Peygamberimizin Annesinin Vefâtı

Altı yaşında iken, annesi Hazret-i Âmine, babasının câriyesi olan Ümmü Eymen’i de yanına alarak “Varlık Nûru”nu babası Hazret-i Abdullâh’ın kabrini ziyâret için Medîne’ye götürdü. Medîne’deki dayılarının evinde bir ay kaldılar.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’de dayılarının çocuklarıyla oynadı, hattâ yüzmeyi de bu ziyâretinde öğrendi.(İbn-i Sa’d, I, 116.)

Fahr-i Kâinât Efendimiz o günlerle alâkalı hâtıralarını anlatırken şöyle buyurmuştur:

Yahûdîlerden birtakım kimseler yanıma gelirler, bana bakar dururlardı. (İbn-i Sa’d, I, 116)

“Yine birgün yahûdîlerden bir adam bana dikkatli dikkatli baktıktan sonra dönüp gitti. Yalnız bulunduğum birgün tekrar yanıma gelip:

«−Ey çocuk! Sen’in ismin nedir?» diye sordu.

«−Ahmed!» dedim.

Sırtıma bakınca:

«−Bu çocuk, bu ümmetin peygamberidir!» dedi.

Dayılarım da durumu anneme anlatınca, annem benim için endişelenmeye başladı. Bunun üzerine Mekke’ye dönmek üzere derhâl yola çıktık.” (Ebû Nuaym, Delâil, I, 163-164)

Hazret-i Âmine yolda hastalandı ve Ebvâ denilen yerde otuz yaşında vefât etti. Oraya defnedildi. Ölmeden önce yetim yavrusuna muhabbet ve şefkat dolu gözlerle derin derin baktı, O’nu bağrına basarak mübârek oğluna şunları söyledi:

Allâh Sen’i mübârek kılsın! Eğer rüyâda gördüklerim doğru çıkarsa, Sen celâl ve ikrâm sâhibi Allâh tarafından Âdemoğulları’na helâl ve harâmı bildirmek üzere gönderileceksin. Allâh Sen’i, putlardan ve putperestlikten de koruyacaktır. Her hayat sâhibi ölecek, her yeni eskiyecek, her büyüyen fenâ bulacak, yok ola­cak. Ben de öleceğim fakat ebediyyen yâd edileceğim. Çünkü temiz bir evlât dünyâya getirdim ve arkamda hayırlı bir hâtıra bırakarak gidiyorum!..” (Diyârbekrî, I, 229-230; Kâmil Mîras, Tecrîd Tercümesi, IV, 549)

Bu hakîkatleri yüreğinde hisseden şâir Ârif Nihat Asya, Hazret-i Âmine’ye şöyle hitâb eder:

Ey Ebvâ’da yatan ölü!

Bahçende açtı dünyânın,

En güzel gülü!..

Varlık Nûru -aleyhissalâtü vesselâm- bu sûretle anneden de öksüz kalarak Ümmü Eymen ile Mekke’ye döndü.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayâtı boyunca dadısı Ümmü Eymen’i sık sık ziyâret eder ve kendisine: “Anne! diye hitâb ederdi. Onun için: Annemden sonra annem!” “Bu, benim ev halkımdan sağ kalan tek kişidir!” diyerek iltifat eder, hürmet ve muhabbet gösterirdi.(İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 303-304; İbn-i Sa’d, VIII, 223.)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.