Osmanlı'da Kadınların Kurduğu Vakıflar

Osmanlı Devletin'de kaç vakıf vardı ve hanımların kurduğu vakıflar...

Allâh’ın mahlûkâtına şefkat ve merhametin en muazzam tezâhürlerinden biri de vakıflardır. İslâm târihindeki vakıflar, Allah Teâlâ’nın kullarında görmek istediği şefkat ve merhamet hislerinin müesseseleşerek ebediyet kazandığı ictimâî ibâdet ve hizmet mahalleridir.

OSMANLI’DA KAÇ VAKIF VARDI?

Sâdece Osmanlı’da kurulan vakıfların bâzılarından bahsetmek, meselenin ehemmiyetini ortaya koymaya kâfîdir:

Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıfların gerçek adedini tespit edebilmek çok zordur. Ancak bunların 26.300 kadarı tespit edilebilmiştir ki, sâdece bu sayı bile ecdâdımızdaki merhamet ufkunu göstermesi bakımından hayli ibretlidir.[1]

Osmanlı Devleti’nin zirvede bulunduğu bir zamanda sadrâzamlık yapan ve Sırp kökenli olmasına rağmen, samîmî bir mü’min ve başarılı bir devlet adamı olan Sokullu Mehmed Paşa’nın vakıf tesis etmekteki hassâsiyeti, buna misâl gösterilebilir. Gerçekten de o büyük insan, câmi, medrese, çeşme gibi pek çok hayır eserleri vücûda getirmiş ve bunları vakıf sûretinde ebedîleştirmiştir.[2]

Nakîbü’l-Eşrâf[3] Es’ad Efendi’nin vakfiyesinden alınmış olan şu satırlar da, bir mü’minin rûhî derinliğini göstermesi bakımından oldukça mânidardır:

“...Herkesin gözü önünde olmayan, izbelerde yaşayan, son derece yaşlı ve fakir kimselere veya bir hastalık sebebiyle iş yapmaya kudreti olmayan âcizlere, odun, kömür ve diğer ihtiyaç maddeleri tedârik edile! Kimsesiz ve yoksul kız çocuklarından evlenme çağına gelenlerin de çeyizleri alına!..”

OSMANLI’DA KADINLARIN KURDUĞU KAÇ VAKIF VARDI?

Osmanlı dönemindeki vakıfların 1.400 kadarının hanımlar tarafından kurulmuş olması da dikkat çekicidir.

Bunlardan Nûr Bânû Vâlide Sultan, İstanbul’un Anadolu ve Rumeli yakasında birçok eser yaptırmıştır. Üsküdar Toptaşı’ndaki Atik Vâlide Câmii; imâreti, medresesi, dâru’ş-şifâsı ve çifte hamamı ile muhteşem bir eserdir.

Devletin zirvesinde yer alan bu hanımlar, dünyanın debdebesine kapılmadan büyük bir tevâzu ve merhamet örneği sergileyerek servetlerini, ayrım yapmadan bütün insanların hayrına sarf etmişlerdir.

MÂHPEYKER KÖSEM VÂLİDE SULTAN VAKFI

Böyle hanımların biri de Mâhpeyker Kösem Vâlide Sultan’dır. O da Yeni Câmi’nin temelini atmış, Üsküdar Çinili Câmii ve yanına da mektep, çeşme, dâru’l-hadîs, çifte hamam ve sebil yaptırmıştır. Ayrıca Anadolu Kavağı’ndaki câmiyi inşâ ettirmiştir. Onun, yetim ve fakir kızları evlendirmek için kurmuş olduğu vakıf da meşhurdur. Bunlardan başka daha birçok hayrâtı vardır.

Dikkate şâyandır ki, vâlide sultanlar arasında celâlli tabiatiyle tanınmış olduğu hâlde Kösem Sultan bile, vakıf tesis etmekteki gayretiyle, zayıf ve mahtaçlara şefkat ve merhamet husûsunda zirve bir şahsiyet olmuştur.

