Musibetler Karşısında Müminin Tavrı

Bela ve musibetler karşısında ne yapmalıyız? Bela ve musibetler karşısında bir müminin tavrı nasıl olmalıdır? Musibetler karşısında müminle mümin olmayanların tavrı ve musibetlere karşı sabır örnekleri.

Hayat dikensiz gül bahçesi değildir. İnişli çıkışlıdır. Hastalık-sağlık, varlık-darlık, üzüntü-sevinç, kazanma-kaybetme, izzet-zillet, hürriyet-esaret, ikbal-idbar vs. Aynı çizgide devam etmeyen, her an her şeyin değişebildiği bir hayatta insanlar farklı tavırlar sergilerler.

Olaylar karşısındaki tavırları belirleyen ana unsur imar veya inkârdır. Allah’a ve onun kader programına inanan, dünyada her şeyle imtihan edildiğini bilen insanla, her şeyin kör bir tesadüf olduğuna, ilahi bir planın olmadığına, iyi veya kötü hareketlerin mükâfat veya ceza şeklinde bir karşılıklarının bulunmadığına inanan kimsenin tavrı aynı değildir. Zaten aynı olması da düşünülemez.

Her şeyin Allah’ın takdiri ile meydana geldiğine inanan bir mü’min musibetler karşısında dirençlidir. Olayların arka planındaki hikmetleri düşünür, sabır silahını kuşanır. Yalnız olmadığını, Rabbinin gözetimi altında olduğunu bilir. Pes etmez, doğru hareket ettikçe mutlaka kazanacağına inanır. Yüce Mevlâ bu imanın gücüne şöyle işaret ediyor: “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanıyorsanız mutlaka üstün geleceksiniz.” (Al-i İmran, 139)

MUSİBETLER KARŞISINDA MÜMİNLE MÜMİN OLMAYANLARIN TAVRI

Dünyada en büyük inkılabı Allah’ın yardımı güçlü imanı ve sabrı sayesinde gerçekleştiren Hz. Peygamber (s.a.v.) musibetler karşısında mü’minle mü’min olmayanların tavrını gayet veciz şekilde şöyle belirtmiştir.

“Mü’min yeşil ekine benzer. Rüzgar onu kah yatırır, kah doğrultur. Münafık ise çam ağacına benzer, onun kökünden devrilmesi bir anda olur.” (Buhari, Merdâ, 1)

Hiçbir zorluk ve felaket mü’mini hak yolda ilerlemekten alıkoyamaz. O daima ruh köküne bağlıdır. Zaman zaman sarsılsa da asla yıkılmaz. Pergelin sabit ayağı yere sıkıca bağlıdır. Öteki ayağıyla kıtalar dolaşır, böylece maddi-manevi pek çok kazançlar elde eder.

Buna mukabil Allah’a ve ahiret gününe, ilahi kadere inanmayan, bütün gücü kendinden ibaret olan ateist veya münafık ise aciz ve çaresizdir. Sığınacağı güç devşireceği bir merci yoktur. İnançsızlığın, gayesizliğin ve çaresizliğin karanlığında bocalayan bir zavallıdır.

İman ve Allah’a güven duygusu başta peygamberler olmak üzere mü’minlerin en büyük gücü olmuştur. “Nice peygamberler vardır ki, Rablerine ihlasla ibadet eden birçok kimseler onlarla birlikte savaştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar. Zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Al-i İmran, 146)

Ashab-ı kiramın müşrikler karşısındaki dirençleri, sayıca ve teçhizatça az ve zayıf olmalarına rağmen büyük zaferler kazanmaları öncelikle bu iman ve tevekkülleri sayesinde olmuştur. Mekke’nin o ağır şartlarında o, çeşit çeşit baskı ve işkenceler altında direnmeleri, bir adım dahi geri atmamaları hep bu sebepledir.

BELA VE MUSİBETLERE KARŞI SABIR ÖRNEKLERİ

Bilal-i Habeşiler, Suheyb-i Rûmiler, Habbab bin Eretler, Ammar b. Yasirler, Sümeyyeler o zorba müşriklerin eziyetleri karşısında destansı bir şekilde direndiler. Bu direnmenin tarihte de pek çok örnekleri vardır. Hz. Musa’nın mucizesi karşısında secdeye kapanan ve firavunun tehditlerine asla aldırmayan sihirbazlar, bizzat firavunun eşi Âsiye, sarayı terk edip imanları uğruna mağarayı tercih eden Ashab-ı Kehf, yine imanları uğruna ateşte yanmayı göze alan Ashab-ı Uhdud sadece birkaç örnektir. Buna mukabil şiddetli rüzgar karşısında bir anda yıkılan görkemli sedir ağacı gibi heybetli görünen Firavun, Nemrud, Neron, Ebu Cehil, Ebu Leheb o zayıf ekin gibi mütevazi mü’minler karşısında tutunamamışlar, yıkılıp çer-çöp haline gelmişlerdir.

