Rahmân Suresi 47. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Rahmân Suresi 47. ayeti ne anlatıyor? Rahmân Suresi 47. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Rahmân Suresi 47. Ayetinin Arapçası:

فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۙ

Rahmân Suresi 47. Ayetinin Meali (Anlamı):

Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kud­re­tini yalanlayabilirsiniz?

Rahmân Suresi 47. Ayetinin Tefsiri:

Yüce Rabbinin azamet ve kudretinden korkan, mahşer günü O’nun huzurunda hesap vermekten titreyerek dünyada küfür, isyan ve günahlardan sakınıp iman-ı kâmil ile büyük bir tâzim içinde;  İyiliğin mükâfatı böyle iyilikten başka ne olabilir ki?” (Rahman 55/60) âyetinin delâletiyle ihsan kıvamında O’na itaat ve şükre devam edenlere iki cennet va‘dedilmektedir. Bu iki cennetin hangi cennetler olduğu hususunda şu izahlar yapılmıştır:

    Birisi cinler, birisi insanlar için olan iki cennet mânasınadır. Çünkü Rahman sûresinde baştan sona sürekli olarak bu iki gruptan bahsedilmektedir.

    Birisi taatlar için, diğeri ise günahları terkten ötürü verilen cennettir. Çünkü kullar her ikisi ile de mükellef tutulmuşlardır.

    Birisi mükâfat olarak, diğeri ise mükâfata ilave olarak verilen cennettir.

    Bununla, birisi maddî, diğeri ise ruhî/manevî olan iki cennet kastedilmiştir. Buna göre maddî cennette bulunanlar, nimetler içindedirler. Rûhî cennette olanlar ise, “ravh, ruhî rahatlık” içindedirler. Bu mânaya göre, “Onu bekleyen sonsuz bir rahatlık ve mutluluk, güzel ve hoş kokulu rızıklar ve nimetlerle dolu cennetlerdir” (Vâkıa 56/89) ayeti buna açıklık getirmektedir. Çünkü Rabbinden gerçek mânada korkanlar “mukarrabîn” yani Allah’a en yakın olan kullar kısmındandırlar. Mukarrebler ise, Vâkıa sûresinin ilgili âyetinde haber verildiği üzere “ravh”da yani ruhî rahatlıkta, “reyhan”da yani güzel kokulu hoş rızıklar içinde ve nimetlerde dopdolu cennettedirler.

    Biri dünyada İslâm ümmeti ve İslâm devketi cenneti, diğeri âhirette ebedî sel3amet ve saadet diyârı olan cennettir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIX, 108-109; Elmalılı, Hak Dini, VII, 4687)

    Bu cennetlerden biri, Rabbinden korkan kul için yaratılmış olan, diğeri onun sonradan vâris olacağı cennettir.

    Bu cennetlerden biri müttaki kulun kendisinin kaldığı, diğeri eşlerinin kaldığı cennettir. Nitekim dünyada bir kısım imkân sahipleri böyle yapmaktadırlar.

    Bunlardan biri mesken olarak kullandığı, diğeri bahçe olarak kullandığı iki cennettir.

    Biri cennet saraylarının alt katları, diğeri üst katlarıdır.

    Biri, insana takvâ hayatının kazandırdığı dünya cenneti, diğeri yine takvâ hayatının sebep olduğu ukbâ cennetidir. (Kurtubî, el-Câmi‘, XVII, 177)

Bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi olarak şu olay zikredilir:

Hz. Ebubekr (r.a.) bir gün düşünüp, kıyamet, mizan, cennet, ateş, meleklerin dizilmeleri, göklerin katlanışı dağların serpilip dağılışı, güneşin dürülmesi ve yıldızların parçalanışı hakkında fikir yürütmüş de, “İsterdim ki, ben şu yeşilliklerden bir yeşillik olsaydım, hayvanlar gelip beni yeselerdi. Ben yaratılmamış olsaydım” demişti. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil olmuştu.  (Suyûtî, Esbâbu’n-Nuzûl, s. 225)

Anlatıldığına göre; Hz. Ömer zamanında bir genç, mescide ve ibâdete devam ederdi. Derken bir kıza aşık oldu. Birgün kız tenhada yanına geldi, konuştular sonra gencin gönlü ona meyletti, bunun üzerine genç çığlıkla hıçkırdı ve arkasından bayıldı. Onun bir amcası vardı, geldi onu yüklenip evine götürdü. Genç ayılıp kendine geldiği vakit: “Ey amca! Hz. Ömer’e git benden selam söyle ve ona sor ki; Rabbinin makamından korkan kimseye ne vardır? Bunun üzerine amcası gitti durumu Hz. Ömer’e haber verdi. Ancak genç arkasından bir çığlıkla daha hıçkırıp vefat etti. Hz. Ömer bu olaya vâkıf olunca: “Sana iki cennet var, sana iki cennet” dedi. (Ali elüMütteki, Kenzü’l-Ummâl, II, 516-517)

Bu iki cennette bulunan nimetler ve güzellikler şöyle haber verilir:

Rahmân Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Rahmân Suresi 47. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.