Ne Kadar Masumuz?

Biz masumuz; Halep’te daha yürümeyi öğrenmeden şehadeti öğrenen bebeğin nurlu alnı kadar, Türkistan’daki annenin gözyaşı kadar, Filistin’de tanka taş atan delikanlının cesareti kadar, Filistin’de örtüsü için vurulan genç kızın namusu kadar, iffeti kadar, Kudüs kadar, Gazze kadar masumuz.

Bizim bembeyaz gömleğimize kan bulaştırıldı. Tuzaklar kuruldu karanlık odalarda, gizli hesaplar yapıldı. Biz istemesek de, yapılanlardan beri de olsak; bu yalancı kanlı gömlekle tanıyor bugün bizi Avrupa, Amerika, Doğu Asya.

Hâlbuki bombalar en çok bizim kar beyaz coğrafyamızda patladı. En çok bizim ak sinelerimize atıldı kurşun. En çok biz öldük. En çok biz yetim kaldık. Kafkasya’da, Ortadoğu’da, Türkistan’da göğe en çok bizim çığlıklarımız yükseldi. Evlatlarımızın kanlı beşiklerine en çok biz sarıldık. Bosna’ da toplu mezarlara gömülen bizdik, Afrika’da susuzlukla, açlıkla can çekişen biz. Uçakların füze yağdırdığı ev bin bir emekle, bin bir duayla kurduğumuz, bizim yuvamızdı. Duman yükselen, harap olmuş sokaklarda kalan bizim çocukluğumuzdu, neşemiz, gülüşümüz, topumuz, misketimiz, bizim balonumuzdu. Halep’te, Gazze’de kopup, savrulan bizim elimiz, bizim kolumuzdu, annemizin en ufak sıyrığında feryat ettiği bizim kolumuz.

En mazlum olan bizdik.

En masum olan bizdik.

Biz!

Yani bugün terörle, savaşla yaftalanan mahzun coğrafyanın çocukları…

Biz!

Yani dünyanın dört bir bucağında işlenen, işlenmekte olan, işlenecek olan cinayetlerin peşin sanığı.(!)

Falan falan yerde patlayan bombanın, filan filan yerde yağdırılan kurşunun araştırılmadan, soruşturulmadan tayin edilecek yegâne katil zanlısı.(!)

Biz!

Yani Müslümanlar.

Hâlbuki bizim ak avuçlarımıza kanlı bıçak tutuşturuldu. Tetiğe basan parmak bizim değildi, bombayı patlatan, pimi çeken el bizim değildi.

Rahman ve Rahim olana açılan el, nasıl suçsuza kıyar?

Kuşkanadından tüy kopsa yaşaran göz, masumu nasıl hedef alır?

Üşüyenle üşüyen, yaralananla yaralanan vicdan, Kenar-ı Dicle’de bir kurt bir kuzuyu aşırsa kavrulan vicdan, nasıl el verir kan dökmeye?

Kan içen, leş yiyen, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen cahiliye insanını, ellerini kan çanaklarına bandırıp bir birini kırmak için yeminler eden cahiliye insanını, vahşetten kurtaran; hisli, zarif bir medeniyete, faziletler medeniyetine ulaştıran bizim Peygamberimiz. Yavrusunu emziren bir köpek için, ordunun yolunu değiştiren bizim Peygamberimiz. Develer üzerinde sohbet eden ashabını, yavru kuştan ana kuşu ayıran ashabını paylayan bizim Peygamberimiz. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz diyen bizim Peygamberimiz. Hanımına, hizmetçisine el kaldırmayan, sövgünün en hafifini bile ağzına almayan bizim Peygamberimiz. Sevdiklerine ve kendine her türlü zulmü reva gören müşrikleri, güç elindeyken bir çırpıda affeden bizim Peygamberimiz. Savaşa giden damadına ‘’bir kişinin senin elinle hidayet bulması, senin için kızıl develerin bulunmasından ve bunları sadaka olarak vermenden daha hayırlıdır’’ diyen bizim Peygamberimiz(s.a.v).

Peki, onun yoluna tabi olan bizle cinayet nasıl bağdaştırılır? Şiddet nasıl bağdaştırılır?

