Sâffât Suresi 164. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Sâffât Suresi 164. ayeti ne anlatıyor? Sâffât Suresi 164. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Sâffât Suresi 164. Ayetinin Arapçası:

وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ

Sâffât Suresi 164. Ayetinin Meali (Anlamı):

Melekler şöyle der: “Bizim her birimizin Allah katında belli bir makamı ve vazîfesi vardır.”

Sâffât Suresi 164. Ayetinin Tefsiri:

Sûrenin girişinde Allah’ın huzurunda saf saf duran, O’nun emrini bekleyen ve aldığı emri yerine getiren meleklerden bahsedilmişti. Burada meleklerin dilinden bu hususa tekrar yer verilir. Maksat, müşriklerin önceki âyetlerde bahsedilen meleklerle alakalı düşüncelerinin yanlışlığını haber verip, meleklerle Allah arasında bir nesep bağı değil Rab-kul münâsebeti bulunduğunu beyân etmektir. Melekler ilâh değil, tek ilâh olan Allah’ın kullarıdır. O’na itaat eder, O’ndan emir almadan konuşmazlar ve yalnızca O’nun emri ile hareket ederler. (bk. Enbiyâ 21/27) Her bir meleğin Allah katında belli bir makamı, hizmet ettiği belli bir yeri vardır; onu da aşıp ileri gidemezler. Rivayete göre Miraç gecesi Sidre-i Müntehâ’da iken Cebrâil biraz geri durunca, Efendimiz (s.a.s.): “Burada benden ayrılacak mısın?” diye sormuştu. O da: “Bulunduğum bu noktadan daha ileri gidemem”, diye cevap vermiş, Yüce Allah da meleklerin söylediği bir sö­zü nakletmek üzere: “Bizim her birimizin Allah katında belli bir makamı ve vazifesi vardır” (Saffât 37/164) âyetlerini indirmiştir. (Kurtubî, el-Câmi‘, XV, 90)

Melekler hizmet ve ibâdet menzillerinde taat için saf saf dururlar. Allah’ı tesbih eder, O’nu noksan sıfatlardan tenzih ederler. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Gökte üze­rinde secde eden yahut ayakta ibâdet eden bir meleğin bulunmadı­ğı bir ayak basacak kadar bir yer dahi yoktur.” (Heysemî, Mecme‘u’z-zevâid, X, 358)

“Gerçekten ben sizin görmediklerinizi görüyor, duymadıklarınızı duyuyorum. Gök gıcırdıyor, gıcırdaması da hakkıdır. Çünkü orada yüce Allah’a secde etmek için alnını koyan hiçbir meleğin bulunmadığı dört parmaklık bir yer dahi yoktur…” (Tirmizî, Zühd 9/2312)

Allah Teâlâ’ya itaat ve kulluk bakımından meleklerin düzenli saflar halinde olması, mü’minler için de güzel bir numûne teşkil eder. Onlar da aynen melekler gibi, iman, itaat, cemaatle namaz, Allah yolunda cihad gibi dinin emirlerini düzenli saflar halinde yerine getirmeye çalışırlar.

Hz. Ömer (r.a.) da namaza kalktığında: “Saflarınızı doğru ve düzgün tutun. Saflarınızı düzeltin. Şüphesiz Allah sizin de, meleklerin Rableri huzurun­da durdukları gibi durmanızı ister” der, sonra da: “O’nun emrini alıp yerine getirmek için bizler saf saf dizilmiş bekleyenleriz” (Sâffât 37/165) buyruğunu okur, “Ey filan sen geriye git, ey filan sen öne geç” der, sonra da kendisi öne geçer, tekbir alıp namaza dururdu. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXIII, 134)

İşte Resûlullah (s.a.s.) ve sahâbenin Allah’ın âyetleriyle hemhal olup hayatlarını o âyetlerin mâna ve muhtevasında tanzim etmeleri böyleydi. İmandan nasibi olmayan müşriklerin ise itiraz ve bahaneden başka yaptıkları bir şey yoktu:

Sâffât Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Sâffât Suresi 164. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.