li­me­le­rin muh­te­vâ­sının üze­ri­ne çı­kar­mak­ta ve on­la­rın son­suz­lu­ğu­nu ifâ­de ede­rek âde­tâ da­ha de­rin na­sip­ler ve his­se­ler alın­ma­sı­nı mu­râd et­mek­te­dir. Ni­te­kim Kur’ân-ı Ke­rîm’in bu hu­sû­si­ye­ti­ni, Resûlullah (s.a.v.):

“…Kur’ân’ın her an or­ta­ya çı­kan be­diî (da­ha ön­ce keş­fe­dil­me­miş) mâna­la­rı tü­ken­mez…” (Tir­mi­zî, Fe­zâ­ilü’l-Kur’an 14) söz­le­ri ile ifâ­de et­miş­tir.

Haz­ret-i Mev­lâ­nâ da bu hu­sus­ta:

“Kur’ân-ı Ke­rîm’in zâ­hi­ri­ni bir ok­ka mü­rek­kep­le yaz­mak müm­kün­dür. İh­ti­vâ et­ti­ği bü­tün sır­la­rı ifâ­de et­me­ye ise sâ­hil­siz der­yâ­lar mü­rek­kep, yer­yü­zün­de­ki bü­tün ağaç­lar da ka­lem ol­sa yi­ne de ki­fâ­yet et­mez” der.

Yukarıda geçen âyet ve ha­dis­te­ki ifâ­de­ler, Kur’ân-ı Ke­rîm’in kâ­inat­ta­ki bü­tün ha­kî­kat­lerin kâ­mil bir man­zû­me­si ol­du­ğu­nu ve bü­tün ger­çek­le­rin on­da bi­rer nü­ve hâ­lin­de bu­lun­du­ğu­nu gös­te­rir. Zî­râ bu tür bil­gi ve ger­çek­le­rin Kur’ân-ı Ke­rîm’de­ki mev­cû­di­ye­ti, sa­râ­hat ci­he­tiy­le ol­say­dı, onun son­suz bir hac­me ulaş­ma­sı ge­re­kir­di. Bu ba­kım­dan ba­zı ger­çek­ler sa­râ­ha­ten, fa­kat pek ço­ğu da de­lâ­let ci­he­tiy­le yer alır. Bu ne­vî sır­rî ger­çek­le­ri bu­lup or­ta­ya çı­kar­mak, an­cak ilim­de ru­sûh sa­hi­bi ol­mak­la yâni in­ce­lik­le­ri kav­ra­ma­ya istîdâd­lı bir akl-ı se­lîm ve kalb gö­züy­le müm­kün­dür.

Bu gâ­ye­ye da­ya­lı ola­rak, yukarıda da işaret edildiği üzere, mü­fes­sir­le­rin bil­me­si ge­re­ken ilim­ler sa­yı­lır­ken, Al­la­h Te­âlâ’nın müstesnâ kul­la­rı­na bah­şet­ti­ği “veh­bî ilim” de yer al­mak­ta­dır. Bu ilim ise, an­cak Al­la­h Te­âlâ’ya kar­şı tak­vâ, mahlûkâta kar­şı te­vâ­zu, dün­ya­ya kar­şı zühd ve nef­se kar­şı aman­sız bir mü­ca­de­le ile el­de edi­le­bi­lir. Ni­te­kim, “Bil­di­ğiy­le amel eden­le­re, Al­lah bil­me­dik­le­ri­ni de öğ­re­tir” (Ebû Nu­aym, Hil­ye, X, 15) ha­dis-i şe­ri­fi bu ger­çe­ğe işa­ret eder.

Bu bakımdan Al­lah’ın âyet­le­ri­ni an­la­ma­ya mâ­nî ki­bir, ucub, ha­sed, dün­ya sev­gi­si gi­bi kal­bî has­ta­lık­lar, ta­sav­vu­fî ter­bi­ye ve tas­fi­ye ile te­dâ­vî edil­me­di­ği müd­det­çe, Kur’ân’ın es­râ­rın­dan his­se ala­bil­mek müm­kün de­ğil­dir. Ni­te­kim:

“Dün­ya­da hak­sız ye­re ki­bir­le­nip bü­yük­lük tas­la­yan­la­rı, âyet­le­ri­mi ge­re­ği gi­bi an­la­mak­tan uzak­laş­tı­rı­rım” (A‘râf 7/146) âyet-i ke­rî­me­si bu­nu açık­ça ifâ­de eder.

