Sorumluluğun Farkında Olmak

İnsan; düşünen varlık, konuşan canlı şeklinde tarif edilir. Fakat insanı, sorumlu varlık olarak tanımlamak daha kapsamlı bir tanım olsa gerek. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak görevlendirilen insanın bu ağır görevi, ona aynı zamanda ağır bir sorumluluk da yüklemektedir. Zira o; göklerin, yerin ve dağların bile yüklenmekten çekindiği emaneti, yani sorumluluğu yüklenmiştir.

Allah Teâlâ, göklerde ve yerde olan her şeyi insanın emrine vermiş, kendisini eşya üzerinde tasarruf kabiliyet ve gücüyle donatmıştır. Kendisine verilen bu kabiliyet, güç ve imkanlar elbette ağır bir sorumluluk gerektirir.

İnsan herhangi bir canlı değildir. Mükerremdir, eşrefi-i mahlûkattır. Hayvanlar, işlediklerinden sorumlu tutulmazlar. Zira akıl ve irade sahibi değillerdir. Bununla birlikte Mevlâ’nın fıtratlarına yerleştirdiği bir iç güdüyle yavrularını besleme, koruma ve büyütme sorumluluğunu hissederler, bu hususta kendilerini tehlikeye bile atarlar. Tavuğun, civcivlerini koruması için güçlü düşmanlarına karşı tavır alması gibi. Hayvanlar bile fıtrî olarak belli bir sorumluluk hissederken, her şeyin, emir ve tasarrufuna verildiği insanın sorumsuz olması asla düşünülemez. Gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerekse hadis-i şeriflerde insanın bu sorumluluğuna işaret edilmektedir.

“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn, 115) Allaha dönüş hesap vermek içindir. Nitekim hadis-i şerifte bu durum şöyle ifade edilmiş “Âdemoğlu dört şeyden hesaba çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz: Gençliğini nerelerde yıprattığı, ömrünü nerelerde harcadığı, malını nereden kazandığı ve nerelere harcadığı.” (Keşfü’l-hafa, hadis no: 3163)

“Sonra o gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 8)

İNSAN, ALLAH'IN YERYÜZÜNDEKİ HALİFESİDİR

“O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa onun karşılığını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlemişse onun cezasını görecektir.” (Zilzal, 6-8)

Dünyada sorumsuz kimse yoktur. Yaşadığı sürece herkes ya yönetici veya yönetilendir. Yönetenler idare ettiklerinden, yönetilenler de kendilerine emanet edilen işlerden sorumludur. Bu sorumluluğu Hz. Peygamber (sav) kapsamlı şekilde şöyle açıklıyor: “Hepiniz sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin reisi bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Hizmetçi de efendisinin malı üzerinde bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür.” (Buhari, hadis no: 2409)

Sorumluluk duygusu, insan hayatına yön veren, onu gayesiz yaşamaktan, başıboşluktan kurtaran bir rehberdir. Bu duygunun köreltilmemesi ve daima canlı tutulması gerekir. Bu duygu zayıfladığı nispette insan insanlıktan uzaklaşır, böylece hem kendisi hem de yaşadığı toplum için problem haline gelir.

İnsanın gerçek anlamda insani bir hayat sürebilmesi, yer yüzünde “Allah’ın halifesi” olarak görev ifâ edebilmesi için Mevlâ ona peygamberler ve kitaplar göndererek vazifelerini en ince detayına kadar bildirmiştir. İnsan bu görevleri yerine getirip getirmeme durumuna göre dünya ve ahirette mutlu veya mutsuz olacaktır. “Herkes kazandığına (amellerine) karşı bir rehindir.” (Müddessir, 38)

İnsanın sorumluluğu, gücüyle orantılıdır. Zira Allah hiç kimseye gücünün üstünde sorumluluk yüklemez.

İnsanın ilk ve en önemli sorumluluğu Rabbine karşıdır. Şirkten uzak olarak ona inanmak ve bu imanın gereği olarak O’na karşı kulluk görevlerini gücü nispetinde ifa etmek sorumluluğun gereğidir. Yaradanını tanımayan, onun bahşettiği sayısız nimetleri görüp şükretmeyen kimseden hayır gelmez. Allah’a karşı sorumluluk duygusuyla yaşamak; kişinin Allah’tan geldiğini, O’na ait olduğunu ve sonunda O’na döneceğini idrak etmekle mümkündür.

