Osmanlı’yı 33 Yıl Ayakta Tutan Padişah

Osmanlı İmparatorluğu’nun en zorlu dönemlerinde tahtta bulunan 2. Abdülhamit, uyguladığı siyasetle devleti 33 yıl ayakta tutmayı başardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun zor dönemlerinde 33 yıl tahtta kalan Sultan 2. Abdülhamit, vefatının 104. yılında yad ediliyor.

SULTAN 2. ABDÜLHAMİT’İN KISACA HAYATI

Babası Sultan Abdülmecid, annesi ise Tirimüjgan Kadınefendi olan Abdülhamit, 21 Eylül 1842’de İstanbul’da doğdu.

Henüz 10 yaşındayken annesini veremden kaybeden Abdülhamit’in babası Sultan Abdülmecid ise 1861’de 38 yaşında vefat etti.

2. Abdülhamit, meşruti bir yönetim kurmak isteyen devlet adamı ve idarecilerin Sultan Abdülaziz ile 5. Murat’ı tahttan indirmelerinden sonra 31 Ağustos 1876’da 34. Osmanlı Padişahı olarak tahta çıktı.

Göreve geldikten kısa bir süre sonra 23 Aralık 1876’da Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi ilan edildi.

Sultan 2. Abdülhamit, tahta çıktığında içeride ve dışarıda birçok sorunla karşı karşıya kaldı.

31 Mart 1877’de Rusların tekliflerini kapsayan Londra Protokolü, Sultan 2. Abdülhamit’in isteğiyle mecliste görüşülüp reddedilince Rusya, 24 Nisan 1877’de (93 Harbi) Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

Gazi Osman Paşa’nın Plevne’deki, Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın da doğudaki başarıları savaşın genel gidişatını durduramadı ve Türk orduları cephelerden çekilmeye başladı. Onların ardından on binlerce Müslüman-Türk muhacir de İstanbul ve Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı.

GÜÇLÜ BİR HAFİYE TEŞKİLATI KURDU

Meclisle anlaşmazlığa düşen Sultan 2. Abdülhamit, anayasanın kendisine tanıdığı yetkiyi kullanarak, 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak tatil etti fakat meşrutiyet ve anayasadan vazgeçtiğine dair herhangi bir beyanda bulunmadı.

Savaşın sonunda Rusya ile 3 Mart 1878’de ağır koşullar içeren Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Ardından 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile bazı topraklar kaybedildiği gibi Rusya’ya karşı da harp tazminatı ödenmesi kabul edildi.

Sultan Abdülhamit, devletin içerisinde bulunduğu durum ile Çırağan Vakası sonrası güçlü bir hafiye teşkilatı kurdu.

Dış politikada karşılaştığı güçlükler ve özellikle yabancı devletlerin içeride bir takım olaylar çıkarmaları, Padişahı sıkı bir rejim uygulamaya sevk etti.

Devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan 2. Abdülhamit, ağır yük oluşturan savaşlardan kaçınma yoluna gitti. Ekonomik alanda kendisinden önceki padişahlardan devraldığı dış borçları temizlemeye öncelik veren Sultan 2. Abdülhamit, Avrupalı alacaklıların temsilcileriyle 20 Aralık 1881’de bir anlaşma imzaladı. "Muharrem Kararnamesi" adı verilen bu anlaşmayla alacaklı ülkelere belli devlet gelirlerini toplamak üzere Düyun-u Umumiye’yi kurma imtiyazı tanındı.

BAĞDAT VE HİCAZ DEMİRYOLLARI İNŞA EDİLDİ

İslam dünyası ile bağlarını güçlendirmeye çalışarak bunu temel bir siyaset haline getiren 2. Abdülhamit, Almanya’dan aldığı destekle 1888’de Haydarpaşa-İzmit Demir Yolu Hattı’nı Ankara’ya kadar uzattı. Abdülhamit, 1902’de Ankara’yı Bağdat’a bağlayacak hattın yapımı için de Almanlarla anlaştı, Şam’dan Mekke’ye uzanan Hicaz Demir Yolu’nu inşa ettirdi.

2. Abdülhamit’in en başarılı yönü dış politikaydı. Dış politikada temel amaç, imparatorluğun barış içinde yaşamasını sağlamaktı. Avrupa devletlerinin Türkiye üzerinde birbiriyle çatışan çıkar ve ihtiraslarından faydalanan 2. Abdülhamit’in dış politikası, bu sebeple devletler arası ilişkilerde yeni şartlar oluştukça değişti.

2. Abdülhamit hiçbir devletle devamlı olabilecek anlaşmaya girmedi, büyük devletleri mümkün olduğu kadar birbirlerinden ayırabilmek için çeşitli diplomatik faaliyetlere girişti.

"HALİFELİK" SIFATINI EN ÇOK KULLANAN PADİŞAH OLDU

Halifelik sıfatını Osmanlı padişahları arasında en çok kullanan 2. Abdülhamit oldu. Güney Afrika ve Japonya gibi uzak ülkelere din alimleri göndererek İslamiyet’in oralarda da yayılması için çalıştı ve sömürgeci devletlere karşı mücadele etti.

