Ramazan Ayı ve Fazileti Nedir?

Ramazan kelimesinin anlamı nedir? Aylar içinde Ramazan ayının yeri nedir? Ramazan ayının değeri ve önemi nedir? 10 Maddede Ramazan ayının kıymeti ve fazileti...

Ramazan ayı, kamerî aylardan adı Kur’ân’da geçen tek aydır. (Bakara, 2/185) İslâm’ın beş temel esasından biri olan oruç ibadetinin Ramazan ayında yerine getiriliyor olması, bu ayın önemini ortaya koymaktadır.

I. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

  1. “Ramazan” Kelimesinin Anlamı

Bu kelimenin hangi kökten geldiği dolayısı ile anlamının ne olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır:

  1. a) Ramazan kelimesi, güz mevsiminin başında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur anlamındaki “ramdâ ” kelimesinden türetilmiştir. Bu yağmur, yeryüzünü yıkayıp temizlediği gibi Ramazan ayı da iman edenleri günahlardan yıkayıp temizler.
  2. b) Ramazan kelimesi, güneşin şiddetinden taşların son derece kızması anlamındaki “ramada ” kelimesinden türetilmiştir. Bu kökten türeyen “Ramazan” kelimesi, kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu kelime, İslâm’ın beş temel esasından biri olan orucun tutulduğu aya özel isim yapılmıştır. Bu ayda Allah için oruç tutularak açlık ve susuzluk çekilir ve böylece orucun harareti ile günahlar manen yakılır.
  3. c) Ramazan kelimesi, kılıcın namlusunu veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki kaygan taş arasına koyup dövmek anlamındaki “ramada ” kelimesinden türetilmiştir. Araplar silahlarını bu ayda bileyip hazırladıkları için bu isim verilmiştir.
  4. d) Ramazan kelimesi, Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Allah’ın rahmeti sayesinde âdeta yanıp yok olması dikkate alınarak oruç tutulan aya bu isim verilmiştir. Bu anlamda “şehr-i Ramazan”, “Allah’ın ayı” demektir. (Yazır, I, 642-644)

Ramazan kelimesinde; temizlik, yanmak ve keskinlik anlamları vardır. Ramazan ayında oruç ve diğer ibadetlerle Allah’a yönelen müminler, günahlarından temizlenir, arınır, bilinçlenir, iman ve ahlak bakımından keskinleşir, kuvvetlenir.

  1. Ramazan Ayı

Kamerî ayların başlangıcı ve bitişi ayın hareketleri esas alınarak belirlenir. Ayın hilal şeklinde görülmesinden itibaren tekrar hilal şeklinde görülmesine kadar geçen süre bir “ay”dır. Bu süre, bazen 29 gün, bazen 30 gün olur. Bu sebeple Ramazan ayında oruca başlayabilmek için ayın gökte hilal (yeni ay) halinde göründüğü zamanı belirlemek gerekmektedir. Ne var ki hilali görmek her zaman mümkün olmamakta bu sebeple Ramazanın girip girmediğinde, ya da sona erip ermediği konusunda şüphe doğmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Ramazanın başını ve sonunu belirleme yöntemini bildirmek ve hilalin görülemediği durumlara da pratik bir çözüm getirmek üzere şöyle buyurmuştur:

“Hilali Ramazanın başında görünce oruca başlayınız ve onu Şevval ayının başında görünce bayram ediniz. Hava bulutlu olur da hilali göremeyecek olursanız ayın sonunu takdir ederek belirleyiniz (ayı otuza tamamlayınız.)” (Buhârî, “Savm”, 5)

“(Ramazan) Hilalini görmedikçe oruca başlamayın, (Şevval) hilalini görmedikçe oruca son vermeyin. Hava bulutlu olursa ayın sonunu takdir ederek belirleyiniz (ayı otuza tamamlayınız.)” (Buhârî, “Savm”, 11)

Buna göre Ramazanın girdiğini tespit emek için Şaban ayının 29’unda hilali gözlemek gerekmektedir. Yine Ramazanın çıktığını, Şevvalin girdiği ve bayramın geldiğini anlamak için de Ramazanın 29’unda hilali gözlemek gerekmektedir.

Hilalin güneşin batışından sonra görülmesi esastır. Gündüzün görülen hilale itibar edilmez. İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu bu görüştedir.

Acaba, Ramazanın -ve diğer ayların- başladığını yahut bittiğini belirlemek için hilalin mutlaka biyolojik gözle görülmesi şart mıdır, yoksa hilalin “görülmesi”nde astronomik hesap yöntemine başvurulabilir mi?

Yukarıda zikrettiğimiz hadisin zahiri (ilk bakışta bıraktığı intiba) esas alınacak olursa hilali biyolojik gözle görmenin şart olduğu söylenebilir. Çünkü hadiste açıkça “hilali görmek”ten bahsedilmekte ve hilal görülmedikçe oruca başlanmaması veya son verilmemesi emredilmektedir.

