Şeytan Nedir? Şeytan İle İlgili Ayet ve Hadisler

Şeytan nedir? Şeytan kimdir? İblis neden isyan etti? Şeytan Hz. Adem ve Havva’yı (a.s.) nasıl aldattı? Şeytan insanın içine girebilir mi? Şeytan insanları nasıl kandırıyor? Şeytan kimlere musallat olur? Şeytanla ilgili ayet ve hadisler...

Şeytana aldanmamak ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması…

İSLAM’DA ŞEYTAN NEDİR?

İslâm’da şeytan; gözle görülmeyen fakat varlığı kesin olan, azgınlık ve kötülükte çok ileri giden, kibirli, âsi, insanları saptırmaya çalışan cin demektir.

Kur’ân’da ilk şeytandan İblis” diye bahsedilir. İblis, hased, kibir ve hırs yüzünden azmış ve isyan ederek sapıklığa düşmüş cinlerdendir. Onun, cinlerden ve insanlardan yardımcıları vardır. Bir zamanlar kendisine melekler arasında yer verilen bu ilk ve en büyük şeytan, sonradan kibre kapılarak Allah’a isyân etmiş ve ilâhî rahmetten kovulmuştur.

İSLAM’DA ŞEYTAN İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Abdullah bin Mesut (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

 “Muhakkak ki şeytanın ve meleğin insanoğlunun kalbi üzerinde yönlendirici tesiri vardır. Şeytanın tesiri kötülüğe sevketmeye ve hakkı yalanlamaya, meleğin tesiri ise hayra doğru ve hakkı tasdik etmeye yöneliktir. Meleğe âit hayra yönelik tesiri gönlünde hisseden kimse bunu Allah’tan bilsin ve Allah’a hamd etsin. Kendisini kötülük tarafına çekmeye çalışan bir tesir hisseden kimse de kovulmuş şeytanın şerrinden Cenâb-ı Hakk’a sığınsın.”

Sonra Resûlullah şu âyet-i kerimeyi okudu:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkinlikleri telkin eder.” (Bakara 2/268) (Tirmizî, Tefsîr, 2/2988)

***

Ali bin Hüseyin’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in muhterem zevcesi Safiyye binti Huyey ona şöyle haber vermiştir:

Nebî, Mescid’de itikâfa girmişti. Hanımları ziyâretine gittiler. Bir müddet sonra yanından ayrılmak istediler. Efendimiz Safiyye binti Huyey’e:

“–Sen acele etme, ben de seninle geleyim” buyurdu.

Çünkü o, (biraz uzakta bulunan ve) daha sonra Üsâme bin Zeyd’e verilen evde oturuyordu. Nebiyy-i Ekrem, evine götürmek için onunla birlikte dışarı çıktı. O esnâda Ensar’dan iki kişiyle karşılaştı. Onlar Peygamber Efendimiz’e baktılar, (âilesinin yanında olduğunu görünce biraz hızlanarak) geçip gittiler. Nebiyy-i Ekrem onlara:

“–Yavaş olun, bu kadın Safiyye bint-i Huyey’dir” buyurdu. Onlar da:

“–Sübhânellâh, ey Allah’ın Resûlü! (Sizin hakkınızda nasıl yanlış şeyler düşünebiliriz)” dediler. Resûlullah de onlara:

“–Şeytan insanın vücudunda kanın akışı gibi dolaşır. Onun sizin kalbinize bir şüphe atmasından korktum” buyurdu. (Buhârî, İ’tikâf, 11. Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 11; Ahkâm, 21; Müslim, Selâm, 23-25; Ebû Dâvûd, Savm, 79; Edeb, 81; İbn-i Mâce, Sıyâm, 65)

***

Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) der ki:

Resûlullah eliyle bir çizgi çizdi ve:

“–Bu Allah’ın dosdoğru yoludur” buyurdu. Sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdi ve:

“–Bunlar da farklı farklı yollardır. Her birinin üzerinde o yola çağıran bir şeytan vardır” buyurdu. Sonra Cenâb-ı Hakk’ın şu âyetini tilâvet etti:

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur; öyle ise ona tâbî olun. Başka yolları takip etmeyin ki sizi O’nun yolundan saptırıp parça parça yapmasınlar. Günahlardan sakınıp takvâ sahibi olasınız diye Allah bunları size emretti.” (En’âm 6/153) (Ahmed, I, 465, 435; III, 397. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Mukaddime, 1; Dârîmî, Mukaddime, 23; Hâkim, II, 349/3241)