BİZİM SOKAĞIMIZ

Kubbe kubbe yükselten biziz Medine’yi, Kudüs’ü, Bağdat’ı, Semerkant’ı, Kurtuba’yı… Endülüs bizim göğsümüzde açan çiçek, Devlet-i Al-i Osman bizim. Taşa, mermere, ahşaba; yüreği, kalbi, gönlü takan biziz. Ulu camilerin mihraplarındaki, minberlerindeki incelik bizim inceliğimiz, zarafet bizim zarafetimiz. Dört bir yandan gelen seyyahları hayran bırakan sokak bizim sokağımız, çarşı bizim çarşımız; gül alınıp gülün satıldığı, gülün gülle tartıldığı, gülden terazinin tutulduğu bizim çarşımız… Kervansaraylarla, imarethanelerle, hanlarla, hamamlarla tezyin eden biziz cihanı. O nazenin çinileri duvarlara koyan hassas el bizim elimiz, o nadide hüsn-i hatları yazan kalem bizim kalemimiz…

İnsan; gül koklasın, sanat yapacak nezaketi yakalasın; sonra da yaksın yıksın hiç kabil mi?

Hem derdi imar ve ihya olan, nasıl tahrip eder? Nasıl öldürür?

“Gönül Arş-ı Rahman’dır incitme!

Gönül nazargahı ilahidir kırma!

Gönül beytullahtır, ebrehe olma yıkma’’ bu ses bizim sesimiz, Yunus’umuzun, Mevlana’mızın, Hüdai’mizin sesi… Kuşun yaralı kanadını saran bizim vakfımız, kimsesize, yetime, öksüze, dula, bekâra, hastaya, gönlü kırığa uzanan bizim vakfımız… Yetmiş iki milletin kaşık salladığı sofra bizim, lokma bandığı aş bizim…‘’Havhavlara, miyav miyavlara’’ gülümseyen bizim yüzümüz… Tedavi olup bir ay sonra arkadaşını getiren kelb efendi bizim kapımızda... Aç martı, susuz serçe bizim kapımızda... Kıyamet hengâmesinde fidan diken el bizim elimiz… Eşyaya, cemadata melekût atfedip yeryüzünde parmak ucunda gezinen biziz… Binek hayvanının sırtında şaklayan kırbacın acısını, kendi sırtında hisseden Beyazıtlı Bistam bizim mutasavvıfımız… “Doğudan batıya birinin topuğuna diken batsa benim ciğerim yanar’’ bu rikkat bizim medeniyetimizin... Firavunlardan, Nemrutlardan, Hülagülerden kaçan muhacire açılan kucak bizim kucağımız…

GÖNÜL YIKMAYAN ŞEHİRLERİ NASIL YIKAR?

Gönül yıkmayan, şehirleri nasıl yıkar?

Kuşu, kediyi incitmeyen bebeği, anneyi nasıl incitir?

Bizim bir insan cinayetini, insanlığın tamamına karşı işlenmiş bir cinayet gibi sayan Rabbimiz var.

Bizim kötülüğün gizlisine de açığına da yaklaşmayın, halk ettiğim bir cana haksız yere kıymayın diyen Allah’ımız var.

Bize merhameti, şefkati öğütleyen bir Allah’ımız var.

Ve biz ondan korkarız.

Ey eli Kızılderililerin, siyahîlerin, Ortadoğu’nun, Hiroşima’nın, Naga­za­ki’nin kanıyla boyanmış Amerika!

Ey En­dü­lüs’ü harap eden, Af­ri­ka’yı sömüren, Çeçenistan’da, Afganistan da, Bosna da, Balkanlar da, şenaatin bin bir türlüsünü işleyen Avrupa! 1. Cihan harbinin, 2. Cihan harbinin günah kartelâsını boynunda taşıyan Avrupa!

Ey Türkistanlı çocuğun, Myanmarlı gencin, Moro’lu ihtiyarın kanına giren doğu Asya!

Çıkar gözünden bize bakarken giydiğin camları kanlı gözlüğünü;

Sıyrıl peşin hükümlerinden,

İşit bizi! Gör bizi! Anla bizi!

Biz Müslüman’ız;

Elinden dilinden herkesin emin olduğu Müslüman.

Gönlü selamette, ruhu selamette Müslüman…

Dili selamlı Müslüman…

BİZ MASUMUZ

Biz masumuz; Halep’te daha yürümeyi öğrenmeden şehadeti öğrenen bebeğin nurlu alnı kadar, Türkistan’daki annenin gözyaşı kadar, Filistin’de tanka taş atan delikanlının cesareti kadar, Filistin’de örtüsü için vurulan genç kızın namusu kadar, iffeti kadar, Kudüs kadar, Gazze kadar masumuz.

Mezhep kavgasını, eli kanlı örgütleri, intihar saldırılarını yakamıza iliştiren sissiniz…

Biz masumuz, biz masumuz, biz masumuz…

Kaynak: İbrahim Bozbeşparmak, Altınoluk Dergisi, Sayı: 373, Mart 2017

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.