Aslolan hilalin görülmesi olup, görülme yöntemi değildir. Kur’ân dili Arapça’da görmek anlamındaki “rü’yet” kökü, “bilmek”, “inanmak” anlamlarına da gelmektedir. Şu halde zikrettiğimiz hadis-i şerif, hilali mutlaka çıplak gözle görme konusunda bağlayıcı değildir. Bunu Hz. Peygamber’in şu hadis-i şerifi desteklemektedir: Peygamberimiz (s.a.s.),

“Biz ümmî bir toplumuz, hesap ve okuma yazma bilmeyiz. Ay şöyle ve şöyle yani bazen 29 bazen 30 gün olur” (Buhârî, “Savm”, 11) buyurmuştur.

Hadisten anlıyoruz ki, ayların belirlenme yöntemlerinden biri de hesaplama yöntemidir. Ancak bu yöntem bilinmediğinden uygulanamamıştır. Fakat Peygamberimizin döneminde hesap yapma imkânı olmadığı için Rasûlullah biyolojik gözle görme yöntemini öngörmüştür.

Ne var ki bu yöntem de -havanın bulutlu ve tozlu olması gibi sebeplerle- sonuç vermeyebilmektedir. Bu sebeple de Hz. Peygamber (s.a.s.) içinde bulunulan ayı otuza tamamlamayı emretmiştir. Dikkat edilirse bu uygulamada Ramazanın girmemiş yahut çıkmamış olması durumu söz konusudur. Çünkü hava bulutludur ve yeni hilalin doğmadığı var sayılarak mevcut ayın devam ettiği kabul edilmektedir. Hâlbuki yeni ayın doğmuş olması ihtimali de söz konusudur.

Böyle olmak zorundaydı, çünkü Rasûlullah’ın dönemi için başka seçenek yoktu. Tekrar ederek söyleyelim ki, yeni hilalin doğduğunu kesin olarak ortaya koyan hesap yöntemi bilinseydi Rasûlullah böyle bir riskin ortaya çıkmasına izin verir miydi?

Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Sırf hadisin zahiri, hilali biyolojik gözle görmeyi gerektiriyor diye, bu riske katlanarak illa da gözle görmekte ısrar etmek sünnetin ruhuna aykırı düşer.

Ayı gözlemleme işi astronomik bir işlemdir. Astronominin esası ise hesaptır. Çünkü gök cisimlerinin hareketleri belli bir ölçü ve hesaba göre gerçekleşmektedir. (Enbiya, 21/33; Yasin, 36/40) Özellikle çağımızda son derece gelişmiş bulunan astronomi bilimi verileri sayesinde gelecek birkaç yıl içinde hilallerin doğuş zamanları rahatlıkla ve kesin bir şekilde belirlenebilmektedir.

Ramazan hilalinin tespitinde hesap yönteminin esas alınması ibadetlerde kolaylık prensibini bu açıdan hayata geçireceği gibi her yıl Ramazan öncesi Müslümanlar arasına ortaya çıkan tereddüt ve ayrışmalara da engel olacaktır.

Ramazan hilalinin tespiti konusunda gündeme gelen başka bir problem de “ihtilaf-ı metali” meselesidir. İhtilaf-ı metali, dünyanın yuvarlak olması sebebiyle hilalin doğuş vaktinin ve yerinin farklı olması demektir. Bu küresel gerçeklik sebebi ile bir yerde görülen yeni hilal, aynı anda dünyanın başka bir bölgesinde görülemez. Bu durum şöyle bir soruyu ortaya çıkarıyor:

Dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Müslümanlar, hilalin kendi bölgelerinde görülmesini esas alacaklar (ihtilaf-ı metalie itibar edecekler) mi; yoksa dünyanın herhangi bir yerinde hilalin görülmesi ile diğer bütün bölgelerdeki Müslümanlar için hilal görülmüş kabul edilecek (ihtilaf-ı metalie itibar edilmeyecek) midir?

Bu soruya İslâm âlimlerinin çoğu “ihtilaf-ı metalie itibar edilmez, yani dünyanın bir yerinde hilal görülünce diğer yerlerde de görülmüş kabul edilir” cevabını vermişlerdir.

Şafiî mezhebine göre ise ihtilaf-ı metalie itibar edilir. Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Müslümanlar, hilalin kendi bölgelerinde görülmesi ile oruca başlarlar. (Şirâzî, II, 593-594)

Ramazanın başlayıp başlamadığı konusunda ortaya çıkan farklı görüşler Müslümanların ibadet şevkini kırmakta, Ramazan ayının ve orucun Müslümanlarda sağlaması beklenen birlik ruhunu zedelemektedir. Bu sebeple “ru’yet-i hilal” tartışmalarına son vermek ve ibadetin sağlayacağı manevi havadan olabildiğince yararlanmak gerekiyor. Bunun en pratik yolu ise, ihtilaf-ı metalie itibar etmemek ve hilalin çıplak gözle görülebilirliği esasına dayalı olarak yapılan astronomik hesap yöntemini uygulamaktır. Müslümanlar arasında gerginlik ve ayrılıklara sebep olmamak kaydı ile dileyenler bireysel olarak hilali gözle görme yöntemini uygulayabilirler.