***

Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan arkasını dönüp ezanı duymayacağı yere kadar yellenerek kaçar. Ezan bitince geri gelir. Namaz için kâmet getirilince tekrar arkasını dönüp kaçar. Kâmet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokulup ona: «Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla!» diyerek, daha önce aklına gelmeyen şeyleri hatırlatır. Neticede kişi kaç rekât kıldığını bilemez olur.” (Müslim, Salât, 19. Ayrıca bkz. Buhârî, Ezân, 4; Amel fi’s-salât, 18; Sehv, 6; Bed’ü’l-Halk, 11; Ebû Dâvûd, Salât, 31; Nesâî, Ezân, 20, 30)

***

Câbir (r.a.) der ki: Resûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Şeytan, Arap yarımadasında namaz kılanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirlerine düşürmeye, aralarını açmaya çalışacaktır.” (Müslim, Münâfıkîn, 65. Ayrıca bkz. Tirmizî, Birr, 25/1937; Fiten, 2/2159; Ahmed, III, 313, 354, 384)

***

Huzeyfe (r.a.) der ki:

Resûlullah ile birlikte yemek yiyeceğimiz zaman, o, yemeğe başlayıp elini dokundurmadan biz elimizi yemeğe sürmezdik. Yine bir gün onunla birlikte yemek yiyecektik. Derken küçük bir kız çocuğu geldi. Sanki biri onu arkasından itiyormuş gibiydi. Hemen elini yemeğe uzattı; fakat Resûlullah elini tuttu. Daha sonra bir bedevî geldi; o da arkasından itiliyormuş gibiydi. Allah Resûlü onun da elini tuttu ve sonra şöyle buyurdu:

“Şeytan Allah’ın ismi zikredilmeden (besmele çekilmeden) başlanan bir yemeğe katılmayı pek arzu eder. O, şu yemeğe katılmak için bu kızcağızı getirdi. Fakat ben elini tuttum. Sonra bu bedevî sayesinde yemeğe katılmak için onu alıp getirdi; onun da elini tuttum. Nefsimi kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, şeytanın eli, onların eliyle birlikte avucumdaydı.” (Müslim, Eşribe 102. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Et`ime, 15/3766; Ahmed, V, 382, 397; Hâkim, IV, 121/7088)

İSLAM’DA ŞEYTAN

Cenâb-ı Hak, insanı yaratıp meleklere ona secde etmelerini emrettiğinde, hepsi secde ettiler ancak şeytan kibirlenerek secde etmedi. “Ben çamurdan yarattığın bir kimseye secde eder miyim hiç!” dedi. (İsrâ 17/61)

Kendisinin ateşten, insanın ise çamurdan yaratıldığını ileri sürüp yanlış bir kıyas yaptı ve üstün olduğu zannına kapıldı. (A’râf 7/12)

Kibirlenmeyi hiç sevmeyen Cenâb-ı Hak ise, onu rahmetinden ve cennetinden kovdu. Kibirlenmesine mukâbil onu alçalttı. Lânetinin kıyâmet gününe kadar üzerinde olacağını bildirdi.

İBLİS NEDEN İSYAN ETTİ?

Kibir ve gurûru sebebiyle isyan eden iblis, yine aynı sebeple af dilemeyi de düşünmeyerek Allah’tan mühlet istedi. İnsanların tekrar diriltileceği güne kadar yaşayarak ölümden kurtulmayı hayâl etti. Cenâb-ı Hak da imtihan âleminin bir cilvesi olarak ona kıyâmet gününe kadar mühlet verdi. Böylece âhirete kesin olarak iman edenle şüphe içinde bulunanı ayırt edip göstermeyi murâd etti. (Sebe’ 34/21)

Bunun üzerine şeytan, öcünü almak için insanlara günahları süsleyeceğini, onları azdırmak için her türlü hîleye baş vuracağını ve onlara her yönden yaklaşmaya çalışacağını yeminle ifade etti:

“Elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!” dedi. (A’râf 7/17)

Ancak ihlâsa erdirilen kulları istisnâ ederek onlara gücünün yetmeyeceğini bildirdi.

