Peygamberimiz Neden Birden Fazla Evlilik Yapmıştır?

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz neden birden fazla evlilik yapmıştır? Peygamberimizin (s.a.s.) evliliklerinin sebepleri ve hikmetleri.

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem 25 yaşına kadar iffetli bir bekârlık hayatı yaşamıştır.

PEYGAMBERİMİZİN EVLİLİKLERİNİN SEBEPLERİ VE HİKMETLERİ

50 yaşına kadar da Hazret-i Hatice Vâlidemiz ile tek eşli olarak yaşayıp huzur dolu bir evlilik hayatının muhteşem bir numûnesi olmuştur.

Ancak 55 yaşından sonra, birden fazla hanımla evlenmiştir. O’nun her bir evliliğinin pek çok sebep ve hikmeti vardır. Cenâb-ı Hakk’ın;

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

(Ey Rasûlüm) Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin...” (el-Kalem, 4) buyurup insanlığa model şahsiyet olarak takdim ettiği bir insan hakkında sû-i zanda bulunmak ve hattâ iftirâ etmek, ancak dînî hakîkatlerden gâfil olmanın ve câhillikten öte bir kötü niyetin alâmetidir.

Zira Cenâb-ı Hak, bize Sevgili Peygamberimiz’i hayatın her sahasında örnek kılmıştır. Bunların en başta geleni ve en önemlisi ise aile hayatıdır.

İnsanda nefsânî arzuların en canlı olduğu dönem, şüphesiz ki gençlik dönemidir. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in gençlik devresi gözden geçirildiğinde, O’nun hakkında söylenebilecek yegâne söz; O’nun büyük bir hayâ, iffet ve nâmus timsâli olduğudur. Bu, Mekkelilerin O’na vermiş olduğu “el-Emîn” isminden de kolayca anlaşılabilir. Yine müşrikler, Peygamber olduğunu îlân ettiği andan vefâtına kadar, hiçbir zaman Allah Rasûlü hakkında bu yönde çirkin bir ithamda bulunmamışlardır.

Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, Mekke devri boyunca iki defa evlenmiştir. Hazret-i Hatice Vâlidemiz ile vukû bulan evliliği esnâsında Efendimiz 25 yaşında, Hazret-i Hatice Annemiz ise 40 yaşında, dul ve çocuklu bir hanımdı. Hatice Vâlidemiz’in vefâtına kadar, tam 25 yıl süren bu evlilik hayatı boyunca, Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem başka bir hanımla evlenmedi. Hâlbuki o zamanki örf ve gelenekler, aynı anda başka kadınlarla evlenmesine de gâyet müsâitti.

Ancak Hatice Annemiz’in vefâtından sonra, yine yaşlı ve dul bir hanım olan Hazret-i Sevde ile evlendi. Hazret-i Sevde’nin kocası, Habeşistan hicretinden sonra orada vefât etmiş, Hazret-i Sevde yalnız başına ve himâyesiz kalmıştı. Müşrik akrabaları da, müslüman olduğu için ona baskı yapıyorlardı. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, yalnız kalan bu muhtereme hanımı himâye ve taltîf etmek gâyesiyle kendisiyle evlenmiştir.

Bu evlilik, nübüvvetin onuncu senesinde vukû bulmuştur. Hazret-i Hatice ve Hazret-i Sevde Vâlidelerimiz hâriç, diğer bütün annelerimizin Allah Rasûlü ile evlilikleri hep Medîne döneminde gerçekleşmiştir.

Medîne’ye hicretle yepyeni bir dönem başlamaktaydı. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem bir peygamber olmanın yanı sıra, bir kumandan ve yeni kurulan devletin başkanı idi. Kıyâmete kadar her türlü insana mesajını en güzel şekilde ulaştırması gereken bir eğitimciydi. Bütün bu vasıfların evliliklerine de yansıdığı, çok rahat bir şekilde fark edilir. O’nun evlilikleri; dînî, içtimâî, iktisâdî, siyâsî ve ahlâkî birçok sebep ve hikmete dayanmaktaydı.

