Müsamaha ve Hilim (Hilm) ile İlgili Örnekler

Hilim (hilm) ne demek? Peygamberimizin hilmi ile ilgili örnekler nelerdir? Müsamaha ve hilim (hilm) ile ilgili örnekler.

Hilim, kendi şahsına karşı hatâ işleyen kimseler için bile kalbinde bir soğukluk beslememek, sabır ve tahammül sâhibi olmaktır.

HİLİM (HİLM) NEDİR?

Allah Teâlâ’nın sevdiği husûsiyetlerden biri olan hilim (yumuşak huyluluk), gazap sıfatının zıddıdır. Hilmin zıddı olan sertlik ve katılık, insanları inciten, korkup nefret etmelerine ve dağılıp gitmelerine yol açan kötü bir huydur. Bu sebeple hilim, peygamberlerin sıfatlarından biridir. Halîm, yâni yumuşak huylu olmayan bir kimse peygamberlik gibi mühim bir vazîfeyi îfâ edemez. Nitekim bu husûsu kitaplarından öğrenen bâzı yahûdî âlimler, Efendimiz’in hilim sıfatını tecrübe etmişler, O’ndaki engin hilim okyanusunu görünce de îmâna gelmişlerdir. Allah Teâlâ buyurur:

(Rasûlüm!) O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; (yapacağın bir) iş hakkında onlarla istişâre et! Kararını verdiğin zaman da artık Allâh’a tevekkül et! Muhakkak ki Allâh, kendisine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

İslâm, ifrat ve tefrite düşmeden îtidâle dayalı bir üslûp gözetmeyi, bilhassa insan eğitimi ve tebliğ gibi hizmetlerde aslî bir düstur olarak kabûl etmiştir. Bu düstur da hiç şüphesiz, “hilim” ile gerçekleşebilir.

Cenâb-ı Hak, “el-Halîm”, yâni hilm sâhibi olduğunu bildirir. İnsan neslinin en mülâyimi olan Allah Rasûlü’nün[1] bütün meclisleri de; hilim, ilim, hayâ, sabır, tevekkül ve emânet gibi fazîletlerin cârî ve hâkim olduğu bir mahal idi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hilm ve müsâmaha üslûbunun, hayâtın her safhasında yaşanmasını arzu ederdi. Nitekim bu güzel ahlâkın ticâret hayâtında da yaşanmasının fazîletine dâir şöyle buyurmuştur:

“Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gösteren kimseye, Allah Teâlâ rahmet etsin.” (Buhârî, Büyû‘, 16; İbn-i Mâce, Ticârât, 28)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İnsanlara borç para veren bir adam vardı. Hizmetçisine şöyle derdi:

«–Darda kalmış bir fakire vardığında onu affediver; umulur ki Allâh da bizim günahlarımızı affeder.»

Nihâyet o kişi Allâh’a kavuştu ve Allah Teâlâ onu affetti.” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Müsâkât, 31; Buhârî, Büyû‘ 18)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:

“Sıkıntıda olanlara ve borçlulara vâde veren (veya alacağından vazgeçen) kişiyi, Allah Teâlâ, hiçbir gölgenin olmadığı günde kendi gölgesinde gölgelendirir (onu korur).” (Müslim, Zühd, 74)

Fakat borç verenlerin bu fazîletli hâline mukâbil, borç alanların da bu müsâmahakâr davranışı istismâr etmemesi îcâb eder. Zîrâ borç husûsu o kadar mühimdir ki, Allah Rasûlü, namazı kılınmak üzere bir cenâze getirildiği zaman ilk olarak; “Borcu var mıydı?” diye sorardı. Varsa borcunu ödettirir, sonra namazını kılar, şâyet borcu ödenmez ise namazını kılmaz idi.

Diğer taraftan, Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, yeni müslüman olan, dini yeterince öğrenme fırsatı bulamayan kimselere karşı da dâimâ müsâmahalı davranmıştır. Bu bakımdan hilim ve müsâmaha, nebevî ahlâk ile ahlâklanmış olan evliyâullâhın ve sâlih mü’minlerin en mühim vasıflarındandır.