Cenâb-ı Hak ise, şeytanı ve ona tâbî olanları cehennemiyle korkutarak muhtelif îkazlarda bulundu. (Bkz. A’râf 7/11-18; Hicr 15/30-44; Sâd 38/71-85)

ŞEYTAN HZ. ADEM VE HAVVA’YI (A.S.) NASIL ALDATTI?

Yüce Rabbimiz daha sonra ilk insan Hz. Âdem’i ve Havvâ vâlidemizi cennete yerleştirdi. Bütün nimetlerden bol bol yemelerine müsâade etti, ancak bir ağaca yaklaşmalarını yasakladı. Artık insanın imtihanı başlıyordu. Şeytan faaliyete geçerek binbir hîle ile onlara yaklaştı. Yeminler etti, yalanlar söyledi, vaadlerde bulundu, “Ben sizin iyiliğinizi istiyorum” dedi, akıl verdi, gûyâ yol gösterdi ve sonunda onları aldattı.

Âyet-i kerimelerde bu durum şöyle haber verilir:

“Derken şeytan, birbirlerine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: «Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı» dedi. Onlara: «Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim» diye yemin etti. Böylece onları hîle ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Onlar cennet yapraklarından alıp üzerlerini örtmeye başladılar. Rab’leri onlara: «Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?» diye nidâ etti.” (A’râf 7/20-22)

Şeytan, insanı, daha ileri gitme hırsı ve ebedî kalma arzusuyla aldatmıştı. Demek ki bu duygulara dikkat etmek lâzımdır.

İnsanlar, şeytana uyup ilâhî emre isyan edince, Cenâb-ı Hak da onları cennetten çıkardı ve birbirlerine düşman olarak yeryüzüne, meşakkatler âlemine indirdi. Böylece insanlığın imtihanı ve çilesi başlamış oldu. (Bakara 2/36; A’râf 7/24)

ŞEYTANIN TUZAKLARI

Bu macerayı, insanların ibret alması için anlatan Allah Teâlâ, şu uyarılarda bulunur:

“Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın!” (A’râf 7/27)

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Bakara 2/168)

“Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.” (Nisâ 4/119-120)

“…Şeytan insanı (uçuruma sürükler, sonra da) yüzüstü bırakıp rezil rüsva eder.” (Furkân 25/29)

“Her kim onu dost edinirse, mutlaka o kimseyi saptırır ve onu cehennem azâbına sürükler.” (Hac 22/4)

ŞEYTANI DOST EDİNMEYİN

Kur’ân’da şeytanın niyetlerini ve hilelerini bu şekilde tafsilatıyla haber veren Allah Teâlâ, sonunda kullarına şöyle sorar:

“Şimdi siz beni bırakıp da iblisi ve onun zürriyyetini mi dost ediniyorsunuz?! Hâlbuki onlar sizin düşmanınızdır!” (Kehf 18/50)

Yüce Rabbimizin bu kadar îkazından sonra, insanoğlunun aklını kullanarak şeytana karşı uyanık olması beklenirdi. Onun verdiği boş kuruntulara kapılmayıp, emirlerine isyan etmesi umulurdu. Şeytanın hîle ve desîselerini hemen fark ederek hem kendini hem de diğer kardeşlerini kurtarması ümîd edilirdi. Ancak öyle olmadı. İnsanların çoğu, bütün îkazlara rağmen ebedî düşmanlarına gönül kaptırdı. Onun son derece zayıf olan tuzağına kolayca düşüverdi ve izini adım adım takip etti. Öyle zamanlar oldu ki ona pabucunu ters giydirdi. Hayretten parmaklarını ısırttı da şeytan, “Ben senden uzağım, ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” diye onların yanından uzaklaşmak mecbûriyetinde kaldı. (Haşr 59/16; Enfâl 8/48)

Cenâb-ı Hak kullarına sitem ederek şöyle buyurur:

“Andolsun ki iblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. Mü’minlerden bir zümre hâriç hepsi ona tâbî oldular. Hâlbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak âhirete iman edeni, şüphe içinde kalandan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyup gözetendir.” (Sebe’ 34/20-21)

Demek ki şeytan insanları ellerinden tutup zorla günaha götüremez. Sadece vesvese verir. Ancak buna mukabil insana melek de ilhamlarda bulunur. Nitekim birinci hadisimizde insan üzerinde hem meleğin hem de şeytanın tesiri olduğu, meleğin hayra, şeytanın ise şerre çağırdığı ifade edilmektedir. İnsan kendisini kötülük tarafına çeken duygu ve düşüncelere kapılmaya başladığında, bunun şeytandan olduğunu anlamalı ve hemen Allah’a sığınmalıdır.

