Suheyb-i Rumi (r.a.) Kimdir?

 Sevgili Peygamberimizin "Allah'a ve ahirete imanı olan Süheyb'e, bir ananın evlâdına muhabbeti gibi muhabbet etsin." methiyesine mazhar bir sahabi..

Suheyb-i Rumî'nin Künyesi, Ebu Yahya; Nesebi, Süheyb İbni Sinan ibni Malik en-Nemri'dir.

Resulullah onun hakkında: "İslâm'da önde bulunanlar dörttür. Ben Arab'ın, Suheyb Rum'un, Selman Faris'in, Bilal'de Habeş'in önde bulunanıdır." buyurmakla Suheyb'in şanını, yükseltmiş ve onun kıymetini bildirmiştir. Onun İslâm'la şereflenişi şöyle olmuştur: Babası veya dedesinin vazifesi dolayısıyla Basra tarafına yerleşmişlerdi. Bizanslılar buraya bir baskın yapıp, her tarafı yağmaladılar, birçoklarını esir aldılar. Çocuk yaşta olan Suheyb de esirler arasındaydı.

Uzun müddet esaret hayatı yaşayan Suheyb, Rumca'yı Arapça'dan daha iyi bilirdi. Kendisine Rumî denilmesinin sebebi de budur. Onu köle olarak Mekke'de, Beni Kelb aşiretinden Abdullah ibni Cüd'an'a sattılar. Bu zat daha -sonra Suheyb'i azat etti ve onunla ticaret yapmaya başladı. Suheyb, parlak yüzlü, kızıl saçlı, gözlerinden zekâ fışkıran, hareketli ve üstün kabiliyetli birisiydi. Kısa zamanda çok zengin oldu. Bu arada yeni dinin geldiğini ve Muhammed'in Peygamber olduğunu duydu. Sevgili Peygamberimizin kaldığı yeri öğrendi ve kimseye görünmeden Erkam'ın evine gitti. Oraya vardığında Ammar Bin Yasir'i kapıda gördü.

Önceden Yasir'i tanıyordu, ona: "Ne istiyorsun Ammar?" dedi. O da: "Ya sen ne istiyorsun'?" diye cevap verdi. Suheyb de: "Bu zatın yanına girip söylediklerini bizzat kendisinden duymak istiyorum," dedi. "Ammar bende bunun için geldim" dedi. Bunun üzene Resulullah'ın huzuruna birlikte girdiler ve sohbetini dinlediler. Fahri Kainat sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin mübarek ağızlarından çıkan inci tanesi gibi sözler onların gönüllerinde iman ışığının parlamasına vesile oldu. İkisi birden biat için ellerini Resûlullah'a uzattı ve birlikte Kelime-i Şehadet getirerek İslâm'la şereflendiler.

İSLAM'LA İLK ŞEREFLENEN MÜSLÜMANLAR

Bilal, Ammar, Habbab ve Suheyb radıyallahu anhum Efendilerimiz İslâm'la ilk şereflenenler arasında olup Mekke'de kimsesizlerdi. Hamileri olmadığı için demirden gömlekler içinde Mekke'nin en sıcak yerlerinde güneş altında bekletilerek kendilerine işkenceler yapılırdı. Buna rağmen onlar o nuru gizlemediler. Türlü türlü işkencelere maruz kaldılar, fakat imanlarından asla taviz vermediler. Çünkü onlar Cennet yolunun sıkıntılarla kuşatılmış olduğunu biliyorlardı. Hicret izni verilmişti.

Suheyb radıyallahu anh da Medine'ye hicret ederek müşriklerin zulmünden kurtulmak istedi. Fakat müşrikler ona engel oldu. Yaşı da bir hayli ilerlemişti. Gönlündeki aşk ve muhabbet ona ne pahasına olursa olsun o sevgilinin yanına gitmek ve onunla beraber olmak için her şeyi göze aldırıyordu. Canı malı o sevgiliye kavuşma uğruna feda olsundu. Bir fırsatını bulup Mekke'den gizlice çıktı. Yapayalnız, ıssız çöllerde yol almaya başladı. Gönlündeki Peygamber sevgisi sanki onu gençleştirmişti. Her attığı adım kendisi de daha bir canlılık getiriyordu.