II. RAMAZAN AYININ DEĞERİ VE ÖNEMİ

Ramazan ayını önemli ve değerli kılan hususların başında son ilahî mesaj Kur’ân’ın bu ayda indirilmeye başlamış olması gelir. İslâm’ın beş temel esasından biri olan oruç ibadeti, bu ayda tutulur. Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi Ramazan ayı içersindedir. Bu ayda yapılan ibadetlere diğer aylara göre daha çok sevap verilir. Bu ay af ve mağfiret, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, bolluk ve bereket ayıdır. Bu bölümde bu hususları dile getirmeye çalışacağız.

  1. Kur’ân, Ramazan Ayında İndirilmeye Başlanmıştır.

Kur’ân’ın Ramazan ayında indirildiği, Bakara suresinin 185. ayetinde şöyle ifade edilmektedir:

“O Ramazan ayı ki, Kur’ân o ayda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)

Kur’ân-ı Kerim’in indirilmesi miladi 610 yılında Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde sabaha karşı, Hıra’da ibadetle meşgul olduğu sırada, vahiy meleği Cebrail’in Peygamberimize Alak suresinin ilk beş ayetini getirmesiyle başlamıştır.

Acaba bu olay Ramazanın hangi gününde gerçekleşmişti?

Duhân suresinin ikinci ve üçüncü ayetlerinde Kur’ân’ın mübarek bir gecede indirildiği bildirilmektedir:

“Hâ Mîm. Apaçık olan kitaba yemin olsun ki, biz onu (Kur’ân’ı) mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz biz, insanları uyarıcıyız.” (Duhân, 44/1-3)

İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, ayette sözü edilen “mübarek gece” Kadir Gecesi’dir. Kur’ân’ın Kadir Gecesi’nde indirildiği ise Kadir suresinde açıkça bildirilmiştir.

“Şüphesiz, biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik.”

Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e verilmesi “inzal” ve “tenzil” kelimeleri ile ifade edilmektedir. (bk. En’âm, 6/92; Nahl, 16/89) Kur’ân’ın Ramazan ayında mübarek bir gece olan Kadir Gecesi’nde “inzal” edildiğinin bildirilmesi genel olarak iki şekilde izah edilmiştir:

  1. a) Kur’ân Kadir Gecesi’nde, bir defada Levh-i Mahfuzdan, dünya semasına (Beytü’l-İzze’ye) indirilmiş, buradan da 23 senede Peygamberimize verilmiştir. Kur’ân’ın Levh-i Mahfuz’da bulunduğu Bürûc suresinin 21-22. ayetlerinde açıkça bildirilmektedir:

“Hayır, o (kitap), şanı yüce bir Kur’ân’dır. O, Levh-i Mahfuz’dadır.”

Kur’ân’ın Beytü’l-İzze’ye toptan indirildiğini ve buradan Peygamberimize peyderpey verildiğini sahabeden Abdullah ibn Abbas söylemiştir:

“Kur’ân, Kadir Gecesi’nde yakın semaya toptan bir seferde indirildi, bundan sonra yirmi (küsur) senede (peyderpey Hz. Peygamber’e) indirildi.” (Hâkim, “Tefsir”, 1, No: 2879; bk. Süyûtî, el-İtkân, I, 127-158)

“Kur’ân Ramazan ayında indirildi”, “mübarek bir gecede indirildi” ve “Kadir Gecesi’nde indirildi” demek, Kur’ân bu ayda indirilmeye başladı demektir. Kur’ân’ın tamamı zikredilmiş bir kısmı kastedilmiştir. Belagat ilminde buna “mecaz-i mürsel” denir. Bakara suresinin başında olduğu gibi birçok ayette, Kur’ân’ın bir parçasına da “Kitap” ve “Kur’ân” denilmektedir. Kur’ân’ın toptan değil ayet ayet, sure sure indirildiği Kur’ân’da açıkça bildirilmektedir:

“İnkâr edenler, “Kur’an, ona bir defada toptan indirilmeli değil miydi?” dediler. Biz, Kur’ân’la senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle parça parça indirdik ve onu (sana) ağır ağır okuduk.” (Furkan, 25/32)

“Biz Kur’ân’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet ayet ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” (İsrâ, 17/106)

Âyetler, hem Kur’ân’ın parça parça indirildiğini hem de parça parça indirilmesinin gerekçesini beyan etmektedir. Kadir Gecesi’nin Ramazan ayı içerisinde olduğu ayetle sabittir. Ancak Ramazan ayının kaçıncı gecesi Kadir Gecesi’dir, kesin olarak belli değildir, bu konuda ittifak da yoktur. Ancak ağırlıklı görüş, Kadir Gecesi’nin Ramazan ayının 27. gecesi olduğu yönündedir. (bk. İbn Sa’d, I, 94)

Kur’ân bütün insanların kılavuzu, yol göstericisidir. (Bakara, 2/185) İnsanları en doğru olana iletir. (İsrâ, 17/9) Okunması ibadettir, her harfine bir hasene / güzel amel sevabı verilir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.),

“Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa ona on hasene (sevabı) verilir. Haseneye (güzel amele) on katı ile mükâfat verilir. Size elif lam mim bir harftir demiyorum. Elif bir harf, lam bir harf, mim bir harftir.” (Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 16) buyurmuştur.