Kişi insafla hareket ederse, gönlüne doğan hislerin melekten mi yoksa şeytandan mı olduğunu rahatlıkla anlayabilir. Çünkü şeytan dâimâ edepsizliği, yüzkızartıcı suçları ve kötülüğü emreder.  Melek ise hayra, iyiliğe ve âhiret hazırlığına çağırır. Bu noktada insanın, hayır yönünde bir tercihte bulunarak imtihanı kazanma gayreti içinde olması gerekir.

Diğer taraftan şeytan, yaptığı kötülüğü insana câzip gösterir.  Nefis de o câzibeye kapıldığında insanın tehlikeye düşmesi kolaylaşır. Dolayısıyla insanın her zaman için çok uyanık bulunması îcâb eder.

Cenâb-ı Hak şeytanın vesveselerine karşı şu tavsiyede bulunur:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O işitendir, bilendir.” (Fussılet 41/36)

Buna göre, insan her an dua ve zikir hâlinde bulunarak devamlı sûrette nefsinin, şeytanın ve diğer varlıkların şerrinden Allah’a sığınmalı, istiâzede bulunmalıdır.

İSTİAZE NEDİR?

İstiâze, Allah’a sığınıp O’nun kudretini ve kulun şeytan karşısındaki aczini itiraf etmektir. Çünkü şeytan gizli, bâtınî bir düşmandır ve çok amansızdır. Onun şerrini ancak onu yaratan Allah def edebilir. O öyle bir düşmandır ki insan düşmanları gibi alttan almayı, yüze gülmeyi, idare etmeyi ve iyilik yapmayı kabul etmez. Müslümanların insanlardan olan düşmanlarıyla savaşmak için melekler inmişti, ancak şeytanlardan olan düşmanlarla mücadele ederken Allah’a sığınmamız emredilmektedir. Zâhir düşmanın öldürdüğü Müslüman şehid olur, bâtın düşmanın öldürdüğü mü’min ise ilahî rahmetten kovulur. Zâhir düşmana mağlup olan imtihan edilmiş ve ecir kazanmış olur, bâtın düşmana mağlup olan ise fitneye düşmüş, dinden uzaklaşmış olur. Mâdem ki şeytan insanı görüyor ama insan onu göremiyor, o hâlde insan da şeytanı gören ancak onun kendisini göremediği Allah’a sığınmalıdır. (Bkz. Hüsnü Geçer, Külliyât, s. 110)

ŞEYTAN İNSANIN İÇİNE GİREBİLİR Mİ?

İkinci hadisimizde, şeytanın damardaki kan gibi insanın içinde dolaştığı, yani onu aldatma ve tesiri altına alma imkânına sahip olduğu ve bunun için çok çalışarak her türlü fırsatı değerlendirdiği haber verilmektedir. Ancak bu durum, onun her istediğini yapabileceği anlamına gelmez. Cenâb-ı Hak her ne kadar imtihan îcâbı ona mühlet ve bazı imkânlar vermişse de sınırsız bir kuvvet ve salâhiyet vermemiştir. Aslında onun tuzakları çok zayıftır.  Ancak insan nefsi günahlara heves ettiği için, onlara kendiliğinden kapılıp gider. Şeytan sadece günahları süslü gösterip dâvet eder, insan da çoğu zaman yanlışlığını bilerek onlara düşer.

Hadisimizde şeytanın boş durmayıp her fırsatta vesvese verdiği anlatılmak istenmektedir. Bu sebeple insanın bu ezelî düşmanına karşı dikkatli ve uyanık olması îcâb eder. Bir mü’min, insanların yanlış anlayacağı davranışlardan sakınmalı ve töhmet mahallerinde bulunmamaya îtinâ göstermelidir. Bununla birlikte kendisi de insanların bazı hareketleri sebebiyle hemen zanna kapılmamalı, işin aslını iyice öğrenmeden karar vermemelidir. Yanlış anlaşılmaya müsait hususlarda açıklama yapmalı ve dikkatli davranmalıdır. Efendimiz bu hususta bizlere çok güzel bir usûl ve metod tâlim etmiştir.