Peygamber Efendimizʼin evlendiği hanımlar arasında, yalnız Hazret-i Âişe radıyallâhu anhâ genç ve bâkire idi. Bu evlilik de hicrî birinci senede Medîneʼde vukû bulmuştur. Çok zeki ve anlayışlı olan Âişe Vâlidemiz sâyesinde, hanımlara âit fıkhî kâide ve hükümler öğrenilmiş, Peygamber Efendimiz’in vefâtından yaklaşık elli-altmış yıl sonraya kadar bu fıkhî meseleler birinci ağızdan ashâb-ı kirâma, onların hanım ve kızlarına, hattâ torunlarına ulaştırılmıştır. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“Dîninizin üçte birini Âişe’nin evinden öğrenin!” buyurmak sûretiyle bu hakîkate işaret etmiştir. (Deylemî, II, 165/2828)

Nitekim Hazret-i Âişe Vâlidemiz, kendilerine “Müksirûn” denilen, yani Peygamberimiz’den en çok hadîs rivâyet eden yedi şahıstan biridir. 2210 hadîs rivâyet etmiştir. Bunlardan 194’ü hem Buhârî, hem de Müslim tarafından (müttefekun aleyh olarak) nakledilmiştir.

Hakîkaten Hazret-i Âişe Vâlidemiz, Kur’ân-ı Kerîm’i, helâlleri, haramları, fıkhı, tıbbı, şiiri, Arap hikâyelerini, neseb ilmini çok iyi bilirdi. Ashâb-ı kirâm hangi konuda ihtilâfa düşse hemen ona mürâcaat ederdi. Hattâ ashâbın ileri gelenleri dahî çözemedikleri meselelerde ona danışırlardı.

Nitekim Ebû Mûsâ radıyallâhu anh:

“Rivâyet edilen herhangi bir hadiste bir müşkülât görürsek onu Âişe’ye sorardık. Mutlaka onda bunun bir açıklamasını bulurduk.” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 62)

Yine talebelerinden Kûfe fakîhi Mesrûk’un söylediğine göre, ashâbın büyükleri, ferâize dâir meseleleri hep ondan sorarlardı… Tâbiîn devrinin birçok hukukçusu, yüksek seviyedeki hukuk bilgisinden faydalanmak üzere kendisiyle ilmî istişârelerde bulunmuşlardır. İslâm hukuku sahasındaki görüşleri, yeğenleri Kâsım, Urve ve diğer talebeleri tarafından nakledilmiştir.[1]

Ayrıca Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hazret-i Âişe radıyallâhu anhâ Vâlidemiz ile izdivâcı sâyesinde, dostluğu çok eskilere dayanan Hazret-i Ebûbekir radıyallâhu anh ile bir de akrabalık bağı tesis ederek yakınlığını perçinlemiştir.

Aynı minvâl üzere Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ömer’in kızı Hazret-i Hafsa radıyallâhu anhâ ile hicrî üçüncü senede vukû bulan evliliğinde de bu akrabalık bağını gözetmiştir.

Hazret-i Ömer radıyallâhu anh, kocası Bedir’de yaralanıp sonra da şehîd olan kızı Hafsa’yı, sırasıyla Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Osman’la nikâhlamak istemiş, fakat onların bu teklifi karşılıksız bırakmaları üzerine, çok mahzun olmuştu. Nihâyet hicretin üçüncü senesinde Peygamber Efendimiz, Hazret-i Hafsa’yla evlendi. Ve bu evlilik, eski dostların arasını da düzeltmiş oldu.

