"Okçular Tepesi"ni Terk Etmeyin!

Uhud dağının eteklerinde müşriklerle yapılan ikinci savaşta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Müslümanlara arkadan gelebilecek saldırıyı önlemek amacıyla dağın eteklerine okçuları yerleştirmiş ve kendisi emir verene kadar bu tepeyi terk etmemelerini söylemişti.

Müslümanların savaşın başında öne geçmelerinin ardından "okçular tepesini" terk eden askerlere arkadan yapılan saldırı sonrasında müşrikler birçok Müslümanı şehit etmiş ve Efendimiz'i (s.a.v.) yaralamışlardı. Türkiye'de 15 Temmuz'da yaşanan darbe girişiminin ardından milli irade sokaklara davet edildi ve kalkışma sonlandırılana kadar milletin meydanları terk etmemesi çağrısı yapıldı. İşte bugün "okçular tepesi" milletin kendi iradesine sahip çıktığı meydanlardır, "Okçular tepesi"ni terk etmeyelim!..

Müşriklerle yapılan ikinci cihad, Uhud dağının eteklerinde cereyan etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) mücâhidlerin konumunu, Uhud dağını arkasına alacak şekilde belirlemişti. Bu strateji, Uhud dağının mücâhidlere arkadan gelecek bir saldırıda siper olması demekti. (Muhammed Hamîdullah, okçular tepesine yerleştirdiği mücâhidlerle birlikte Rasûlülullah’ın (s.a.v) uyguladığı savaş stratejisinin, kendilerinden dört katı olan düşmana karşı koymalarına imkân verecek nitelikte olduğu tesbitini yapmaktadır.)

Efendimiz (s.a.v.) üç bin kişilik Mekke ordusunun Medine’ye doğru geldiğini haber alınca, sahâbe ile istişare etmiş, kendi görüşü şehrin içinde kalıp savunma savaşı yapmak iken, özellikle Bedir’e katılamamış genç sahabîlerin görüşünü kabul ederek Medine’nin dışında düşmanı karşılamak üzere harekete geçmişti.

Uhud Dağı’nın eteklerine gelince, düşmanın gelip dağın ön tarafına doğru konuşlandıklarını görünce, Efendimiz (s.a.v.) de en uygun bir şekilde askerlerini yerleştirmiş, stratejik bir konumu olan Ayneyn geçidine ise Abdullah b. Cübeyr komutasında elli okçu görevlendirmiş ve onlara şöyle talimat vermişti: “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar(akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 47; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293)

Çok açık bir talimat ile Efendimiz (s.a.v.) sahabeleri uyarmış, bir yönü ile savaşın neticesinin o tepenin korunmasından geçtiğini onlara beyan etmişti. Bir müddet sonra savaş başlamış ve işin bidayetinde Müslümanlar, Mekke ordusunu darmadağın etmişlerdi. Mekkeliler neleri varsa hepsini o meydana bırakıp kaçmaya başlamış, Müslümanlar da onların arkasından geriye bıraktıkları ganimetleri toplama işine girişmişlerdi. İşte tam o esnada, Ayneyn tepesinden savaş meydanındaki bu  gelişmeleri seyreden okçu sahâbîlerden bazıları: Bu iş tamam, savaş bizim lehimize bitti!” diyerek, (İbn Kesir, el-Bidaye, c. 4, s. 25)

Hz. Peygamber’in talimatını unutarak meydana inip, ganimet toplamaya karar vermişlerdi. Abdullah b. Cübeyr, askerlerin bazılarında bu kararı görünce onları uyarmış, ama çok fazla etkili olamamıştı. Orada bulunan elli okçudan, kırk tanesi tepeden aşağıya inmiş, ganimetleri toplamaya başlamışlardı. O ana kadar, tepeyi gözleyen ve orası korunduğu müddetçe İslam ordusuna arkadan saldırılamayacağını bilen Mekkelilerin süvari birliğinin komutanları Halid b. Velid ve İkrime b. Ebî Cehil, Dırâr b. Hattab isimli askerin sesi ile sarsılmışlardı. Dırâr onlara okçuların tepeyi terk ettiklerinin müjdesini veriyordu. Bu haber üzerine hemen Mekkeli süvariler tepeye doğru hücuma geçiyor, geriye kalan on okçu şehit ediliyor ve Müslümanlar arkadan kuşatılıyordu. Beklenmeyen bu saldırı üzerine Müslümanlar derin bir sarsıntı geçiriyor, o anlarda kaçmaya başlayan Mekkeliler toparlanıyor, onlar da geri dönerek saldırıya geçiyor, böylelikle İslam askerleri iki ateş arasında kalarak ciddi sıkıntılar çekiyorlardı.

Netice de içlerinde Hz. Hamza, Hz. Mus’ab, Abdullah b. Cahş, Sa’d b. Rebî ve nice Sahâbe’nin büyüklerinden yetmiş kişi şehit oluyor, başta Efendimiz (sas) olmak üzere yaralanmayan kalmıyordu. Böylelikle Uhud Gazvesi, okçuların yerlerini terk etmeleri sonucunda ağır bir bedel ödenerek nihayete eriyordu. (Olayın detayları için bkz: İbn Hişam, es-Sîre, c. 3, s. 83-182; Vakıdi, Kitabü’l-Meğazi, c. 1, s. 223-263; Taberi, Tarih, c. 3, s. 15-40; İbn Esir, el-Kâmil, c, 2, s. 150-180.)

Peygamberimiz’in talimatına karşılık, bir kısım mücahidin gaflet göstermesinin, ne kadar tehlikeli ve bedelinin ne kadar ağır olduğu görüldü. Bu olay bütün ümmete Rasûlüllah’a ittibâda, son derece dikkatli olunması gerektiği dersini veriyor. Bugün "okçular tepesi" milletin meydanları terk etmemesidir. Millet, darbe tehlikesi bertaraf edilene kadar meydanlarda iradesini göstermeli.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • emredilen alan asla terkedilemez .lüzumsa üstüne atış istenir mevzi terkedilmez bırakılmaz orası namustur 19 yıl dağ taş hainle çarpıştım.şahidlik nasib olmadı.PEYGAMBERİMİZ S.A.S biliyorduki sıkı tembih verdi ama ademoğlu gafildir. nefisi öne geçer nefis terbiyesi çok zordur .amma.zor olan kıymetlidir unutmayın hain kalleşler.EZAN DİNMEZ BAYRAK İNMEZ... gerektiğinde heryerdeyiz. ELHAMDULLİLLAH...

    Bizim İLK ve TEK ULU ÖNDER LİDERİMİZ, HZ.MUHAMMED(S.A.V.)'DİR. BAŞKA LİDERE LÜZUM YOK!!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.