ALLAH’IN YOLU VE YOLDAN SAPTIRAN TEHLİKELER

Üçüncü hadisimizde Resûlullah, Allah’ın dosdoğru yolu ile insanları ondan saptıran diğer tehlikeli yolları, şekil çizerek anlatmıştır. Böylece hem konuyu açık ve net bir şekilde ortaya koymuş hem de bizlere güzel bir anlatım metodu öğretmiştir.

Doğru yol bir tanedir. Bu yol, kendisine girenleri toplayıp birleştiren ve dağıtmayan tevhid yoludur. Onun hâricindekiler az veya çok bu dosdoğru yoldan ayrılır ve insanı yanlış istikâmetlere sürükler. Allah Resûlü bu yanlış yolların her birinin başında bir şeytanın bulunduğunu ve insanları o yola dâvet ettiğini haber vermektedir.

Şeytan, insan nefsine hak yolunu zor ve sevimsiz gösterir, onun dışındaki bütün yolları süslü ve câzip hâle getirir. Hâlbuki Sırât-ı Müstakîm hâricindeki bu yollar, muhtelif dinler, mezhepler, bid’atler ve sapıklıklar, mü’minleri fırka fırka, grup grup yapıp Allah yolundan ayırır ve parçalar.

Dolayısıyla mü’minlere düşen nefsin hevâsına tâbî olmak değil, dostun rızâsını arayarak sırât-ı müstakîm üzere yürümektir.

ŞEYTANIN İBADETLERDEKİ HİLELERİ

Dördüncü hadisimizde, şeytanın insanı ibadetler konusunda aldattığı, bilhassa namaz kılarken aklına olmadık şeyler getirdiği haber verilmektedir. İnsanlar Allah’a kulluk ettikçe çileden çıkan ve azaplarda yanan şeytan, onları bundan uzaklaştırmak için var gücüyle çalışır. Buna muvaffak olamazsa ibadetlerin içini boşaltır. Huşû, ihlâs ve samîmiyetten uzak hâle getirir.

ŞEYTANI KAÇIRAN ŞEYLER

Hadisimizde, şeytanın ezan ve kâmeti işitince büyük bir korku ve dehşete kapılarak kaçtığı anlatılmaktadır.  Fakat şeytanın vazifesi insanları saptırmak ve yoldan çıkarmak olduğu için, tekrar tekrar geri döner. Neticede namaz kılanın kalbine birtakım dünyevî düşünceler getirmek sûretiyle onun gönlünü namazdan uzaklaştırır ve kaç rekât namaz kıldığını dahî unutturur. Bunun çaresi, hatıra gelen şeyi düşünmemeye çalışmak ve namazda Allah’ın huzurunda olduğumuzu hatırlamaktır.

Şeytan insanı her türlü hayırdan alıkoymak için durmadan çalışır. Resûlullah, namaz sonrası ve yatağa girince yaptığımız tesbîhâtın fazilet ve sevâbından bahsettikten sonra şöyle buyurmuştur:

“Şeytan, namazda iken birinize gelir ve: «şunu hatırla, bunu hatırla» der, namazdan ayrılıp gidinceye kadar buna devam eder. Neticede kişi bu tesbîhâtı bile terk eder. Kişi yatağına girince de şeytan ona gelir, (bu zikirleri yapmadan) uyutmaya çalışır ve uyutur da.” (Tirmizî, Deavât, 25/3410; Ebû Dâvûd, Edeb 99-100/5065; Nesâî, Sehv, 90)

ŞEYTAN İNSANLARI NASIL KANDIRIYOR?

Beşinci hadisimizde şeytanın insanları ictimâî hayatta aldatarak birbirlerine düşürdüğü, aralarına husûmet ve düşmanlık tohumları attığı haber verilmektedir.

Hadisimizde geçen “tahriş” kelimesi, düşmanlık, anarşi ve fitne çıkarmaya yönelik her türlü faaliyeti içine alır. Bunlar da şeytanın ve adamlarının işidir. Bu durumda, din kardeşliğine ters düşen her türlü tahrik ve fesat karşısında şuurlu hareket ederek şeytanı sevindirmemek gerekir. Çünkü Müslümanlar arasında çıkacak her türlü küsme, ilgi kesme, düşmanlık ve fitne hâdisesi, şeytanın arzu ettiği ve memnun olduğu yanlış davranışlardır. Böyle durumlarda dikkatli hareket etmeli ve kardeşlik hukukunu ayakta tutmaya çalışmalıdır. Dargınlar en fazla üç gün içinde barışmalı, yapılan hatalar sebebiyle özür dilenmeli ve mü’minler birbirlerine karşı müsâmaha ile yaklaşmalıdırlar.