ALLAH’IN SEVDİĞİ İKİ ÖZELLİK

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Abdülkaysoğulları’ndan Eşecc’e:

“Sende Allâh’ın sevdiği iki husûsiyet vardır: Hilim (yumuşak huyluluk) ve teennî (ihtiyatkârlık.)” buyurmuştur. (Müslim, Îmân, 25, 26)

Lokmân Hakîm şöyle der:

“Evlâdım! Üç şey, üç şeyle bilinir: Hilim, gazap ânında; şecaat, harp meydanında; kardeşlik ise, ihtiyaç ânında.”

Bütün hasletler gibi hilim ve müsâmahanın da bir ölçüsü vardır. Yumuşak huylu olmak için zulme boyun eğmek veya ilâhî kanunların ihlâline müsâmaha ile yaklaşmak aslâ doğru bir tavır değildir. Hilm-i himârî (merkep uysallığı) denilen böylesi bir davranış, kötü kimselerin kötülük yapma arzusunu ve cesâretini artıracağından, son derece yanlış bir tavırdır.

MÜSAMAHA VE HİLİM (HİLM) ÖRNEKLERİ

  • İnsanların hayırlıları

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Bir bedevî, Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm-’a gelerek alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hattâ:

“–Borcunu ödeyinceye kadar Sen’i rahat bırakmayacağım.” dedi. Ashâb-ı kirâm, bedevîyi azarlayıp:

“–Yazıklar olsun sana! Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın!” dediler. Adam:

“–Ben hakkımı talep ediyorum.” dedi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, ashâbına:

“–Sizler niçin hak sâhibinden yana değilsiniz?” buyurdu ve Havle bint-i Kays -radıyallâhu anhâ-’ya adam göndererek:

“–Sende kuru hurma varsa borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz.” dedi. Havle:

“–Hay hay! Babam Sana kurban olsun ey Allâh’ın Rasûlü!” dedi.

Kadın, Rasûlullâh’a borç verdi, O da bedevîye olan borcunu ödedi ve bir de yemek ikrâm etti. Bedevî:

“–Borcunu güzelce ödedin. Allâh da Sana mükâfâtını tam olarak versin!” diye memnûniyetini ifâde etti. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–İşte bunlar (borcunu hakkıyla ödeyenler), insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet, iflâh olmaz.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Sadakât, 17)

Görüldüğü üzere, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın hayâtı, insanoğlunun başına gelebilecek hemen hemen her hâdise için örnek alınabilecek davranış güzellikleriyle doludur. Yeter ki, O’nu yakından tanıyıp, Sünnet-i Seniyyesi muhtezâsınca yaşama gayreti içinde olalım…

  • Müsamaha ve hilim (hilm) örneği

Cübeyr bin Mut’im -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Huneyn Gazvesi’nden dönüşte Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- ile birlikte yürürken, bedevî Araplar ganimetin taksîmini ısrarla istemeye başladılar. Neticede Allah Rasûlü’nü Semüre ağacının altında durdurdular. Cübbesi ağaca takılıp kaldı. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devesini durdurup:

“–Cübbemi verin bana! Şâyet şu gördüğünüz ağaçlar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak biri olmadığımı görürdünüz!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd 24, Humus 19)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yeni Müslüman olmuş ve bu dînin zarâfet ve inceliklerini henüz rûhuna sindirememiş olanlara bile hilim ve müsâmaha ile muâmele etmiştir.

  • Peygamberimizin hilmi ile ilgili örnekler

Enes -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Ben Rasûlullâh’ın ellerinden daha yumuşak olan ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum. Allah Rasûlü’nün kokusundan daha hoş bir râyiha da koklamadım. Efendimiz’e tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile «Üf!» demedi. Yaptığım bir şey sebebiyle; «Niçin böyle yaptın?» demediği gibi, yapmadığım bir iş sebebiyle de bir kez bile; «Şöyle yapsan olmaz mıydı?» demedi. (Buhârî, Savm 53, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil 82)

İşte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine on yaşında emânet edilen Hazret-i Enes’i, hâl ve davranışlarıyla böyle terbiye ediyordu. Tasavvuftaki terbiye metodu da bu şekildedir. İnsan, şahsiyet ve karaktere hayranlık duyar ve hayran olduğu kimseyi taklîd eder. Çünkü “taklid meyli”, insanoğlunun yaratılışındaki en köklü temâyüllerden biridir. Bu yüzden insan, müsbette de menfîde de maddî ve mânevî tekâmülünü hep hayran olup taklîd ettiği kimselerin tesiri altında gerçekleştirir.