Günümüzde Müslümanların yaşadığı zaaf ve mağlubiyetlerin sebebi ruh köküne bağlı olmamaları, kendilerini depremlere, fırtınalara dayanıklı şekilde inşa etmemeleridir. Üstelik sayıları da eskiye nispetle çok fazladır. Yahudilerden nüfusça yüz kat daha fazla oldukları halde bir Filistin meselesini bile çözememektedirler. Onlar az olmalarına rağmen, kendi inanç ve davalarına bizden daha fazla bağlı oldukları için adeta dünyaya hükmediyorlar. Mesele azlık-çokluk meselesi değil, maddi ve manevi manada güçlü olma meselesidir. “Allah’a kavuşacaklarına inananlar. ‘Nice az topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle çok topluluğa üstün gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir,’ dediler.” (Bakara, 249)

PEYGAMBERİMİZİN EKİN BENZETMESİ

Biz Müslümanlar, musibetler karşısında mü’minin tavrıyla ilgili Hz. Peygamber’in (s.a.v.)  ekin benzetmesini daima göz önünde bulundurmalıyız. Ekinler, çam ve sedir ağaçları gibi heybetli ve görkemli olmasalar da köklü ve mütevazı oldukları için dayanıklıdırlar. Rüzgârların onları sağa sola yatırıp kaldırmaları bir bakıma başlarının okşanmaları kabilindendir. Şartlara göre pozisyon alırlar, fakat davalarından asla vazgeçmezler, biçilseler bile tekrar daha gür biterler. Köklerinin kazınması mümkün değildir.

Hakkın dâim olması köklü olmasından, bâtılın zâil olması da köksüz olmasındandır. İman ve tevekkül hayat mücadelesinde en sağlam zemini oluşturur. Başarının yolu zemini sağlamlaştırmaktır. İslami kimlik ve şahsiyetimizi bu zemin üzerinde kurmalı, cihad ve salih amellerle başlangıçta olduğu gibi örnek bir ümmet oluşturmak zorundayız. Arazimiz mümbit, tohumumuz verimlidir. Bütün mesele bu araziyi işlemek, tohumu en uygun zaman ve şartlarda elemektir. Bu tohum elbette ekine dönüşecek, çiftçiler sevinecek, bire on, bire yüz, bire yedi yüz verim alınacaktır. “Onlar; filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşmış ve gövdesi üzerine doğrulmuş ve çiftçilerin hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah’ın onları çoğaltıp güçlendirmesi, kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah içlerinden iman edip, salih amel işleyenlere bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vadetmiştir.” (Fetih, 29)

Buradaki temsil; kademe kademe gelişen İslam’ın tasviridir. Bir tohum halinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’le başlayan İslam zamanla gelişmiş, göz alıcı bir ekin halinde dünyayı yeşertip bereketlendirmiştir. Zaman zaman ve yer yer bu ekini biçmişler, bazen çiğnemişler fakat bu İslam tarlası mahsulsüz kalmamıştır. Kökü kazınamayan bu ekinler her şeye rağmen kıyamete kadar boy gösterecek, insanlara gıda sunacak dostların sevincini, düşmanların üzüntüsünü artıracaktır.

Mü’min bütün olumsuzluklara rağmen varlığını sürdürebilen insandır. Onun iman ve tevekkülden kaynaklanan gücü vardır. O, sırtını Yaradan’a dayamış barınak, sığınak ve korunak olarak O’nu bilmiştir. O’nun kitabında karamsarlık, ümitsizlik yoktur. Her şey kader programına göre cereyan etmektedir. Mesele; bu programın varlığından haberdar olma, hayır ve şer görülen her şeyin Allah tarafından imtihan için yaratıldığını fark etme meselesidir. Bu iman ve anlayış içinde, yılgınlık, korku ve ümitsizlik söz konusu değildir. Âlemin sahibi her şeyi yerli yerince ve bir hikmete binaen yaratmıştır. O’ndan gelen her şey güzel, O’nun yolunda her şey kazançtır.

“Bize ancak Allah’ın bizim için takdir ettikleri ulaşır. O, bizim Mevlâmızdır. Mü’minler yalnız Allah’a güvensinler.” (Tevbe, 51) Allah’a güvenenin sırtı yere gelmez.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 432

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDAN SABIR ÖRNEKLERİ

Peygamberimizin Hayatından Sabır Örnekleri

BELÂ VE MUSİBETLERİN SEBEBİ

Belâ ve Musibetlerin Sebebi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.