Şeytanın iki mü’mini birbirine düşürmek için nasıl gayret ettiğini ve buna karşı nasıl bir tedbîr almak gerektiğini gösteren şu rivâyet ne kadar ibretlidir:

Resûlullah Ashâb-ı Kirâm’ın arasında otururken, bir adam geldi, Hz. Ebûbekir’e hakâretler ederek onu üzdü. Ancak Ebûbekir (r.a.) sükût etti, adama cevap vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Hz. Ebûbekir yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Hz. Ebûbekir adama hak ettiği cevabı verdi.

Bunun üzerine Resûlullah kalkıp yürüdü. Hz. Ebûbekir hemen arkasından yetişerek:

“–Ey Allah’ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu.

Allah Resûlü:

“–Hayır” buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

“–Lâkin semâdan bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)

ŞEYTANIN GÜNLÜK HAYATTAKİ OYUNLARI

Altıncı hadisimizde şeytanın insanı günlük işlerinde aldatmaya çalıştığı anlatılmaktadır. Yemek, içmek, uyumak, eve girip çıkmak, mal kazanmak, evlât yetiştirmek gibi hususlarda şeytan bütün asker ve süvârileriyle insanlara saldırır ve onlara ortak olmak ister.

Resûlullah, ümmetine yön veren hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz şeytan sizden birinin her işinde hazır olur. Hatta yemeği esnâsında bile yanında bulunur. Birinizin lokması düşerse, üzerine yapışanları temizleyip yesin, lokmasını şeytana bırakmasın.” (Müslim, Eşribe, 133-135)

Şeytanlar bir eve girmek, orada gecelemek, evdeki nimetlerden faydalanmak, orada insanları aldatmak ve günahlar işletmek isterler. Buna mânî olan şey, kişinin eve girerken besmele çekmesidir. Bir kimse evine girerken besmele çekerse, bunu duyan şeytanların lideri, adamlarına, büyük bir üzüntüyle, o gece bu evde kalamayacaklarını söyler. Bununla birlikte onlar, yemekten faydalanabilecekleri ümidiyle yemek vaktini beklerler. Şayet o evde yemek yenirken besmele çekilmezse, şeytanlar büyük bir zevkle karınlarını doyurur ve yemeğin bereketini alıp götürürler. İnsanın Allah’ı zikretmemesi, onlar için bir gıda, bir beslenme ve güçlenme vesilesi olur. Sonra da ev halkını aldatmaya çalışırlar. Eğer yemek yenirken besmele çekilirse, o evden hiçbir şekilde faydalanamayacaklarını anlayarak orayı terk etmek mecbûriyetinde kalırlar.

Şeytan insanın işine de ortak olmak ister. Bu ortaklık, insanın kötü bir niyet ve düşünceyle evden çıktığı anda başlar. Bu durum hadis-i şerifte şöyle anlatılır:

“Evinden çıkan herkesin elinde iki sancak bulunur; biri meleğin elinde, diğeri de şeytanın elinde olur. Eğer o kişi, Allah’ın sevdiği ve rızâsına uygun olan bir iş için çıkarsa, onu evine dönünceye kadar elindeki sancak ile melek takip eder. Eğer Allah’ın gazabını celbeden bir iş için çıkarsa şeytan elindeki sancak ile onu izler. O kimse evine dönünceye kadar şeytanın sancağı altında olur.” (Ahmed, II, 323)

Cenâb-ı Hak, şeytanın mal ve evlâtlar hususundaki idlâllerini/saptırmalarını şöyle haber verir:

“(İblis) dedi ki: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!» Allah Teâlâ buyurdu: «Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Size tam olarak uygun olan ceza budur. Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvârilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ/üzerlerine yürü; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vaad etmez. Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hükmün olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin kâfîdir.” (İsrâ 17/62-65)

İnsanların ferdî, ictimâî ve iş hayatında muhtelif bahanelere sığınarak yanlışlara ve günahlara göz yummaları, hep bu şeytanın saptırmaları ve boş vaadleri netîcesindedir. Pek çok kişi, daha çok kazanmak, daha iyi olmak, ileride hâlini düzelmek gibi ümidlerle günahlara teslim olmaktadır. Hâlbuki, bu işlerde nefsin ve şeytanın parmağı olduğunu hiçbir zaman unutmamak lâzımdır. Mü’min Allah’ın yardım ve korumasına nâil olabilmek için ihlâs ve takvâ ipine sarılmalı, onları elde etmenin yollarını aramalıdır.