Her Müslümanın bu emirlere uyarak Kur’ân’ı öğrenmesi ve sürekli okuması gerekir. Bu emri yerine getirenler ilahî övgüye mazhar olurlar. Çünkü Yüce Allah Kur’ân okuyanları övmektedir:

“Şüphesiz, Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. Allah kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye (böyle yaparlar.) Şüphesiz o Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını çokça verendir.” (Fâtır, 35/29-30)

Peygamberimiz (s.a.s.),

“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir” (Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 15) anlamındaki hadisi ile Kur’ân’ın okunmasını ve hükümlerinin öğrenilmesini teşvik etmektedir.

Yine sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) Kur’ân’ı öğrenen, okuyan, emir ve yasaklarına riayet eden kimselerin en hayırlı ve en faziletli kimseler olduğunu, okunan Kur’ân’ın kıyamet gününde sahibine şefaatçi olacağını bildirerek müminleri Kur’ân öğrenmeye ve okumaya teşvik etmiştir:

“Kur’ân’ı öğrenin ve okuyun.” (Tirmizî, “Fedâilül-Kur’ân”, 2)

“Evlerinizi namaz ve Kur’ân okuma ile aydınlatın, süsleyin.” (Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, No: 9291)

Kur’ân okunan evde manevi bir aydınlık, huzur ve ferahlık olur. Çünkü Kur’ân okunan evde rahmet melekleri bulunur, şaytanlar uzak durur.

“Ancak iki kişiye gıpta edilir. (Birincisi), Allah’ın kendisine Kur’ân(ı öğrenme imkânı) verdiği kimsedir. Bu kimse, gece gündüz Kur’ân’ı okur ve hükümleriyle amel eder. (İkincisi ise), Allah’ın kendisine mal mülk verdiği kimsedir. Bu kimse, onu gece gündüz (hayır ve helal yollarda) harcar.” (Müslim, “Salâtü’l-Müsâfirîn”, 266)

Kur’ân’ı okumaktan maksat, onu anlamak, anlamaktan maksat hükümlerini uygulamaktır.

Allah’ın kelamını okumak, onun ışığından yararlanmak her Müslümanın en büyük arzusu olmalıdır.

Kur’ân’ı okumanın amacı hayatımızı ondaki ilahî emir ve yasaklara uydurmaktır. Bunun için de Kur’ân’ı anlamak ve üzerinde gereği gibi düşünmek gerekir. Kur’ân’ı anlamaksızın onun sadece metnini okumak sevap olmakla birlikte asıl amaç onu anlamak ve uygulamaktır.

Kur’ân, asla dünyalık amaçlarla okunmamalı, bir kazanç aracı yapılmamalıdır.

Kur’ân’ın inmeye devam ettiği süreçte sahâbîler inen sure ve ayetleri titizlikle takip eder, onları öğrenir ve hükümlerini uygulamaya koyarlardı. Anlayamadıkları, tereddüt ettikleri yerleri Rasûlullah’a sorarlardı.

Peygamberimiz (s.a.s.), “Ahir zamanda Kur’ân’ı okuyan, ancak okudukları gırtlaklarını aşmayan (okuduklarına inanıp onlarla amel etmeyen) bir topluluk gelecektir.” (Ahmed, II, 621 ) buyurmuştur.

Kur’ân’ı orijinal metninden anlamak Arapça’yı ve Kur’ân’a has bazı ilimleri bilmeyenler için mümkün değildir. Ancak, bu gibi kimseler Kur’ân meallerinden ve tefsir kitaplarından yararlanabilirler.

Kur’ân; öğrenmek, okumak, anlamak ve hükümlerini uygulamak isteyenler için zor değildir. Çünkü Yüce Allah,

“Andolsun, biz Kur’ân’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer, 54/40) buyurmaktadır.

Kur’ân’ın Ramazan ayında indirilmeye başlanması itibariyle Müslümanlar bu aya Kur’ân okumaya daha fazla önem verirler, evlerde ve camilerde mukabele ve hatimler okurlar.

“Mukabele”, Kur’ân’ı birinin yüzünden veya ezbere okuması diğerlerinin de onu Kur’ân’dan veya ezbere takip etmesi veya dinlemesidir. Mukabele geleneği, Peygamberimiz ile vahiy meleği Cibril’in uygulamasına dayanır. Cibril, her yıl Ramazan ayında inen Kur’ân ayetlerini Peygamberimize okuyarak arz eder, böylece yazılan ve ezberlenen Kur’ân bölümleri kontrol edilirdi. Cibril, Kur’ân’ı Peygamberimize vefat ettiği yılın Ramazan ayında iki defa arz etmişti. (bk. Buhârî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 7; “Bed’ü’l-vahy”, 1; Hâkim, “Tefsir”, No:2903)

  1. Farz Olan Oruç Ramazan Ayında Tutulur

Kur’ân’da;

“İçinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçlu geçirsin” buyrularak orucun Ramazan ayında tutulması emredilmiştir.