Muâviye bin Hakem -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in arkasında namaz kılarken cemaatten biri aksırdı. Ben de hemen “yerhamukellâh” dedim. Cemaat bana dik dik bakmaya başladı. Bunun üzerine:

“–Vay başıma gelenler! Yâhu bana niye öyle bakıyorsunuz?” dedim. Bu sefer ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Onların beni susturmaya çalıştıklarını anlayınca kızdım; ama yine de sustum.[2]

Anam-babam Rasûl-i Ekrem’e fedâ olsun. Ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra kendisinden daha güzel bir muallim görmedim. Vallâhi beni ne azarladı ne de dövdü. Namazı kıldırıp bitirince yumuşak bir lisanla bana:

“–Bu ibâdetin adı namazdır. Namaz kılarken dünyâ kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz; tesbîh, tekbîr ve Kur’ân okumaktan ibârettir.” buyurdu. Yahut buna benzer ifâdeler kullandı. Ben de:

“–Yâ Rasûlâllah! Ben yeni Müslüman oldum…” dedim… (Müslim, Mesâcid, 33)

  • Peygamberlik alâmetlerinden iki tanesi

Yahûdî âlimlerinden Zeyd bin Sa’ne, bekledikleri son peygambere dâir Tevrat’ta yazılı husûsiyetlerin, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’de bulunup bulunmadığını araştırıyordu. Bir gün, Hazret-i Peygamber’i, yanında Hazret-i Ali olduğu hâlde evinden çıkarken gördü ve peşine takıldı. O sırada bedevî giyimli bir adam Rasûlullâh’a yaklaşarak:

“–Yâ Rasûlâllah! Ben falan kabîle halkına, şâyet müslüman olurlarsa, kendilerine Allah Teâlâ’nın bol rızık vereceğini söylemiştim. Onlar da müslüman oldular. Fakat ne yazık ki kabîlelerinde kıtlık başgösterdi. İnsanlar çok zor durumda. Dünyâlık ümîdiyle müslüman olan bu adamların, umduklarını bulamayınca tekrar eski dinlerine dönmelerinden korkuyorum. Şâyet onlara yardım etmek için bir şeyler göndermek istersen, ben götürebilirim.” dedi.

Bu konuşmayı dinleyen Zeyd bin Sa’ne, Allah Rasûlü’nü denemek için uygun bir fırsat yakaladığını düşünerek söze girdi:

“–Yâ Muhammed! Şâyet o adamlara yardım etmeyi düşünüyorsan, yapacağımız bir mukâvele ile Sana borç verebilirim.” dedi.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, ondan seksen dinar borç aldı, götürmesi için o sahâbîye verdi ve:

“–Onların yanına çabucak git ve imdatlarına yetiş!” buyurdu.

Bir başka gün Fahr-i Kâinat Efendimiz, yanında Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve bâzı sahâbîlerle Cennetü’l-Bakî[3] Mezarlığı’na bir cenâze götürüyorlardı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cenâze namazını kıldırdıktan sonra Zeyd O’na yaklaştı ve mübârek sırtındaki cübbesini var gücüyle çekti. Onun neden böyle yaptığını henüz anlayamayan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir yere düşen cübbeye, bir Zeyd’in asık suratına hayretle bakarken, Zeyd, önceden tasarladığı şekilde konuşmaya başladı:

“–Borcunu ödemeyecek misin yâ Muhammed? Siz Abdülmuttaliboğulları zâten borçlarınızı hep geciktirirsiniz!” dedi.

Hâlbuki Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Zeyd’den aldığı borcun vâdesi henüz dolmamıştı.

Hâdiseyi anlatan Zeyd diyor ki:

Bu sırada dönüp Ömer’e baktım. Öfkesinden sadrının körük gibi kabarıp indiğini görünce yüreğim ağzıma geldi. Ömer yüzüme sertçe bakarak:

“–Ey Allâh’ın düşmanı! Sen bu sözleri Rasûlullâh’a mı söylüyorsun? O’na hem saygısız davranıyor, hem de edepsizce konuşuyorsun ha! O’nu peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, şâyet Rasûlullâh sana borçlu olmasaydı, kelleni uçururdum!..” diye haykırdı.