KÂRLI ALIŞVERİŞ

Müşrikler Suheyb'in hicretini duyunca atlarına binip dolu dizgin yola çıktılar ve ona yetiştiler. Onların yaklaştığını gören Suheyb, sadağından oklarını çıkarıp yayına koydu ve onları gözetleyerek beklemeye başladı. Kendisine doğru yaklaşınca onlara: 'Ey KureyşIiler! Bilirsiniz ki ben sizin en iyi ok atanlarınızdanım. Vallahi üzerime gelecek olursanız yanımdaki okların herbirini birinize atarım ve sizi öldürürüm. Sonra kılıcımı çeker sizinle dövüşürüm. Oklarım bitesiye ve kılıcım kırılasıya kadar yanıma yaklaşamazsınız." diye haykırdı. Onlardan birisi "Sen Mekke'ye zayıf ve yoksul olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin hem de bunca malı götüreceksin. Biz buna izin vermeyiz. "dedi.

Suheyb radıyallahu anh de "Malımı size bırakırsam, beni serbest bırakır mısınız?'' dedi. Onlar da "Olur", dediler. Suheyb (r.a) yanında bulunan bütün varını onlara vererek dinini kurtardı. Hiç üzülmeden, yorgunlen Medine'ye doğru yol aldı. Nihayet sağ salim sevgili peygamberimize kavuştu.Huzurlarına varınca olup bitenleri teker teker anlattı. İki Cihan Güneşi Efendimiz tebessüm ederek: "Alış-veriş kârlı oldu ey Suheyb!, alış-veriş karlı oldu...' buyurdu."

Hakkında nazil olan şu ayeti kerimeyi okudu. "İnsanlardan bir kısmı da, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini Allah'a ibadet yolunda sarfeder. Allah ise kullarına çok merhamet edicidir." (Bakara, 207) Suheyb radıyallahu anh latifeleriyle tanınmış kâmil bir zattı. Bir gün Sevgili Peygamberimizin huzurunda bulunuyordu. Taze hurma gelmiş ve Efendimiz ikram ederek herkes yemeğe başlamıştı. Suheyb'e dönerek lâtife île; "Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyeceksin ya Eba Yahya?" buyurdu.

Suheyb de: 'Ya Resulallah ben ağrımaz tarafıyla yiyeceğim ' cevabını verdi. Bu söz Resûl-ı Ekrem (s.a) Efendimizin hoşlarına gitti ve meclistekilerle birlikte tebessüm ettiler. Suheyb (r.a) nişancıydı. Attığı oku isabet ettirirdi. Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazalarda bulundu. Büyük gayret ve kahramanlıklar gösterdi. Sevgili Peygamberimize zarar gelmemesi için vücudunu siper etti. Yanından ayrılmadı.

ÇOK FAZLA VERMEK İSRAF MI?

O harb meydanlarında kahraman bir er, eli açık, cömert bir yiğitti. Herkese iyilik eder, çok yemek yedirirdi. Bir defasında Hz. Ömer (r.a) kendisine: "Ey Suheyb sen çok fazla yemek yediriyorsun. Bu israf olmuyor mu?" dedi. O da: Ben Resulullah sallallahu aleyhi vesellem'den "Sizin en iyiniz fakirleri doyuran ve selamı alıp cevap verendir." buyurduğunu işittim diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a) onu çok severdi. Kendisi yaralanınca, yeni halife seçilinceye kadar yerine vekil tayin etti.

Cenaze namazını da onun kıldırmasını vasiyet etti. Üç gün müddetle cemaate namazları kıldırdı. Yetmiş yaşlarında iken Medine-i Münevvere, de vefat eden Suheyb (r.a) Cennetü'l-Bakıa defnedildi. Cenab-ı Hakk'tan onlar gibi aşk ve muhabbet dolu bir gönle sahip olmayı ve o cömert insanların şefaatine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 112

İslam ve İhsan

DÜNYASINI VERİP AHİRETİ KAZANAN SAHABİ

Dünyasını Verip Ahireti Kazanan Sahabi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • amin . Allah onlardan razı olsun. bizleri de onlardan olarak yazsın. güzel hasletlerinden bizlere de nasip etsin.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.