O halde Kur’an, kâ­inat ve in­sa­nın es­râ­rın­dan his­se ala­bil­mek için mâ­ne­vî ter­bi­ye ve tas­fi­yeyle kalb âle­min­de te­rak­kî kay­de­dil­mesinin zarureti ortaya çıkmaktadır.

  1. KONULU TEFSÎR

Konulu tefsîr, “Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bir konuyu âyetlerin iniş sırasını dikkate alarak belli esaslar çerçevesinde ve Kur’an’ın temel kâide ve hedeflerine uygun tarzda her yönüyle araştırıp ortaya koyma” metodudur.

Böyle bir metotla ortaya çıkan kaliteli çalışmalar, Kur’an’ın o konuyu nasıl ele aldığını ve buradan hangi sonuçlara ulaşmak istediğini anlamada daha pratik sonuçlar sağlamaktadır.

Konulu tefsîr metodu üç kısma ayrılır:

  • Kur’ân-ı Kerîm merkezli konulu tefsîr:

Bu alanda ya bir “konu” veya bir “kavram” ele alınarak incelenir. Konu tefsîri daha geniş çerçeveli, kavram tefsîri daha dar çerçevelidir. “Kur’an’da Kadın” konulu tefsîre, “Kur’an’da Takvâ Kavramı” ise kavram tefsîrine örnek verilebilir.

  • Sûre merkezli konulu tefsîr:

Burada da iki türlü bir çalışma yapılabilir:

Sûredeki tek konunun tefsîri. Örnek: “Nisâ Sûresinde Mîras.”

Sûrenin tüm konularının tefsîri. Örnek: “Nisâ Sûresi Tefsîri”

  • Âyet merkezli konulu tefsîr:

Kur’an’daki bir âyet merkeze alınarak onunla ilgili diğer âyetlerden, ayrıca sünnet, sahâbe ve tabiun sözlerinden, başka müfessirlerin görüşlerinden ve diğer bilgilerden hareketle âyetin ele aldığı konuları incelemektir. Örnek: “Âyete’l-Kürsî Tefsîri”, “Müdâyene Âyeti Tefsîri”

Konulu tefsîr metodunda takip edilecek safhaları şöyle izah edebiliriz:

  • Kur’an’dan bir konu seçilir ve buna uygun bir başlık bulunur. Örnek: “Kur’an’da Mü’min Şahsiyeti”
  • Konuyla ilgili âyetlere tespit edilir. Bunların Mekkî-Medenî ayırımı ve iniş sırasına göre tasnifi yapılır.
  • Bütün âyetler gözden geçirilip tefsîrlerden okunarak konunun çerçevesi belirlenir.
  • Kapsamlı plan hazırlandıktan sonra belli bir sistematik içinde konu işlenir.
  • Konuyla ilgili hadisler, sahâbe sözleri ve tabiûn açıklamaları ve konuyla ilgili diğer yardımcı unsurlar dikkate alınır.
  1. DİĞER TEFSÎR ÇEŞİTLERİ

Yukarıda kısaca izaha çalıştığımız dört ana tefsîr çeşidinin yanında, ağırlık verdiği cihete göre başka tefsîr çeşitleri de vardır. Bunlar;

  1. Ahkâm âyetlerinin tefsîrine ağırlık veren “Fıkhî tefsîrler”:

Fıkhî tefsîrler, Kur’an’daki ahkâm âyetlerini açıklamalarından dolayı genellikle “Ahkâmü’l­-Kur’ân” diye isimlendirilmişlerdir:

  • Mukâtil b. Süleyman (ö. h. 150 )’ın “Tefsîrü’l-Hams Mie Âye mine’l-Kur’ân” adlı eseri ilk yazılı fıkhî tefsîr olarak kabul edilmektedir.
  • İmam eş-Şafii’nin (ö. h. 204) “Ahkâmu’l-Kur’ân”ı,
  • Hanefi âlim Cessâs (ö. h. 370 )’ın “Ahkâmü’l Kur’ânı,
  • Malikî mezhebine mensup Ebu Bekir İbnu’l-Arabî (ö. h. 543)’nin “Ahkâmü’l-Kur’ânı ile
  • Yine Endülüslü Malikî âlim Kurtubî (ö. h. 671)’nin “el-Camili ahkâmi’l-Kur’ân”ı fıkhî tefsîrlere örnek olarak verilebilir.
  1. Mutezile, Şia ve Hâricî gibi belli bir mezhebin görüşlerine ağırlık veren “Mezhebî tefsîrler”:
  • Meşhur müfessir Cârullâh Zemahşerî (ö. h. 538)’nin “Keşşâf” isimli tefsîri Mutezile mezhebî tefsîrine,
  • Ebû Ali el-Fadıl et-Tabressî (ö. h. 548)’nin “Mecme‘u’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ânı Şiâ tefsîrine,
  • Muhammed b. Yûsuf İtfiyyîş (ö. h. 1332)’nin “Himyânu’z-zâd ilâ dâri’l-meâd” isimli eseri de Haricî tefsîrine örnmek verilebilir.
  1. Kur’an’ın bir kısım ilmî gelişmelere ışık tutan âyetlerini tefsîre ağırlık veren “Fennî tefsîrler”: Bu tefsîr akımını ilk olarak ortaya koyan Allâme İmam Gazalî (öl. h. 505)’dir. Bu tefsîrin klasik örneği Fahreddin Râzî’nin Mefâtîhu’l-gayb isimli tefsîridir. Asrımızdaki en önemli temsilcisi ise Mısırlı âlim Tantavî Cevherî (öl. h. 1359)’dir. 25 ciltlik “el-Cevâhir fî tefsîri’l-Kur’ân” adlı tefsîrini Kur’an’ın fennî tefsîrine tahsis etmiştir.
  2. Kur’ân-ı Kerîm’in dil ve edebiyat inceliklerine ağırlık veren “Edebî tefsîrler”: Şehîd müfesir Seyyid Kutub’un meşhur Fî Zılâli’l-Kur’ân isimli tefsîri bu tefsîr çeşidine güzel bir örnek olabilir.
  3. Kur’ân-ı Kerîm’in İslâm toplumunu terbiye edip geliştirecek esaslarının izahına ağırlık veren; Kur’an’ın yorumunda bidat ve hurafeleri nakletmekten kaçınarak onun hidayet kitabı olmasının öne çıkarılması gerektiğini belirten, geçmişteki bazı tefsîrleri uydurma haberler içerdikleri gerekçesiyle eleştiren tefsîr akımı, “İçtimâî tefsîrler” olarak hülasa edilebilir. Reşîd Rızâ (ö. h. 1354)’nın el-Menâr ve Ahmed Mustafa el-Merâğî (ö. h. 1371)’nin Tefsîru’l-Merâğî isimli eserleri bu alanın örnekleridir.

Bu alanlara dâhil olabilecek pek çok tefsîr kaleme alınmış ve günümüze kadar da intikal etmiştir. Böylece elimizde binlerce cilt olarak ifade edilebilecek büyük bir tefsîr mirâsı oluşmuştur.

  1. TÜRKİYE’DE TELİF EDİLEN TEFSÎRLER

Türkiye’de özellikle son bir asırlık süre içinde Kur’ân-ı Kerîm’in Tükçe mealleri yapılmış ve tefsîri yazılmıştır. Bu arada pek çok Arapça tefsîrin de tercümesi yapılmıştır. Biz burada mealleri ve tercüme tefsîrleri ayrı tutarak önemli Türkçe tefsîrlerden bazılarını örnek vereceğiz:

  • Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili
  • Ömer Nasûhî Bilmen, Kuran-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsîri
  • Mehmet Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyân
  • Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsîri
  • Komisyon, Kur’an Yolu

Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsîr Usûlü ve Tarihi, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.