Oruç ibadetinin değeri ve önemi konusu birinci bölümde ele alınacaktır. Burada oruç ibadetinin mutlaka Ramazan ayında tutulması gerektiğini, Ramazan orucunun af ve mağfirete vesile olacağını ve bu ayda tutulmayan oruçların başka aylarda tutulmakla aynı sevabın kazanılamayacağını ifade edelim ve şu iki hadisi zikretmekle yetinelim:

“Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan orucunu tutarsa Allah o kimsenin geçmiş günahlarını bağışlar.” (Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 175)

“Kim hastalığı ve bir ruhsatı olmaksızın Ramazan ayından bir gün oruç tutmasa bütün günleri oruç tutsa yine bu orucu yerine getiremez.” (Ebû Dâvûd, “Savm”, 38; Tirmizî, “Savm”, 27; İbn Mâce, “Savm”, 14)

Hadis hem Ramazan ayında tutulan orucun Allah katındaki değerini ve sevabının çokluğunu hem de Ramazanda bilerek oruç tutmamanın ne kadar veballi ve günah olduğunu ifade etmektedir.

  1. Bin Aydan Hayırlı Olan Kadir Gecesi Ramazan Ayı İçindedir

“Şüphesiz, biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cibril) o gecede, Rab’lerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadr, 87/1-5)

Peygamberimiz Kadir Gecesi’ni ihya eden kimsenin bağışlanacağını bildirmiştir:

“Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek, Kadir Gecesi’ni ibadetle ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır.” (Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 175)

Kadir Gecesi’nin Ramazan ayında olduğu kesin, ancak hangi günde olduğu kesin değildir. Hz. Aişe validemiz Peygamberimizin Kadir Gecesi’ni Ramazan ayının son on gününde aradığını ve

“Kadir Gecesi’ni Ramazanın son on gününde arayın” diye buyurduğunu bildirmiştir. (Tirmizî, “Savm”, 71)

Yine Hz. Aişe validemiz Peygamberimizin

“Kadir Gecesi’ni Ramazanın son on gününün tek günlerinde arayın” (Tirmizî, “Savm”, 71) buyurduğunu söylemiştir.

“Kadir Gecesi’ni Ramazanın son on gününde arayın” demek, bu gecenin Ramazanın son on gününden birinde olduğu, dolayısı ile bu günlerde ibadete yoğunlaşılması gerektiği anlamına gelir.

Kadir Gecesi’nin Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde olduğu görüşü yaygınlaşmış olup İslâm dünyasında bu gece Kadir Gecesi olarak ihya edilmektedir.

Peygamberimiz Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirir, aile fertlerini de ibadet etmeleri için uyarırdı. (Tirmizî, “Savm”, 72)

Kadir Gecesi’ni ihya etmek, feyiz ve bereketinden azami ölçüde faydalanmak gerekir. Kadir Gecesi’ni ihya edemeyen manevi nimetlerden mahrum olur. Bu konuyu Peygamberimiz şöyle dile getirmiştir:

“Ramazan ayı size yaklaştı. Onda bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır. Kim Kadir Gecesi’nin hayır ve bereketinden mahrum kalırsa bütün hayır ve bereketten mahrum kalır. Onun hayırından ancak hayırdan mahrum olan kimseler yararlanamaz” (İbn Mâce, “Savm”, 2)

Kadir Gecesi’ni; yatsı namazını camide kılmak, tövbe ve istiğfar etmek, salât ve selam getirmek, dua ve zikretmek, Kur’ân okumak, namaz kılmak, hayır ve hasenat yapmak suretiyle değerlendirebiliriz.

  1. Ramazan Ayında Cennet Kapıları Açılır, Cehennem Kapıları Kapanır, Şeytanlar Zincire Vurulur

Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

“Ramazan ayının ilk gecesi olduğu zaman şeytanlar ile cinlerin azgınları zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır, onlardan hiçbiri açılmaz. Cennet kapıları açılır ve onlardan hiçbiri kapanmaz. Bir münadi şöyle seslenir: Ey hayırlı şeyler yapmak isteyen kimse! Bu isteğini yerine getir, hayırlı işleri yap, ey kötü işler yapmak isteyen insan! Bu isteğinden vazgeç. Allah Ramazan ayında birçok insanı cehennemden azat eder. Bu durum Ramazanın her gecesinde devam eder. Ramazan ayı girdiği zaman sema kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur.” (Tirmizî, “Savm”, 1; bk. Buhârî, “Savm”, 5)

Hadiste geçen cennet kapılarının açılması, cehennem kapılarının kapanması, şeytanların ve cinlerin azgınlarının zincire vurulması mecazi anlamda olup Ramazan ayının Allah katındaki değerine, ilahî rahmetin tecellisinin çokluğuna, müminlerin bu ayda daha fazla sorumluluk bilinciyle hareket etmesi, Allah ve Peygambere itaat edip ibadete sarılması, günahlardan uzak durması gerektiğine işaret eder.

  1. Teravih Namazı Ramazan Ayında Kılınır

“Teravih” kelimesi rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen “tervîha” sözcüğünün çoğuludur. Din ıstılahında ise teravih; Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namazdır. Her dört rekâtının sonunda bir miktar oturulup dinlenildiği için bu namaza “teravih namazı” adı verilmiştir.

Teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamberimiz kendisi teravih namazı kılmış ve müminlerin de teravih namazını kılmalarını teşvik etmiştir. Bir hadis-i şerifte

“Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, “Salâtü’t-Teravih”, 1; Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn” 174) buyurulmuştur.

Hz. Aişe validemiz Peygamberimizin teravih namazı kılması ile ilgili olarak şu bilgiyi vermiştir: “Bir gece yarısı camiye gidip teravih namazı kıldı, insanlar da onunla birlikte kıldılar. Sabah olunca insanlar bunu birbirlerine anlattılar. Bunun üzerine ertesi gece camide daha çok cemaat toplandı. Hz. Peygamber mescide geldi teravih namazı kıldı, halk da ona uyup teravih namazı kıldı. Sabah olunca bu durumu halk yine birbirine anlattı. Üçüncü gecede camiye daha çok insan geldi. Hz. Peygamber mescide gelip teravih namazı kıldı, cemaat de onunla birlikte teravih namazı kıldı. Dördüncü teravih namazı kılmak üzere gelen halkı cami almadı. Fakat Hz. Peygamber teravih kılmak üzere camiye gitmedi. İnsanlar “namaz!” diyle seslenmeye başladılar. Hz. Peygamber yine de camiye gitmedi. Nihayet sabah namazına gitti. Sabah namazını kıldırdı, cemaate döndü, kelime-i şahadet getirdi. Sonra şöyle konuştu. “Dün geceki durumunuzdan haberdarım. Sizin cemaatle teravih namazı kılmaya olan arzunuzu gördüm. Sizinle teravih namazı kılmaya engel bir durumum yoktu. (Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 177) Fakat gece namazı (yani teravih namazı) size farz olur da bundan aciz olursunuz diye korktum.” (Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 178)

Peygamberimizin zamanında bu üç günün dışında teravih cemaatle kılınmadı. Herkes kendisi kıldı. Bu durum Hz. Ömer’in devlet başkanlığı zamanına kadar devam etti. Hz. Ömer halife olunca, halkın camide dağınık bir şekilde kıldığı teravih namazının cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşündü. Übey ibn Ka’b’ı imam yaptı. Halkın Übeyy ibn Ka’b’in arkasında teravih namazı kıldıklarını görünce,

“Ne güzel bir uygulama oldu” dedi. (Malik, “Salât fi Ramazan”, 2)

Teravih namazı nafile bir ibadettir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle, teravih namazı evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekât olarak kılınabilir. Bu şekilde kılınması halinde yine sünnet yerine gelmiş olur. Ancak cemaatle camide kılmanın sevabı daha çoktur.

Peygamberimiz nafile olarak kıldığı gece namazlarını ikişer ikişer veya dörder dörder kılmıştır. (Malik, “Salâtü’l-Leyl”, 2; Müslim, “Salâtü’l-Müsafirîn”, 12) Bu itibarla teravih namazı iki veya dört rekâtta bir selam verilerek kılınabilir. Dört rekât kılınınca biraz dinlenmek Müstehaptır. Bu dinlenmelerde lâ ilâhe illâllah ve salât ve selam cümleleri okunur.

Teravih namazını kıldıran imam, okuyuşu uzatarak cemaati bıktırmamalı; çabuk kıldırarak namaza noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta’dil-i erkâna riayet edilmesine özen gösterilmelidir.

Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir, bu itibarla mazeretleri sebebiyle oruç tutamayanlar da teravih namazı kılabilirler.

  1. Ramazan Ayını İhya Eden Müminin Günahları Bağışlanır

Ramazan ayını ihya etmek, son derece önemlidir. Kur’ân okumak, zikir ve tefekkürle meşgul olmak, Hz. Peygamber’in hayatını okumak, ilimle meşgul olmak, dinî sohbetlere, ahlakî ve sosyal içerikli etkinliklere katılmak Ramazan ayını ihya etmek kapsamındadır.

Şu hadis bunun açık delilidir:

“Beş vakit namaz, cuma namazı diğer cuma namazına kadar, Ramazan ayı diğer Ramazan ayına kadar büyük günahlardan kaçındığı zaman işlenen küçük günahlara kefarettir.” (Müslim, “Tahâre”, 17)

İçki, kumar, zina, hırsızlık, yalan ve gıybet, namaz kılmama, malın zekâtını vermeme gibi büyük günahlardan kurtulmak için şartlarına uygun tövbe ve istiğfar yapılması gerekir.

  1. Ramazan Rahmet ve Bereket, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Ayıdır

Peygamberimiz (s.a.s.) Ramazan ayının rahmet, mağfiret ve bereket, sosyal yardımlaşma ve dayanışma ayı olduğunu ashabına yaptığı şu konuşmasında veciz bir şekilde ifade etmiştir:

Sahabeden Selman el-Farisî (r.a.) anlatıyor:

Allah’ın elçisi Şaban ayının son günü bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: Ey insanlar! Bereketli ve büyük bir ayın gölgesi üzerinize düşmüştür. Bu öyle bir ay ki onda bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır. O öyle bir ay ki Allah o ayda oruç tutmayı farz kılmış, gecelerini nafile ibadet (teravih namazı) ile geçirmeyi teşvik etmiştir. Kim Ramazan ayında hayır işlerse Ramazan ayı dışında farz bir ibadeti yapan kimse gibi sevap kazanır. Kim Ramazan ayında bir farzı eda ederse Ramazan ayı dışında yetmiş farzı eda eden kimse gibi sevap kazanır. Ramazan ayı sabır ayıdır. (Ebû Dâvûd, “Savm”, 55) Sabrın sevabı ise cennettir. Ramazan, yardım etme ve ihsanda bulunma ayıdır. Bu ayda müminin rızkı artar. Kim bu ayda oruç tutan bir mümine iftar yemeği verirse bu, günahlarının bağışlanması ve cehennem ateşinden azat olmasına vesile olur, iftar verdiği kimsenin oruç ile kazandığı kadar sevap kazanır, oruç tutanın sevabında da eksilme olmaz. Sahabe, “Ey Allah’ın elçisi! Hepimiz iftar verecek güce sahip değiliz ki” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah, bu sevabı bir tek hurma veya bir bardak su veya bir içimlik süt ikramı ile de verir” buyurdu. (Konuşmasına şöyle devam etti): Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin / hizmetçisinin işini hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azat eder. (Ey insanlar!) Ramazan ayında dört şeyi çok yapın. Bunlardan ikisi ile Rabb’inizi razı edersiniz. Diğer ikisine ise sizin ihtiyacınız var. Rabb’inizi razı edeceğiniz şeyler; kelime-i şahadet ve tövbe-i istiğfardır. Sizin muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah’tan cenneti ister, cehennemden O’na sığınırsınız. Kim oruç tutan bir mümine su ikram ederse Allah da onu benim (Kevser) havuzumdan içirir. Bu havuzdan içen cennete girinceye kadar bir daha susamaz.” (Münzirî, II, 94-95)

Bir başka hadiste Peygamberimiz Ramazan ayının faziletini şöyle dile getirmiştir:

“Ramazan ayında ümmetime daha önceki ümmetlere verilmeyen beş şey verildi. Bunlar:

  1. a) Ramazan ayının ilk gecesi oldu mu Allah ümmetime rahmetiyle nazar eder. Allah kime rahmetiyle nazar ederse ona azap etmez.
  2. b) Akşama doğru ağızlarında oluşan koku, Allah katında miskten daha güzeldir.
  3. c) Melekler ümmetim için her gündüz ve gece af ve mağfiret dilerler.
  4. d) Allah cennetine şöyle emir buyurur: Kullarım için hazırlan ve süslen ki onların dünya yorgunluğundan kurtulup cennetime ve nimetlerime gelip kavuşmaları yaklaşmıştır.
  5. e) Ramazan ayının son gecesi olduğunda ümmetimin hepsine mağfiret eder.

Bir sahabinin, bu gece Kadir Gecesi midir ey Allah’ın Elçisi! diye sorması üzerine Peygamberimiz, “Hayır Kadir Gecesi değildir. Görmüyor musunuz? İşçiler işlerini tamamlayınca ücretlerini alıyorlar.” (Münzirî, II, 92)

Bu hadisten anlıyoruz ki Ramazan ayını hakkıyla ihya eden mümin; Allah’ın rahmet, nimet, af ve mağfiretine, cennet ve nimetlerine nail olmaktadır.

  1. Ramazan Ayında İbadetlere Daha Çok Sevap Verilir

Allah’ın kullarına af ve mağfireti hesap edilemeyecek kadar çoktur. Rabbimiz yaptığımız amellere on katından yedi yüz katına ve daha fazlasına varan oranlarda sevap verir. Sabrın sevabı ise sınırsızdır. Ramazan ayında yapılan ibadetlere verilen sevaplar diğer aylara göre daha fazladır. Bu gerçek aşağıdaki ayet ve hadislerde şöyle ifade edilmiştir:

“Kim güzel, iyi ve salih bir amel (hasene) getirirse ona on katı sevap vardır. Kim de kötü bir amel getirirse o da sadece o kötü amelinin misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.” (En’âm. 6/160)

Bu ayete göre namaz, oruç, hac gibi salih bir amel işleyen kimseye on katı ile sevap verilir. Mesela bir ay oruç tutan bir Müslüman on ay oruç tutmuş gibi olur. Ramazandan sonra altı gün daha oruç tutarsa iki ay daha oruç tutmuş olur. On katı sevap ile yıl boyu oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade etmiştir.

“Kim Ramazan orucunu tutar, sonra Şevval ayından altı gün oruç tutarsa bütün yıl boyunca oruç tutmuş gibi olur.” (Tirmizî, “Savm”, 53)

Allah yolunda infak etmenin sevabı ise yedi yüz katıyladır:

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/261)

Bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur:

“Kim Ramazan ayında hayır işlerse Ramazan ayı dışında farz bir ibadeti yapan kimse gibi sevap kazanır. Kim Ramazan ayında bir farzı eda ederse Ramazan ayı dışında yetmiş farzı eda eden kimse gibi sevap kazanır. Ramazan ayı sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir.” (Münzirî, II, 94-95)

  1. Ramazan Ayı Nefsi Terbiye Etme ve Sabır Ayıdır

Yüce Rabbimiz “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız verilir.” (Zümer, 39/10) buyurmuştur. Peygamberimiz ise bunu “Ramazan ayı sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir.” (Münzirî, II, 94-95) sözü ile teyit etmekte ve sabrın sevabının cennet olduğunu bildirmektedir.