Bir yahûdînin, Allâh’ın Rasûlü’ne hakâret etmesine dayanamayan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın nasıl gazaplandığını gören Efendimiz, ona gülümseyerek:

“–Sâkin ol ey Ömer! Şu anda hem ben, hem de bu şahıs, senden daha farklı bir davranış beklemekteyiz. Sen bana, borcumu güzel bir şekilde ödememi, ona da alacağını daha uygun bir dille istemesini tavsiye etmeliydin. Gerçi borcun vâdesinin dolmasına daha üç gün var ama, haydi sen kalk, ona borcumu öde! Kendisini korkuttuğun için de bir miktar fazla ver!” buyurdu.

Zeyd, alacağını fazlasıyla tahsîl ettikten sonra, Hazret-i Ömer’e şu îtirafta bulundu:

“–Bak yâ Ömer! Rasûlullâh’ın yüzüne her baktığımda, peygamberlik alâmetlerinin tamamını O’nda görüyordum. Fakat O’nda bulunması gereken iki husûsiyete sâhip olup olmadığını bugüne kadar anlayamamıştım. Acabâ kendisine karşı kaba-saba davrananları affediyor mu? Kendisine yapılan kabalıklar arttıkça O’nun hilmi ve müsâmahası da o nisbette artıyor mu? İşte ben bugün O’nu denedim ve kendisinin beklenen peygamber olduğuna iyice kanaat getirdim. Allâh’ı Rab, İslâm’ı dîn, Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı da peygamber olarak kabûl ettiğime, malımın yarısını da ümmet-i Muhammed’e sadaka olarak bağışladığıma şâhid ol!”

Zeyd’in Müslüman olmasına son derece sevinen Ömer -radıyallâhu anh-, onu şöyle îkâz etti:

“–Malını bütün Müslümanlara yetiremezsin. Bâri bâzılarına bağışladığını söyle.” dedi.

Zeyd:

“–Haklısın, malımın yarısını bâzı Müslümanlara bağışlıyorum.” diyerek sözünü düzeltti. (Hâkim, III, 700/6547)

  • Peygamberimizin hilim ve müsamahası

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hilim, müsâmaha ve sabır gibi güzel hasletlerle insanları yüksek karakter ve şahsiyetine meftûn etmiş ve Allah Teâlâ’nın lûtfu ile İslâm’ı kısa sürede bütün Arap Yarımadası’na yaymıştır.

Abdullâh bin Cahş -radıyallâhu anh-’ın Batn-ı Nahle Seferi’nde aldığı esirler arasında, Hakem bin Keysân da vardı. Fahr-i Âlem Efendimiz, Hakem’i İslâm’a dâvet etti. İslâm’ı bütün tafsîlâtıyla uzun uzadıya anlattı. Şüphelerini yok etmek için defâlarca tekrar etti. Allah Rasûlü’nün bu kadar gayret sarf etmesine rağmen Hakem’in hâlâ müslüman olmamasına öfkelenen Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Bununla ne diye konuşup durursun. Vallâhi o hiçbir zaman müslüman olmaz! Müsâade et, boynunu vurayım da varacağı yere, yâni cehenneme bir an önce varsın!” dediyse de Peygamber Efendimiz, Hakem’e İslâm’ı anlatmaya devâm etti. Hakem dikkatini toplayarak:

“–İslâm nedir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmen ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet getirmendir!” buyurdu.

Hakem:

“–Müslüman oldum.” dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ashâbına dönerek:

“–Eğer ben, biraz önce size uysaydım, o şimdi cehenneme gitmiş olacaktı!” buyurdu.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- der ki:

“Hakem’in Müslüman olduğunu görünce, sanki bütün geçmiş ve gelecek şeyler beni sıktı! Kendi kendime; «Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- benden daha iyi bilirken, ben nasıl O’na karşı bir şey istemeye kalkarım?!» dedim. Sonra da; «Benim maksadım ancak Allâh ve Rasûlü’nün rızâsını kazanmaktı.» diyerek kendimi tesellî ettim. Hakem, müslüman oldu. Vallâhi güzel de bir müslüman oldu. Allâh yolunda cihâd etti ve Bi’r-i Maûne’de şehîd edildi.” (İbn-i Sa’d, IV, 137-138; Vâkıdî, I, 15-16)

