Son Derece Tehdit Edici Bir Ayet-i Kerime

Nur Suresi 63. ayet Müslümanları nasıl ve hangi konuda ikaz ediyor? Dr. Adem Ergül anlatıyor...

  • Nur Suresi 63. ayet:

"Ey mü’minler! Peygamber’in sizi çağırmasını, kendi aranızda herhangi birinin diğerini çağırmasıyla bir tutmayın. Allah içinizden birbirlerini siper edinerek sıvışıp gidenleri çok iyi biliyor. Rasûlullah’ın emrine aykırı hareket edenler, artık başlarına büyük bir belânın gelmesinden veya pek elemli bir azâbın tepelerine inmesinden korkup çekinsinler."

NUR SURESİ 63. AYET TEFSİRİ

Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.) hem Allah katında hem de insanlar nezdinde çok şerefli bir makama sahiptir. Onu sıradan bir insan olarak telakki edip ona göre davranmak doğru değildir. Bu sebepledir ki Kur’ân-ı Kerîm, müslümanların Peygamberlerine nasıl saygı göstermeleri gerektiğini açıkça beyân etmektedir. (bk. Hucurât 49/1-5) Nitekim bu âyet, Efendimiz (s.a.s.)’e sadece ismiyle hitap etmenin veya kendisinden bahsederken sırf ismini söylemenin yahut Onun yaptığı çağrıyı, sıradan insanların çağrısı gibi karşılamanın iman ve İslâm haysiyetiyle bağdaşmayacağını haber vermektedir. Meselâ ondan bahsederken ismi ile beraber Peygamber, Nebî, Rasûl, Resûlullah, Resûl-i Ekrem, Nebiyy-i Muhterem, Habîb-i Ekrem, Peygamberimiz, Peygamber Efendimiz… gibi onu anlatan ve ona hürmetimizi gösteren sıfat ve ünvanları ilâve etmek yerinde bir davranış olur. Ayrıca Allah Teâlâ’nın Ahzab sûresi 56. âyetin emri gereğince, Resûlüllah (s.a.s.)’in ismi anıldığı zaman ona salât edip selâm vermemiz, meselâ:

(Allahümme alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed) veya:

(Sallallahü aleyhi ve selem) dememiz ona duyduğumuz o derin saygının bir ifadesidir.

Nitekim Peygamber âşığı şâir Nâbî’yle ilgili anlatılan şu kıssa ne kadar ibretâmizdir:

Şâir Nâbî, 1678 yılında, devlet adamları ile beraber Hac seferine çıkar. Kâfile Medine’ye yaklaşırken, heyecandan Nâbî’nin gözüne uyku girmez olur. Kâfilede bulunan bir paşanın, ayağını gafleten Medine-i Münevvere’ye doğru uzattığını görür. Bu durumdan çok müteessir olarak meşhur na‘tini yazmaya başlar. Sabah namazına yakın Medine-i Münevvere’ye yaklaştıklarında Nâbî, yazdığı na‘tin Mescid-i Nebî’nin minârelerinden okunduğunu duyar:

“Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hudâ’dır bu;

Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.”

“Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed Mustafâ’nın makâmı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın!..”

“Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,

Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.”

“Ey Nâbî, bu dergâha edeb kâidelerine uyarak gir! Burası, kudsî ruhların etrafında pervâne olduğu ve peygamberlerin eşiğini öptüğü mübârek bir makamdır.”

Bu durum karşısında çok heyecanlanan şâir Nâbî, hemen müezzini bulur:

“–Bu na‘ti kimden ve nasıl öğrendin?” diye sorar. Müezzin:

“–Bu gece Allah Resûlü (s.a.s.) rüyâmızda bize:

«–Ümmetimden Nâbî isimli bir şâir beni ziyârete geliyor. Bu zât bana son derece aşk, muhabbet ve hürmetle doludur. Bu aşkı sebebiyle onu mescidimin minârelerinden kendi na’ti ile karşılayın!..» buyurdu. Biz de bu emr-i nebevîyi yerine getirdik...” der.

Nâbî, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Hem ağlar, hem de şunları söyler:

“–Demek Allah Resûlü (s.a.s.) bana «ümmetim» dedi! Demek, İki Cihân Güneşi beni ümmetliğe kabul buyurdu!..”

Tekrar âyet-i kerîmenin tefsirine dönecek olursak, rivayete göre Resûlullah (s.a.s.)’in Cuma günleri okuduğu hutbe münafıklara ağır geliyordu. Böylece onlar, ashâb-ı kirâmın arkasına gizlenerek, izin almaksızın çekip gidiyorlardı. Yine onlar savaşta da saftan çıkıp sıvışarak gidiyorlardı. Yine onlar Allah’ın Rasûlü’nden, kitabından ve onun hatırlatmasından sıvışıp kaçıyorlardı.  (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIV, 35) Âyet-i kerîme onların bu hâline işaret etmekte, bunun hastalıklı bir durum olduğunu belirtmektedir.

Peygamber (s.a.s.)’in daveti Allah’ın daveti, Peygamberi’in emri Allah’ın emri, ona itaat etmek de Allah’a itaat etmektir. Âyet-i kerîmede: Peygamber’e itâat eden, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisâ 4/80) buyrulur. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, Peygamberi’nin emrine karşı gelmekten sakındırmakta, ona isyan edenlerin dünyada fitnelere, belâ ve musibetlere maruz kalacaklarını; âhirette de can yakıcı bir azaba uğrayacaklarını hatırlatmaktadır. Dünyada başlarına gelecek “fitne”den maksat; öldürülmek, çeşitli sıkıntılara maruz kalmak, başlarına zâlim idarecilerin Musallat olması, Efendimiz’e karşı gelmenin uğursuzluğu sebebiyle kalplerin mühürlenmesi gibi feci durumlardır. Bu izahlara göre Allah Resûlü (s.a.s.)’in emrine uymanın farz, ona karşı gelmenin ise haram olduğu anlaşılmaktadır. Zira iki dünyanın saadeti sünnete tâbi olmakla, iki dünyanın bedbahtlığı da sünnete aykırı davranmaktadır. Allah Resûlü (s.a.s.)’in sünnetine uymayanın başına gelecek en küçük musîbet, ona uymaktan mahrumiyet ve sonra tekrar ona uyabilmeyi sağlamanın zorluğudur. Bu sebeple bütün gücümüzü kullanarak Allah Resûlü’ne hürmet ve muhabbet ve onun sünnetine itaat çizgisinden ayrılmamaya çalışmalıyız.

Kaynak: Ayet - kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.