Sevmek Kaç Çeşittir?

Temelinde Allah rızâsı bulunan bütün muhabbetler makbuldür. Allâh’ın râzı olmadığı muhabbetler ise, kalbin mânevî kanseridir.

Rivâyete göre bir gün Resûl-i Ekrem, Hazret-i Ali’ye (r.a.) sorar:

“–Yâ Ali! Allah’ı seviyor musun?”

“–Evet yâ Resûlallâh, seviyorum.”

“–O’nun Resûlü’nü de seviyor musun?”

“–Evet yâ Resûlallâh!”

“–Kızım Fâtıma’yı da seviyor musun?”

“–Evet yâ Resûlallâh!”

“–Peki ya Hasan ve Hüseyin’i seviyor musun?”

“–Evet yâ Resûlallâh!”

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:

“–Yâ Ali! Gönül bir tane, sevgi ise dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor?” buyurur.

Hazret-i Ali (r.a.), bu suâle bir türlü cevap veremez. Düşünceli bir hâlde evine döner. Hazret-i Fâtıma (r.a), efendisi Hazret-i Ali’yi (r.a.) durgun ve düşünceli görünce meraklanır. Ne olduğunu öğrenebilmek için şefkatle:

“–Sizi durgun görüyorum; üzücü bir şey mi oldu?” diye söze girer ve; “Eğer üzüldüğünüz şey, dünya ile ilgili ise kederlenmeye değmez. Âhiret ile ilgili bir husus ise, nedir sizi üzen?” diye sorar.

Hazret-i Ali (r.a.)  başından geçenleri anlatır. Hazret-i Fâtıma (r.a.) durumu öğrenince gülümser ve:

“–Haydi babamın yanına var ve bu suâli şöyle cevaplandır.” diyerek bâzı îzahlarda bulunur. Hazret-i Ali’nin gönlü bu îzahlardan hoşnud olur ve hemen Rasûlullah Efendimiz’in huzûruna koşar:

“–Yâ Rasûlallâh! İnsanın sağı, solu, önü, arkası diye yönleri vardır. Kalbin de böyle. Ben Allâh’ı aklım ve îmânımla, Siz’i rûhum ve îmânımla, Fâtıma’yı insânî nefsimle, Hasan ve Hüseyin’i de babalığın tabiî îcâbı ile seviyorum.” der.

İki Cihan Güneşi Efendimiz bu cevap karşısında tebessüm eder ve:

“–Yâ Ali! Bu sözler ancak nübüvvet ağacının dalından alınmış meyvelerdir.” buyurur.

Görüldüğü üzere temelinde Allah rızâsı bulunan bütün muhabbetler makbuldür. Allâh’ın râzı olmadığı muhabbetler ise, kalbin mânevî kanseridir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.