Örnek Bir Anne Fatma Feride Hanımefendi
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile kıymetli vâlidesi Fatma Feride Hanımefendi hakkında yapılan röportaj...
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi kıymetli validelerini anlattığı röportajı sizler için derledik.
Pek muhterem efendim; vefâtının sene-i devriyesi sebebi ile kıymetli vâlideniz Fatma Feride Annemizi yâd edip okuyucularımıza da tanıtmak istiyoruz. Bize Fatma Feride Annemizi anlatır mısınız?
Kızım Halime, annem çok zarif bir hanımdı.
Babam da, Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri’ne intisâb etmeden evvel çok titizdi. Meselâ sofrada iki çatalın veya kaşığın yeri değişik olsa, “Bunların yeri neden değişik?” derdi. Tabaklar, kaşıklar; cetvelle ölçülmüşçesine aynı hizada olurdu. Her şeyde titizdi. Giyiminde de öyleydi. Ayakkabılarını çıkarınca, hemen bir kalıba koyardı. Sâmi Efendi Hazretleri’ne intisâbından sonra, bu titizlik mâneviyâta döndü. Aynı titizliği, mânevî hayatında gösterdi. Meselâ seccadenin püskülleri dağınıksa, onları düzeltmeden namaza durmazdı. Aynı şekilde bir kişiye yardım edeceği zaman, vereceği emâneti bir zarfın içine koyar ve:
“-Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederiz!” yazardı. Âdeta kendisini, fukarâya muhtaç olarak görme edâsıyla infakta bulunurdu.
Annem de babamın bu titizliğine teşneydi. Babam gibi titiz ve tertipli bir insandı. Onun titizliğini bilir ve kendisi de îtinâ gösterirdi. İkisinde de bu hassasiyet olduğu için çok uyumluydular. O hassasiyet olmasaydı, zaten geçinemezlerdi. Onlar, birbirleriyle tam küfüvdü. Biz onların uyumlu neşveleri içinde büyüdük, Allah ikisinden de râzı olsun. Mekânları cennet olsun.
Vâlidemizin, Mesnevî’ye ve Allah dostlarına karşı ayrı bir muhabbeti vardı, değil mi efendim?
Annem Fatma Feride Hanımefendi, evliyâullah kıssalarını okumayı çok sever ve bizlere de sık sık anlatırdı. Maalesef o günlerde tasavvufî eserler, hemen hemen yok gibiydi. Sadece Necip Fazıl’ın “Halkadan Pırıltılar” isimli eseri ile Yûnus Emre’nin “Dîvan”ı matbû olarak vardı; bunları bol bol okurdu.
Evliyâullah kıssalarını anlattığı zaman da dinleyenler üzerinde çok tesir ederdi. Bana Hazret-i Mevlânâ’ya muhabbet, evliyâullâha sevgi ve rûhî derinlik zevkini ilk olarak aşılayanlardan biri, odur. Çünkü Mesnevî hikâyelerini ilk defa annemden dinledim. Sonra da hocam olan Yaman Dede sebebiyle Mesnevî hayranlığım oluştu.
Kıymetli anneciğime, “ba’sü ba’de’l-mevt”ten, ölümden ve âhiretten bahsettiğim zaman:
“-Beni korkutma! Rabbim merhamet sahibidir!..” derdi.
Belki de bu hâl, ona Hazret-i Mevlânâ’ya olan muhabbetinden sirâyet etmişti. Mesnevî hikâyelerinden çok hoşlanırdı. O, “Mesnevî Bahçesinden” ser-levhalı yazılarımın en iştiyaklı okuyucularından biriydi! Zevkle okurdu. Yalnız “Aynadaki Yalan” adlı yazımı okuyunca, uzun bir düşünceye daldı. Bir “Âhh!..” çekti ve:
“-Ne kadar doğru!..” dedi.
Bir müddet sonra da:
“-Bana o yazıyı tekrar okusana!..” demişti.
Bazen beraber Mesnevî’den hikâyeler okur ve şerh ederdik.
Feride Annemizin Kur’ân-ı Kerîm ile ünsiyeti de çok farklıymış herhâlde, muhterem efendim…
Kur’ân-ı Kerîm’e çok düşkündü. Hâfızlığını, kardeşim dünyaya geldikten sonra, genç yaşlarındayken, iki çocuğu ve efendisinin hizmetini îfâ ederken yapmaya başladı. Sürekli Kur’ân-ı Kerîm ile meşgul olur, bazen meâl de mütâlaa ederdi. Anlamadığı yerleri bana sorardı. Bazen kendisine çok tesir eden âyetlerin meâlini bana okur:
“-Rabbimiz böyle buyurmuş!” derdi.
Kur’ân-ı Kerîm’e olan düşkünlüğünün bir huzur ve itmi’nân hâli vardı üstünde…
Annemin en büyük imtihanı, temizlik ve titizlik hassasiyetiydi. Ne yapsa, ondan kurtulamadı. Titizliği sebebi ile çarşıdan pazardan bir şey alıp eline sürmezdi. Gülşen Sabuncu ve Zehra Sert Hanımefendilerle ülfeti fazlaydı. Onlar, bu hususta kendisine çok yardımcı olurlardı.