HATÎCE TURHAN SULTAN VAKFI

Kösem Sultan’ın temelini attığı hâlde, bitirmeye ömrü vefâ etmediğinden yarım kalmış olan Yeni Câmi’yi tamamlatarak ibâdete açmak şerefi, Hatîce Turhan Sultan’a nasîb olmuştur. Bunun yanında mektep, medrese, imâret, kütüphâne ve çeşme hayrâtları da vardır. Ayrıca Yeni Câmi vakfiyesinde dikkati çeken bir husus da, kandil ve Ramazan gecelerinde bâzı çeşmelerden bal şerbeti akıtılması ve namazdan çıkan cemaate ikrâm edilmesidir. Balın kalitesi dahî vakfiyeye tescîl edilmiştir. O zamanın en vasıflı balı, bugün adı “Pazar” olarak değiştirilmiş olan Rize’nin kazası Atina’dan getirilirdi. Vakfiyede ne kadar pahalı olursa olsun dâimâ bu balın kullanılması, başka balın kullanılmaması şart koşulmuştu ki, bu da hayırdaki keyfiyet ve hassâsiyetin derecesini gösteren tipik bir misâldir.

Bu Hanım Sultan, vakıflarının devâmını sağlamak için çok zengin gelir kaynakları bırakmış ve bu vakıfların idâresi için de maaşlı 116 memur vazifelendirmiştir.

PERTEVNİYÂL VÂLİDE SULTAN VAKFI

Pertevniyâl Vâlide Sultan da, İstanbul Aksaray’daki “Vâlide Câmii” ile “Yâ Vedûd Mescidi”ni inşâ ettirmiş, ayrıca kütüphâne, çeşme ve mektep yaptırarak hepsini vakfetmiştir.

MİHRİMAH SULTAN VAKFI

Kânûnî’nin kızı Mihrimah Sultan, Edirnekapı’da ve Üsküdar’da birer “selâtîn câmi” ile büyük vakıf eserleri inşâ ettirmiş olmasına rağmen, son derecede mütevâzı ve mahviyet sâhibi bir kimse idi. Bunu, şu misâl çok güzel bir sûrette ifâde etmektedir:

Mekke ve Arafat’ın suyu, vaktiyle Hârun Reşid’in hanımı Zübeyde Hanım tarafından, Arafat ve Tâif arasında çıkan ve “Ayn-ı Zübeyde” diye meşhur olan kaynaktan getirtilmişti. Zübeyde Hanım, bu suyu Arafat’a ulaştırabilmek için Huneyn Vâdisi’ndeki bütün hurma bahçelerini satın alarak maksadı istikâmetinde kullanmıştır. Bu hayır işinde 1.700.000 miskal altın sarf ettiği kaydedilmektedir.[4]

Fakat Kânûnî devrinde bu su yollarının zamanla bozulduğu ve çeşmelerin kâfî miktarda akmadığı söyleniyordu. Bunu öğrenen Mihrimah Sultan, babası Kânûnî’nin huzûruna çıkarak bu kadîm su bendinin Başmîmar Sinan tarafından tamir edilmesini ve bu hizmetin de gizli kalmasına âzamî gayret gösterilmesini ricâ etmiş ve bu maksatla sâhip olduğu bütün ziynet ve mücevherâtı tahsis etmiştir. (50.000 altın ödediği de kaydedilmektedir.) Mimar Sinan, Süleymâniye Câmii’nin temelleri atıldıktan sonra bir müddet ortadan kaybolmuştur ki, bunun sebebi pek bilinmez ve güyâ câminin temellerinin oturması için kasten ortalıktan kaybolduğu söylenir. Hâlbuki bunun sebebi, “Ayn-ı Zübeyde”nin su kanallarının tâmiri ve bu hayrın sâhibi olan Mihrimah Sultan’ın hizmet ve himmetinin gizli kalmasını istemiş olmasıdır.

BEZMİÂLEM VÂLİDE SULTAN VAKFI

Vâlide sultanlar içinde hayrât bakımından en meşhurlardan biri de, Bezmiâlem Vâlide Sultan’dır ki, asırlarca hizmet veren ve târihe mâl olan pek çok hayır eserleri bırakmıştır. Yaptırdığı câmilerin en büyüğü, Dolmabahçe Sarayı yanındaki Vâlide Câmii’dir. Meşhur Galata Köprüsü de onun vakfıdır.

Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın Şam’a kurduğu bir vakıf da çok mühimdir. Vakıf şartı ise:

  1. Şam’ın tatlı suyunu hacılara ulaştırmak,
  2. Hizmetkârların kırdığı veya zarar verdiği eşyâları, onların haysiyet ve şahsiyetleri rencide olmasın diye tazmin etmektir.

Hayır eli çok uzaklara kadar uzanan Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın hizmetlerinin en büyüklerinden biri de şahsî servetinden büyük bir meblâğ vakfederek yaptırdığı Gurabâ-i Müslimîn Hastahânesi’dir. Bu büyük eser, câmi ve çeşmesiyle 1843 yılında hizmete açılmış olup, o günden beri ümmet-i Muhammed’in fakirlerine şifâ dağıtmaktadır.

Bu vâlide sultanlar, hayrât ve hasenâtta bilhassa su teminine çok ehemmiyet vermişler, Mekke ve Arafat gibi İstanbul’u da vakıf suyu ve çeşmeleriyle donatmışlardır. Bunun için hâlâ ayakta duran bentleri tesis etmişler ve su yollarını tâmir ederek İstanbul’u dâimâ ihtiyacı karşılayacak derecede bol suya kavuşturmuşlardır.

Çünkü Cenâb-ı Hak, her şeyi sudan yarattığını bildirmiş[5] ve hayâtı su üzerine binâ etmiştir. Bu durumda mahlûkâta merhametin en mühim tezâhürlerinden biri de su hizmetleri olmaktadır. Kişinin durumuna göre bir bardak su ikrâm etmesi bile buna dâhildir.

Böyle vakıf hizmetleriyle meşhur olanlardan biri de, yakın târihimizin siyâset ve takvâ hayâtında müstesnâ bir yeri olan 2. Abdülhamid Han Hazretleri’dir. Onun İstanbul’a getirdiği ve kırk çeşmeye taksim edilmek sûretiyle dâimî bir sûrette akıttığı “Hamidiye Suyu”, bugün inşaatlar ve kazılar sebebiyle pek çoğu zâyi olmuşsa da, hâlen varlığını devâm ettirmektedir.

Dipnotlar:

[1]. “Osmanlı Devleti’nde vakıf kuran kişi, vakfının şartlarını ihtivâ eden vakfiyesini kadıya tescil ettirdikten sonra İstanbul’da Defterhâne’nin ilgili bürolarına kaydettirirdi. Defterhâne sicillerine işlenen bu vakfiyeler, bugün Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu arşivde yirmi altı bin üç yüz vakfiye vardır. Ancak muhtelif vilâyet mahkemelerine âit bütün Şer’iyye sicilleri ve Tahrir defterleri tarandıktan sonradır ki, Osmanlılar döneminde kurulmuş vakıfların sayısı yaklaşık olarak bilinebilir.” (Bkz. Prof. Dr. Ziya Kazıcı, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985, s. 43-44) [2]. Sokullu Mehmed Paşa’nın Rumeli’deki hayrât ve hasenâtına ilâveten İstanbul’da iki büyük câmi-i şerîfi mevcuttur. Bunlardan biri, müstesnâ bir sebili olan Azapkapı’daki câmidir. Diğeri ise Sultan Ahmed’den Kumkapı’ya inerken yokuşta bulunan “Şehid Mehmed Paşa” câmi-i şerîfi ve medresesidir. [3]. Nakîbü’l-Eşrâf: Peygamber Efendimiz’in pâk soyundan gelenlerin işlerini görmek üzere içlerinden hükümetçe tâyin olunan memur. [4]. Mustafa L. Bilge, DİA, “Aynizübeyde” md., İstanbul 1991, IV, 279. [5]. Bkz. el-Enbiyâ, 30.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İLK VAKIF NASIL KURULDU?

İlk Vakıf Nasıl Kuruldu?

OSMANLI’DA VAKIF ÖRNEKLERİ

Osmanlı’da Vakıf Örnekleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.