Peygamber Efendimiz’in hicrî beşinci senede vukû bulan Hazret-i Zeyneb radıyallâhu anhâ ile izdivâcı ise en çok tartışılan, fakat pek çok hikmetleri bulunan bir evliliktir. Zira Peygamber Efendimiz, halasının kızı olan Zeyneb’i, -onun çok fazla gönlü olmamasına rağmen- âzatlı kölesi ve evlâtlığı Zeyd ile evlendirmiş ve böylece “zengin-fakir, asîl-köle” ayrımına son verdiğini, insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu, en yakınları vâsıtasıyla îlân etmiştir.

Daha sonra bu evlilik, Zeyneb Vâlidemiz’in ve akrabâlarının ısrarlı muhâlefetleriyle dayanılmaz bir hâle gelmiştir. Kocası Zeyd radıyallâhu anh’ın Allah Rasûlü’ne yaptığı boşanma mürâcaatları da sonuçsuz kalmıştır. Ancak Zeyd radıyallâhu anh bu hâle dayanamayarak, sonunda Zeyneb radıyallâhu anhâ’yı boşamıştır.

Müteâkip günlerde nâzil olan âyetlerle, halasının kızı Zeyneb’le Peygamber Efendimiz’in evlenmesi, Allah tarafından emredilmiştir. Böylece Peygamber Efendimiz, câhiliye devrinin, “evlâtlığın eski hanımı ile evlenme yasağı”nı bu tatbikâtıyla fiilen ortadan kaldırmış ve “öz evlât” ile “evlâtlık”ın birbirinden farklı olduğunu açıkça ilân etmiştir.

Bu hâdise, “fiilî kıstas” prensibini gâyet iyi anlamamızı sağlar. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, sınıf farkını kaldırmak için en yakınındaki Zeyd ile halasının kızı Zeyneb’i seçmiştir. Evlâtlık (tebennî) müessesesinin kaldırılması üzerine, bu noktadaki fıkhî düzenlemeyi de bizzat Efendimiz tatbik etmekle emrolunmuştur.

Bu husustaki âyette, münâfıkların üreteceği asılsız iddiâlardan ve onların zayıf mü’minlere verebileceği mânevî zarardan Peygamber Efendimiz’in ne kadar endişelendiği bildirilmektedir.

Buna rağmen hâdise hakkında; “Hazret-i Peygamber, Zeyneb’in güzelliğine hayran kalıp da onunla evlenmiştir.” şeklinde ileri geri ve cür’etkâr bir tavırla konuşanlar, şu hususları kasten görmezden gelmektedirler:

Birincisi; Hazret-i Zeyneb, Peygamber Efendimiz’in halasının kızıdır. Çocukluğundan beri onu defalarca görmüştür.

İkincisi; Peygamber Efendimiz, Zeyd ile evlendirmeden önce evlilik teklif etse, Zeyneb Vâlidemiz bunu seve seve kabûl ederdi ve evlenmesine de herhangi bir mânî yoktu. Fakat Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, onu bizzat kendisi başka birisiyle evlendirmiş ve Zeyd’in boşanma taleplerini de defalarca reddetmiştir.

Kısacası, bütün bu hâdiseler olacaktı ki İslâm hukûkunun bazı kâideleri Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in hayatındaki tatbikâtıyla teessüs etsin ve bunlara dâir şer’î bir mesned meydana gelsin.

Peygamber Efendimiz’in Hayber’deki yahudî liderinin kızı Safiyye Vâlidemiz ile evliliği ise Yahudîlerle mevcut münâsebetleri -bir sıhriyet tesis etmek sûretiyle- düzeltmek içindir. Hicrî yedinci senede vukû bulan bu evlilik de siyâsî bir gâyeye mâtuftur.[2]

Yine bir kabîle reisinin kızı olan Cüveyriye radıyallâhu anhâ ile izdivâcı da binlerce harp esirinin aynı anda hürriyete kavuşmasına ve hemen ardından hidâyetle şereflenmesine vesîle olmuştur.[3]

