Son Resül’den Uyarılar!

 Altınoluk Dergisi yazarı Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ölçüsü bağlamında "Allah'a karşı saygı ve sabırı" anlatıyor.

Olay:

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra-çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona:

- “Allah’a karşı saygılı ol ve sabret!” buyurdu.

Kadın:

- Çek git işine; benim başıma gelen felâket, senin başına gelmiş değil, diye cevap verdi.

Kadın Hz. Peygamber’i tanımamıştı. Kendisine, saygı ve sabır tavsiye edenin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Doğrudan Hz. Peygamber’e ulaştı ve özür beyan etmek üzere):

- Ben sizi tanıyamadım, dedi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:

- “Sabır dediğin, felâketle ilk karşılaştığın anda dayanmaktır” buyurdu.1

SAYGI VE SABIR

Hadis-i şerifte sözü edilen kadının ismi tespit edilememiştir. Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu kadın, kaybettiği çocuğuna ağlıyordu. Hem de bağıra-çağıra ağlıyordu. Bu durum, Hz. Peygamber’in, kendisini Allah’a karşı saygılı olmaya ve sabretmeye davet etmesinden anlaşılmaktadır. Burada bir şey daha anlaşılmaktadır. O da kadınlar kabir ziyaretinde bulunabilirler. Çünkü Peygamber Efendimiz, bu hanımı, kabir başına geldiği için değil, bağıra çağıra ağladığı için uyarmıştır. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz, çevresiyle ilgilenir, gerektiği yerde, pek nazik ve muhatabını asla rencide etmeyecek bir üslup ile ama mutlaka emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker (irşat ve uyarı) görevini yapardı. Hadisimizde de Hz. Peygamber, “Allah’a karşı saygılı ol ve sabret!” buyurmak suretiyle emir bi’l-ma’ruf yapmış, her ne kadar dolaylı olarak o anlama gelse bile açıkça “böyle bağıra çağıra ağlama” uyarısında bulunmamıştı. Bu, uyarıyı bile irşat ve hayra çağırma üslup ve nezaketiyle yerine getirme örneğidir.

Zavallı kadın, o kendinden geçmiş halinde, kimin kendisine saygı ve sabır tavsiyesinde bulunduğuna dikkat etmeden;

- “Çek git işine. Benim başıma gelen felâket, senin başına gelmiş değil” diye oldukça sert bir tepki verdi. Aksi halde Hz. Peygamber’i tanımasına rağmen, kadın olsun erkek olsun bir sahâbinin ve de bir Müslümanın “ileyke anni=git başımdan” diye bir söz söylemesi düşünülemez.

Yeri gelmişken güncel bir duruma işaret etmekte de fayda vardır. Kimilerinin, Hz. Peygamber’in bazı hadisleri karşısında, 'bunu benim aklım almıyor, Peygamber de söylemiş olsa, ben bunu kabul edemem’ diyebilmesinin ne kadar yakışıksız, iman gerçeğine, Peygamber algısına ve saygısına ne ölçüde aykırı düştüğü dikkatten uzak tutulmamalıdır. Böylesi bir duruma cehalet ya da tercih ettiği yöntem neticesi düşmüş olanlara, özünde haddini bilmek erdemine dayanan saygı ve sabır tavsiyesinde bulunmak kesinlikle en isabetli çağrı ve uyarı olacaktır.

SAYGISI YERİNDE BİR MÜSLÜMAN DUYARLILIĞI

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının bu kendinden geçmiş tavrı karşısında daha fazla üstelemeyip, yoluna devam etti. Zira tavsiyesini tekrar edecek olsaydı, kadın daha ağır ve aşırı sözler söyleyebilirdi. Bu ise kadını içinde bulunduğu sakıncalı halden çok daha büyük ve tehlikeli bir duruma düşürürdü. Esasen tebliğ ve emir bi’l-ma’ruf ‘ta muhatabı yapılan uyarıyı kabul etmesi için zorlamak gerekmez. Çünkü tebliğin yerine gelmiş olması için muhatap tarafından kabul edilmiş olması şart değildir. Gerçeğin duyurulmuş olması yeterlidir.

Bugün de takip edilecek usul budur. Yapılan irşat/çağrı veya uyarıya, “git işine, sana ne, sen karışma” gibi karşılık verenlerle tartışmaya girmemek, hele hele kavga etmeye kalkmamak, doğruyu telkin ve hakkı söylemekle yetinmek gerekir.