KENDİNE KARŞI GÖREVLERİNİ YERİNE GETİREN

Kendisi dahil her şeyin Allah’a ait olduğuna inanan kimse yaradılanlara Yaradandan ötürü sevgi ve şefkat gösterir. Başta Allah’ın emaneti olan bedenin hakkını vererek onu kulluk görevini hakkıyla îfâ edecek, başkalarına faydalı olabilecek kıvamda tutar. Onu maddi ve manevi anlamda geliştirip olgunlaştırır. Maddi ve manevi hastalıklara karşı dirençli kılar. Beden ve ruh sağlığı olmadan yararlı iş yapmak mümkün olmaz.

Kendisine karşı görevlerini yerine getiren insan diğer sorumluluklarını da yüklenmeye hazır hale gelir. Aile efradına karşı görevlerini ifâ için harekete geçer. Zira sağlıklı bir aile hem kendini hem de huzurlu bir toplum için olmazsa olmazdır. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyun.” (Tahrim, 6) Allah’ın emaneti olan eş ve çocukları helal gıdalarla beslemek, onları dinȋ, insanî ve ahlâkî ölçüler içinde yetiştirmek en önemli sorumluluklardandır. Başta anne-baba, diğer yakınlar, komşular, iş ve mesai arkadaşları, muhtaçlar, dinine, rengine, diline, mülkiyetine bakılmaksızın bütün insanlar bizim sorumluluk alanımıza girer. Keder ve sevinçleri, dert ve tasaları onlarla paylaşmak, yaralara merhem olmak iyi insan ve iyi müslüman olmanın alametlerindendir.

Tolstoy ne güzel söylemiş: “İnsan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır.” İyi müslüman olmanın şartı da budur. “Sizden biri kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 7)

İNSANLARA KARŞI SORUMLULUĞUMUZ

İnsanlara karşı sorumluluğumuz olduğu gibi bitkilere, çevreye ve hayvanlara karşı da sorumluluğumuz vardır. Gereksiz yere ağaç kesmek, çevreyi kirletmek, hayvanlara eziyet etmek ağır vebal ve sorumsuzluk örneğidir. Hz. Peygamber “nefes alıp veren her canlıya iyilik etmek sadakadır.” buyurmuşlardır. (Buhari, hadis no: 2363)

Müslüman dünyada olup biten her şeyden sorumludur. Bu sorumluluğu ona Allah yüklemiştir. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men eder, Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 110) Bu emretme ve men etme her türlü imkan ve fırsat kullanılarak yerine getirilir. Hz. Peygamber şöyle buyurdular; “Sizden birisi bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse ona karşı kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın asgari gereğidir.” (Müslim, iman, 78)

Peygamberlerin, hayatlarını ortaya koyarak verdikleri mücadele bu sorumluluğun ifadesidir. Hz. Peygamber (sav) dini tebliğ için Taif’e bunun için gitti, uğradığı işkencelere bunun için katlandı. İlk Müslümanlar bu sorumluluğun gereği olarak mallarını, yurtlarını terk ederek Habeşistan’a, Medine’ye hicret ettiler.

SORUMLULUK HİSSEDEN

Sorumluluk hisseden, gereğini yapmak için her türlü darlık ve zorluğa katlanır. “Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım” diyen Akifimiz bunun en canlı örneğidir. “Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık diyen üstad Necip Fazıl, başkasının duymadığı dertleri bile duyup acı çeken gönül eridir. Kendini, işlenen bütün suçların faili hisseden, bu suçların önlenmesinde katkısı olmadığı için kendisini suçlayan, yangının yayılmasını, geminin delinmesini önleyemediği için dövünen insan sorumluluğu derinden duyan insandır.

“Uyursam belki dünyanın başına bir iş gelir” diyen yazar, sorumluluk hassasiyetini harika şekilde ifade etmiş oluyor. Kendini, bir şeyi koruyup gözetlemekle memur edilmiş sayan, uyuduğu takdirde görevini yerine getirmemiş olmanın üzüntüsünü yaşamamak için gözünü dört açan birisi olarak görüyor. Kendini dünyanın gidişatından tek sorumlu görüyor.

Sorumluluk şuuruna sahip insan: “Ben varsam herkes var, ben yoksam kimse yok” diyen insandır. Kimse olmasa bile tek başına “ben varım” diyebilen insandır. Kahramanlık böylelerinin şânıdır.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 395

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.