Ramazan ayında oruç tutan, nefsanî arzularına mukavemet gösteren, kötü söz ve davranışlardan uzak duran Müslüman nefsini terbiye etmiş ve sabırlı olmayı öğrenmiş olur.

  1. İtikâf İbadeti Özellikle Ramazan Ayında Yerine Getirilir

“İtikâf”, bir camide ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak ibadetle meşgul olmak üzere mescit ya da mescit hükmündeki bir yere çekilmek demektir. Kur’ân’da bu ibadet,

“Mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın” (Bakara, 2/187) anlamındaki ayette geçmektedir.

Hz. Aişe validemiz Hz. Peygamber’in Medine’de her yıl Ramazan ayının son on gününde itikâf ibadetini ifa ettiğini bildirmiştir. (Buhârî, “İtikâf”, 6)

Oruç tutan Müslümanın Ramazanın son on gününde itikâfa girmesi sünnet-i kifayedir.

İtikâf ibadetinin geçerli olabilmesi için itikâfa giren kimsenin mükellef olması, itikâfa bir mescidde girmesi ve niyet etmesi gerekir. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.

İtikâfa giren kimse vaktini namaz kılarak, Kur’ân ve kitap okuyarak, dua yaparak, zikir ederek, vaaz dinleyerek geçirir. Mescidde yer, içer ve orada istirahat eder. Mescidin içinde giderilmesi mümkün olmayan banyo yapma, tuvalete gitme ve abdest alma gibi doğal ihtiyaçları için cami dışına çıkabilir. Ancak ihtiyaçlarını giderdikten sonra hemen itikâf mahalline döner. İhtiyacı olmadıkça cami dışına çıkmaz. (Buhârî, “İtikâf”, 3)

Nafile itikâflar cami dışına çıkmakla bozulmaz. Ancak adamak suretiyle yerine getirilmesi gereken vacip itikâflar, zorunlu ihtiyaçlar dışında itikâf mahallinin dışına çıkmakla bozulur.

İtikâfa giren insan dünyevî meşgalelerden uzaklaştığı için daha fazla ibadet etme ve tefekkürde bulunma imkânı elde eder. İtikâfa girmekte bir irade eğitimi söz konusudur.

Sonuç olarak; ayların sultanı olan Ramazan Kur’ân, oruç, sabır, yardımlaşma, dayanışma, rahmet, bereket, af ve mağfiret ayıdır. Müminler bu ayda daha çok ibadet eder, tövbe ve istiğfar ile günahlardan arınmaya, hayır ve hasenat ile Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır.

III. RAMAZAN AYINA HAZIRLIK

Bu kadar değerli olan bir aya hazırlıklı girmek gerekir. Bu hazırlıkları şöyle dile getirebiliriz.

  1. Gönlümüz ve ruhumuzla, iyi arzu ve isteklerimizle Ramazan ayına girmeli, sözlü veya fiili kötü alışkanlıklarımızı bırakmalıyız. Bütün varlığımız ile Allah’a yönelmeli, niyetimizi düzeltmeli, kötü düşünce ve arzulardan arınmalı, kalbimizi temizlemeliyiz. Günahlarımızdan kurtulmak için Allah’ın mağfiret, rahmet ve rızasını elde etmeyi, Ramazan sonunda affedilenler arasına girmeyi hedeflemeliyiz.
  2. Ramazan ayına bu ayı en iyi bir şekilde ihya etmeye, oruç tutma, mukabele, iftar verme gibi Ramazana özgün ibadetleri yapmaya azim ve niyet içinde olmalıyız.
  3. Ramazan ayında ev halkına; eş ve çocuklarımıza karşı daha hoşgörülü, şefkat ve merhametli bir davranış içine girmeliyiz.
  4. Sahur ve iftar sofralarını israfa kaçmadan zenginleştirmeliyiz.
  5. Çalıştırdığımız insanlar varsa onlara Ramazan öncesine göre biraz daha hoşgörülü olmalı, mümkünse işlerini hafifletmeliyiz.
  6. İnsan haklarına saygılı olmalı, yakınlarımız, komşularımız ve iş arkadaşlarımız ile dargınlığımız varsa Ramazan ayında buna son vermeli, kimseye dargın ve kırgın olmadan Ramazan ayına girmeliyiz.

Kaynak: Diyanet Oruç İlmihali

İslam ve İhsan

SENEDE BİR AY GELEN AZİZ MİSAFİR "RAMAZAN"

Senede Bir Ay Gelen Aziz Misafir "Ramazan"

RAMAZAN AYINDA YAPILACAK İBADETLER

Ramazan Ayında Yapılacak İbadetler

ORUÇ VE RAMAZAN İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Oruç ve Ramazan İle İlgili Ayet ve Hadisler

RAMAZAN VE ORUCUN KAZANDIRDIKLARI

Ramazan ve Orucun Kazandırdıkları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.