Mü’minin yaptığı işler hususunda Efendimiz’in bir îkazı da şöyledir:

“Başına bir şey gelirse, «şöyle yapsaydım, böyle olurdu» diye hayıflanıp durma! «Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar» de. Zira «Eğer şöyle yapsaydım» gibi sözler şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader, 34. Ayrıca bkz. İbni Mâce, Mukaddime, 10)

İnsan acziyet gösterir, vesveseli olur, kadere rızâ göstermez ve tevekküle sığınmaz ise, işinde tereddütlere kapılır, rızâsızlık, kadere karşı çıkma ve Allah’ı inkâr gibi imana muhâlif hâllere düşebilir. Bu ise sadece şeytanı sevindirir.

Şeytana karşı birlik ve beraberliğin ehemmiyetine vurgu yapan Allah Resûlü şu tavsiyede bulunmuştur:

“Şeytan insanın kurdudur. Tıpkı sürüden ayrılan koyunu kapan kurt gibi. Sakın gruplara bölünmeyin. Cemaatten, toplumdan ve mescidlerden ayrılmayın.” (Ahmed, II, 400; V, 335; Hâkim, I, 73/59)

“Şeytan tek kişi ile iki kişiye musallat olup vesvese verir. Eğer üç kişi olurlarsa onlara musallat olamaz.” (Muvatta’, İsti’zân, 36)

Aslında şeytan, niyetini bozmayan kişiye zarar veremez. Çünkü “şeytanın hilesi cidden zayıftır.”  Ona güç veren, insan nefsinin hevâ ve hevesleridir. Nitekim Allah Resûlüşöyle buyurur:

“Kadı zulmetmediği müddetçe Allah Teâlâ onunla beraberdir (yardımcısıdır). Zulme yer verdiği zaman Allah onu terk eder ve şeytan yanına gelerek kendisinden hiç ayrılmaz.” (Tirmizî, Ahkâm, 4/1330)

ŞEYTAN KİMLERE MUSALLAT OLUR?

Âyet ve hadislerden, Allah Teâlâ’nın şeytanları büsbütün serbest bırakmadığı, onların da belli kâidelere uymak mecbûriyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ı zikretmeyi unutan ve kötü niyet besleyen kişilerin işlerine ortak olabilmeleri hususunda şeytanlara izin verildiği görülmektedir. Fakat gönlü uyanık olan, her zaman Allah’ı zikreden, evine besmeleyle giren, sofrasına besmeleyle oturan ve Allah’ın emirlerine riâyet eden kimselerin ne evlerinden ne de işlerinden şeytanın faydalanması mümkün değildir.

Cenâb-ı Hak, rahmet ve merhametiyle muâmele ederek, takvâ yolunda gayret eden mü’minleri ve bilhassa ihlâslı kullarını şeytanın saptırmalarından muhâfaza etmektedir. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Allah’ın size lûtuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” (Nisâ 4/83)

“Gerçek şu ki, iman edip de yalnız Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hâkimiyeti yoktur. Onun hâkimiyeti, ancak kendisini dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl 16/99-100)

Yüce Rabbimiz şeytandan korunmamız için bizlere bir de dua öğretmektedir:

“De ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından ve vesveselerinden sana sığınırım! Onların yanıma gelmelerinden de sana sığınırım ey Rabbim!” (Mü’minûn 23/97-98)

Velhâsıl şeytanı memnun eden her hareket insanın aleyhinedir. Çünkü onun gayesi ve en büyük zevki, insana maddî ve mânevî zarar vermektir. Öyleyse her fırsatta Allah Teâlâ’yı zikredip O’na sığınarak şeytanın ümitlerini boşa çıkarmalı ve hîlelerine aldanmamalıdır.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ŞEYTAN KİMDİR?

Şeytan Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Bunları okumama vesile olduğunuz için Allah sizden razı olsun iyiki varsınınız

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.