Sultan 2. Abdülhamit’in direttiği ve kısmen başarıya ulaştığı önemli konulardan biri de Filistin meselesi idi. Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak isteyen Siyonistler, 2. Abdülhamit’e başvurarak, devletin dış borçlarını temizleyeceklerini bildirdi. Sultan, tekliflerini kabul etmediği gibi Yahudilerin çeşitli yollarla Filistin’e gelip yerleşmelerine engel olacak bazı önlemler de aldı.

Balkanlar’da yaşanan olaylar sonrası Türk subayları, Padişahı Kanun-i Esasi’yi ilan etmeye zorladı. 2. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908’de anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilan etti. Ardından çok hızlı bir çözülme süreci başladı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Meclisi’ne üye gönderilmesine engel olmak için 5 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i işgal etti. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Bir gün sonra da Girit, Yunanistan ile birleştiğini açıkladı.

Rumi takvime göre 31 Mart’ta (13 Nisan 1909) İstanbul’da ayaklanma patlak verdi. İstanbul’daki olaylar 11 gün kanlı bir şekilde devam etti. Selanik’ten gelen Hareket Ordusu’nun 23-24 Nisan 1909 gecesi İstanbul’a girmesinden sonra ayaklanma bastırıldı.

2. Abdülhamit, kendisine sadık olan Birinci Ordu ile Hareket Ordusu’na karşı konulması için yapılan teklifleri kabul etmedi ve Müslümanların halifesi olarak Müslümanı Müslümana kırdıramayacağını söyledi.

27 Nisan 1909’da Said Paşa’nın başkanlığındaki Meclis-i Umumi, 2. Abdülhamit’in hilafet ve saltanatının sona erdirilmesine karar verdi. Türk, Ermeni, Yahudi ve Arnavut’tan oluşan parlamento heyeti Yıldız Sarayı’na giderek Sultan Abdülhamit’e tahttan indirildiğini tebliğ etti.

Sultan 2. Abdülhamit, tahttan indirildiği gece aile ve görevlilerden oluşan 38 kişi ile Sirkeci’den trenle Selanik’e götürüldü.

Selanik’te Alatini Köşkü’ne yerleştirilen 2. Abdülhamit, düşman kuvvetlerin Selanik’e yaklaşması üzerine İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirildi ve hayatının son yıllarını burada geçirdi.

10 Şubat 1918 Pazar günü vefat eden 2. Abdülhamit’in cenazesi özel törenle Divanyolu’nda bulunan II. Mahmut Türbesi’ne defnedildi.

SULTAN ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE ATILAN MODERNLEŞME ADIMLARI

Sultan 2. Abdülhamit döneminde eğitim, bayındırlık ve tarım alanında önemli adımlar atıldı. 1876-1908’de iptidailer 200’den 4-5 bine, sübyan mektepleri 10 bine, rüştiyeler 250’den 600’e, idadiler 5’ten 104’e ve bugünkü öğretmen yetiştiren yüksekokul olan Darülmuallimin sayısı ise 32’ye yükseltildi. Ayrıca tarım, maliye, hukuk, baytar, ticaret, ziraat ve daha birçok alanda çok sayıda meslek yüksekokulları açtı.

Spor dallarının gerçek anlamda çeşitlenmesi, toplumsal bir eğlence kültürü halini alması ve bunların bilimsel anlamda öğrenilmesine yönelik çalışmalar da Sultan 2. Abdülhamit döneminde gerçekleşti. Bugün Türk futbolunun üç büyük kulübü Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, Sultan Abdülhamit’in saltanat yıllarında kuruldu.

2. Abdülhamit, başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun çeşitli şehirlerinin önemli fotoğraflarını içeren çok değerli albümler koleksiyonu hazırlattı.

Haydarpaşa Tıbbiyesi ve kendi parasıyla yaptırdığı Şişli Etfal Hastanesi ile bir kısım masraflarını şahsi kesesinden karşıladığı Darülaceze, onun sağlık ve sosyal yardım alanlarında attığı önemli adımlardan oldu.

Ticaret, ziraat ve sanayi odaları da yine Sultan 2. Abdülhamit zamanında açıldı. Çeşitli şehirlerde atlı ve elektrikli tramvaylar, düzenli rıhtımlar yapıldı. Hicaz ve Basra’ya kadar telgraf hatları çekildi. Tahta çıkışının 25. yıl dönümü anısına Osmanlı’nın birçok şehrinde saat kuleleri yapıldı.

Sultan 2. Abdülhamit döneminde askeri rüştiyeler ve idadilerin sayısı artırıldı. Ordu yeni silahlarla donatıldı. Hukuk alanında da önemli adımlar atıldı. Ceza usulü ve ticaret usulü kanunları çıkarıldı. Batı örneklerine göre polis teşkilatı yeniden düzenlendi.

Batı müziğine, opera ve tiyatroya da ilgi duyan 2. Abdülhamit, saraydaki harcamalar konusunda ise titiz davrandı. Masrafları kısan Sultan Abdülhamit, sade bir hayat yaşadı.

Kaynak: AA

İslam ve İhsan

SULTAN 2. ABDÜLHAMİT KİMDİR?

Sultan 2. Abdülhamit Kimdir?

ŞADİYE SULTAN’IN HATIRALARI

Şadiye Sultan’ın Hatıraları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.