Allah Rasûlü’nün Ebû Süfyân’ın kızı Ümmü Habîbe ile evliliğinde ise bu cefâkâr mü’minenin taltîf edilmesi söz konusudur. Zira Ümmü Habîbe radıyallâhu anhâ, kocası Habeşistan’da irtidâd ettiği ve kendisi çok müşkül durumda kaldığı hâlde, îmânını muhafaza etmiş ve o sırada Mekke’nin lideri olan babası Ebû Süfyân’a, îman hassâsiyeti ve vakârından dolayı mürâcaat etmemişti. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem kendisiyle evlenerek, onu himâyesiz bir hâlde ortada kalmaktan kurtarmıştı. Aynı zamanda bu evlilik sebebiyle, Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasındaki düşmanlık da azalmıştı.[4]

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, şayet şehevî arzuları için evlenmiş olsaydı, Medîne’de Muhâcirler ile Ensârın yetişmiş ve çok güzel kızları vardı. Herhangi bir Müslüman, kızını Hazret-i Peygamber’e vermeyi büyük bir şeref sayar, kızlar da “Peygamber zevcesi” ve “mü’minlerin annesi” olmaya can atarlardı. Fakat Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bu yola hiç mürâcaat etmemiştir.

İşte bütün bu ve benzeri birçok dînî, ahlâkî, içtimâî ve siyâsî sebeplerle ve bilhassa İslâm hukûkunda kadınları ilgilendiren hususlarda kâfî derecede bilgili, tecrübeli, yetişmiş insana olan ihtiyaç sebebiyle, Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem, Cenâb-ı Hakk’ın izni ve emriyle birden çok hanımla evlenmiştir.

Zira bazı fıkhî meselelerde yalnız bir kadının kanaati kâfî gelmeyebilirdi. Bütün iklim, zaman ve mekânları içine alacak olan İslâm’ın, kadın ve âile ile alâkalı hukuk anlayışı, bir kişiden tam mânâsıyla bize kadar intikâl edemeyebilirdi. Üstelik o hanımın, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’den önce vefât etmeyeceği hususunda da kimse teminat veremezdi. Bu ise, İslâm’da kadınlara dâir hükümlerin tam mânâsıyla teşekkül edememiş olması mânâsına gelirdi.

Pek çok mesele vardır ki, hanımlar bunu erkeklere sormaktan utanıp çekinirler. Fakat bir hanım, aynı meseleyi bir başka hanıma rahatlıkla açabilir. Bu sebeple İslâm cemiyetinin her zaman, yetişmiş, bilgili, Müslüman hanımlara ihtiyacı vardır. Acaba bu hususlarda, Peygamber aleyhisselâm ile birlikte yaşamış, meseleleri bizzat O’ndan öğrenmiş ve O’nun iltifatkâr nazarlarına muhâtap olmuş zevcelerinden daha bilgili ve tecrübeli bir kadın düşünülebilir mi?

Bütün bunların ötesinde, onların tamamı, yaşadıkları zühd ve takvâ hayatlarıyla da bizlere ve âile efrâdımıza en güzel örnek olmuşlardır.

Dipnotlar:

[1] DİA. c. II. sf. 204. [2] Bkz. İbn-i Hacer, el-İsâbe, 4, 347. [3] Bkz. Ebû Dâvûd, Itk, 2. [4] Bkz. el-Mümtehine, 7; Vâhidî, s. 443.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’DA ÇOK EVLİLİĞİN HÜKMÜ

İslam’da Çok Evliliğin Hükmü

PEYGAMBERİMİZİN ÇOK EVLİLİK YAPMASININ HİKMETLERİ

Peygamberimizin Çok Evlilik Yapmasının Hikmetleri

HZ. MUHAMMED'İN (S.A.V.) ÇOK EVLİLİK YAPMASININ SEBEBİ NEDİR?

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Çok Evlilik Yapmasının Sebebi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.