Kim olduğu açıklanmayan bir (veya birkaç) sahâbî, kadının bu hareketinin bilgisizlikten kaynaklandığını düşünmüş olacak ki:

- "Sana saygı ve sabır tavsiye edenin kim olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Kadın bilmediğini söyleyince, onun Hz. Peygamber olduğunu haber verdi. Üzüntüden kendini kaybetmiş olan kadın, beyninden vurulmuşa döndü. Çocuğunun acısını unutup, Hz. Peygamber’den af dilemek için yola düştü. Bu, Peygamber algısı ve saygısı yerinde olan bir Müslüman duyarlığının tabii sonucuydu.

Öyle anlaşılmaktadır ki, kadıncağız, Hz. Peygamber’in kapısında birtakım nöbetçilerin bulunacağını ve kendisinin belki de Peygamber’e ulaşmaya imkân bulamayacağını düşünüyordu. Ama öyle olmadı, doğrudan Efendimizin huzuruna çıktı.

ASIL SABIR FELAKETLE İLK KARŞILAŞTIĞIN ANDA DAYANMAKTIR

Bir rivayete göre kadın yemin ederek “Ben seni tanımamıştım” diye özür beyan etmiştir. Kadının özellikle sabır konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmadığını gören büyük eğitimci Peygamber Efendimiz, hemen oracıkta, gerçek sabrın ne demek olduğunu ona ve dolayısıyla ümmetine tarif etmiş, Asıl sabır, felâketle ilk karşılaştığın anda dayanmaktır buyurmuştur. Kadının kendisine karşı söylediği “çek git işine, benim başıma gelen felâket, senin başına gelmiş değil” sözü ve tepkisi üzerinde hiç durmamıştır. Zira mesele, hatanın itiraf edilmiş olması ve Müslümanların gerçeği öğrenmesiydi.

İnsanın zamanla her şeye alışıp katlandığı bilinmektedir. Zor olan, belâ ve musibetle ilk karşılaşıldığı anda ona dayanmaktır. İlk sadme/vuruş ânını geçiştirdikten sonra felâketin etkisi yavaş yavaş azalır. Fakat o anda boş bulunmak, Allah korusun, aklını kaçırmaktan, intihara kadar uzanan çok büyük acı ve istenmeyen sonuçlara vesile olabilir. Bu sebeple acı ve üzüntü halleriyle ilk karşılaşma anlarında metin olmak, saygılı ve sabırlı davranmak gerekmektedir.

Bu olaydan anlaşıldığına göre, üzüntü anları, Allah’a karşı saygılı olmayı unutup aşırı söylem ve eylemlerde bulunmak açısından oldukça zorlayıcı ve tehlikeli zamanlardır. Böylesi zamanlarla karşılaşmak da dünya hayatının herkes için geçerli gerçeklerindendir. Üzüntü ve sevinç zamanları insan irade ve direncinin kırık olduğu anlardır. Bu tür zamanlarda ağızdan çıkacak bir kelime veya cümle insanın mahcubiyetine, Müslümanın imandan mahrumiyetine bile vesile olabilir. Bu sebeple de tehlike pek büyüktür.

ÖLÜM'DE SAYGI VE SABIR

Allah’a karşı saygı ve sabır, en çok ölüm olayı karşısında gereklidir. Müslümanın imandaki olgunluğu biraz da ölüm olaylarında gösterdiği sabırla ölçülür. Halkın, özellikle de kadınların ölene ağıtlar yakarak ağlamaları, sanıldığının aksine bir hüner ve mârifet değildir. Asıl mârifet o acılı ânı, kadere rızâ göstererek atlatmaktır. Böyle anlarda insanı bekleyen tehlike, hadisimizde de görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’i ve hatta Allah Teâlâ’yı reddetmek anlamına gelecek sözler sarf edilmesidir. Zira üzüntü anında insanın direnci kırık olduğu için ağzından çıkan sözleri kontrol etmesi fevkalâde güçtür. “Sabırlı mü’minler, başlarına bir felâket gelince, ‘İnna lillâh ve innâ ileyhi râci’ûn, bizim bütün varlığımız Allah’ındır ve sonunda yine O’na döneceğiz”2 diyerek teslimiyet gösterir ve kendilerini teselli ederler.

Bu olayda, irşat, tavsiye ve uyarılara her zaman teşekkürle karşılık verilmeyeceği dikkat çekmektedir. O halde nasihat ve tavsiyelere gösterilecek beklenmedik tepkilere hazır olmak ve onlara göğüs germek de ayrıca bir “saygı ve sabır” işi ve görevi olarak değerlendirilmelidir.

Dipnotlar: 1) Buhârî, Cenâiz 32, 43; Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz l4-l5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 23; Tirmizî, Cenâiz 13; Nesâî, Cenâiz 22. 2) El-Bakara (2), 156

Kaynak: Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Altınoluk Dergisi, Nisan 2015, 350. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.