Kur’ân-ı Kerîm’i çok severdi, sâliha hanımları severdi. Meselâ; Fâtih’te Sâime Anneye, Pendik’te Dürriye Anneye, bir de Üsküdar’daki Sıdıka Hanımteyzeye çok gider, onların sohbetlerine katılır, onlarla ülfet ederdi. Sohbetlerini, bazen bize de aktarırdı. Meselâ o sohbetlerden birinde, Sâime Anne, şu tavsiyede bulunmuştu anneme:
“-Kızım Feride, şuurdan muhtel olanları, biraz saf yaratılmış kimseleri bazen insanlar ortaya alır, kendileriyle alay ederler. Onların hâllerine ve söylediklerine gülüp kahkaha atarlar. Bir Allâh’ın kulu, böylece istihkâr edilir, küçük görülür. Sen böyle bir mecliste bulunup bu hâle şâhit olursan, o saf kimseyi hemen yanına al, ona iltifat et.
Daima şunu düşün; onu yaratan Allah da, beni yaratan Allah da aynı!.. O gariban bana zimmetlidir.
«Veylün likülli hümezetin lümezeh: Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı kaş-göz işareti yaparak eğlenmeyi âdet edinen kimsenin vay hâline!..» (el-Hümeze, 1) âyeti muvâcehesinde, Cenâb-ı Hakk’ın, ibâdullâhı istihkâr etmeyi yasaklamış olduğu şuuru içinde ol! Ve o kişinin gönlünü al!..”
Geriye dönüp baktığınızda, Vâlidenizin size en çok tesir eden hâli neydi, efendim?
Feride Annemin hayatı, Allah’a kul olma hassâsiyeti içinde olduğundan, bazen mânen uyarılırdı. Gördüğü bir rüya sebebiyle, kendisinin fotoğrafını çektirmezdi. Mânevî hayatına da çok titizlenirdi.
Vefat ettiği zaman Emine Yengemiz bana:
“-Gel, anneni son defa gör!” dedi.
Girdim, henüz kefenlenmişti. Vefat ettiğinde yetmiş yaşlarında olmasına rağmen sanki otuz beş yaşındaki hâline dönmüştü. Sîmâsı nûr içinde parlıyordu. İşte Kur’ân’ın getirdiği bir nûrâniyetti bu… Kefen, sanki ona, mâsum bir çocuğa sarılan bir kundak olmuştu. Hayat boyu elinden ve gönlünden düşürmediği Kur’ân’ın nûrâniyetine bürünmüştü; parlıyordu! Beyazları çok severdi. Şimdi içinde bulunduğu bu beyazlık ise, değişik bir beyazlık idi. Sanki ona ukbânın bir vuslat tebessümüydü!.
Velhâsıl şefkat, merhamet, iffet, edep, dürüstlük, cömertlik, tefekkür ve tehassüs şâhikasıydı. İltifatı da, îkâzı da ölçülü idi. En yakınına dahî hakkı söylemekten çekinmezdi. İçi-dışı aynı idi. Samîmiyetinden emîn olunduğu için kimse kendisine kırılmazdı. Mertlikten hoşlanırdı. Küsmenin ne olduğunu bilmezdi. Eltileri ve görümceleri ile abla-kardeş hâlindeydi. Kayınvâlidesi Şerife Hanım’ı çok sever, kayınpederi Ahmed Hamdi Efendi’nin de evliyâullahtan olduğu kanaatini taşırdı.
Yetimleri, kimsesizleri, yalnızları sevindirmek; kendisine huzur kaynağı olurdu. Evlenecek genç kızlara, kendine gelen hediyelerden hazırlayıp vermesi, husûsî zevki idi. Pintilikten nefret eden, gönül sarayından herkese ikram etmek isteyen bir anaydı o!..
Sohbetinden feyz taşardı. Küçük çocuklara yaptığı sohbetlerde, onların seviyesine inmesini bilir, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şerîflerini en güzel bir üslûb ile onların idrâklerine göre açıklardı.
İslâm’ın şekil ve rûhî estetiğini nefsinde cem etmişti. Bu hâl, ona Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve evliyâullah muhabbetinden bir akis idi. Onların menkıbelerini ve rûhî dünyalarını açıklarken sîmâsındaki nazîf, latîf ve zarîf ifadesi, hayat dolu tebessümü, etrafına karşı eksilmez muhabbeti, alâkası, tükenmez tahammülü, gerçek mü’mine mahsus derin ve ince nezâketi, meclislerde örnek idi. O, yediden yetmişe hitâb etme maharetine sahip bir anaydı!..
O, benim annemdi. 4 Mart 1997 tarihinde Erenköy Sahrâ-yı Cedîd mezarlığında ilâhî rahmete gönderdiğimiz, benimle birlikte bütün mü’minlerin sevinçlerinde ve teessürlerinde hissedar olan hepimizin annesiydi.
Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz, efendim?
Onu tanıyan veya ancak şu âciz ifadelerime tanıyacak olan bütün mü’minlerden muazzez rûhu için Fâtihalar ikram etmelerini istirhâm ederim.
Röportaj: Halime DEMİREŞİK, Şebnem Dergisi, Mart 157. Sayı
YORUMLAR