  • Kolaylık gösterin

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle bir hâdise nakleder:

Bedevînin biri, Mescid-i Nebevî’de küçük abdestini bozmuştu. Sahâbîler hemen onu azarlamaya başladılar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Adamı kendi hâline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.” buyurdu. (Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80)

  • Hilim ve müsâmaha örneği

Enes -radıyallâhu anh- şöyle der:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevî, Rasûl-i Ekrem’e yetişerek hırkasını sertçe çekti. Bedevînin bu hareketinden dolayı hırkanın kenarı Efendimiz’in boynunda iz bırakmıştı. Daha sonra bedevî:

“–Ey Muhammed! Elinde bulunan Allâh’a âit mallardan bana da verilmesini emret.” dedi.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, bedevîye dönüp tebessüm etti. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti. (Buhârî, Humüs 19, Libâs 18, Edeb 68; Müslim, Zekât 128)

Ne muazzam bir hilim ve müsâmaha numûnesi!..

  • Günahı terk ettiğinde

Ebu’d-Derdâ Hazretleri bir gün şehri dolaşırken, halkın, bir günahkâra ağır sözlerle hakâret ettiklerine şâhid oldu. Onlara sordu:

“–Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz, onu oradan çıkarmaz mısınız?”

Oradakiler:

“–Evet, çıkarırız!” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ Hazretleri:

“–O hâlde kardeşinize ağır sözler söylemeyin, size âfiyet veren Allâh’a hamd edin!” dedi.

Bunun üzerine onlar:

“–Siz bu günahkâra kızmıyor musunuz?” dediler.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in terbiyesinde yetişmiş bulunan güzîde sahâbî, bu suâle şöyle cevap verdi:

“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil günâhına kızıyorum, günâhı terk ettiğinde, o yine benim din kardeşimdir.” (Abdürrazzâk, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225)

  • Hilm ve müsâmaha üslûbu

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında Abdullâh adında biri vardı. “Himâr” lâkabıyla anılan bu zât, yaptığı şakalarla Hazret-i Peygamber’i güldürürdü. İçki içmesi sebebiyle de Rasûl-i Ekrem, onu zaman zaman cezâlandırırdı…

Bir gün yine böyle bir cezâ faslı bitip Abdullâh da gittikten sonra, oradakilerden biri, “Allâh’ım, ona lânet et!” diye bedduâ etti. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Böyle demeyiniz, kardeşinizin aleyhinde şeytana yardım etmeyiniz. Vallâhi ben onun, Allâh’ı ve Rasûlü’nü sevdiğini biliyorum. Ona bedduâ edeceğinize; «Allâh’ım! Onu bağışla. Allâh’ım! Ona merhamet et!» diye duâ ediniz.” buyurdu. (Buhârî, Hudûd, 4, 5; Ebû Dâvûd, Hudûd, 35)

İşte bu manzara da, Allah Rasûlü’nün ümmetine olan şefkat, merhamet ve muhabbetinden kaynaklanan hilm ve müsâmaha üslûbunun bâriz bir tezâhürüdür.

  • Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakış 

Rebî bin Haysem Hazretleri bir gün namaz kılarken, gözünün önünde yirmi bin dirhem kıymetindeki atı çalındı. Fakat o, hırsızın peşine düşmek yerine huzurla edâ ettiği namazına devâm etmeyi tercih etti.

Onun bu büyük kaybını duyan dostları koşarak kendisini tesellî etmeye geldiler. Hazret, dostlarına:

“–O adam atımı çözerken kendisini gördüm. Lâkin ben o vakit daha mühim ve çok sevdiğim bir işle meşguldüm. Onun için hırsızı kovalamadım.” dedi.

Bunun üzerine dostları, hırsıza bedduâ etmeye başladılar. Hazret onları susturarak:

“–Sâkin olun, bana zulmeden falan yok! O adam kendi nefsine zulmetti. Zavallının kendine yaptığı yetmiyormuş gibi, bir de biz ona zulmetmeyelim!” dedi. (Bkz. Babanzâde Ahmed Naîm, İslâm Ahlâkının Esasları, s. 85-86)

İşte, merhamet ve şefkatin zirvesinde yaşanan eşsiz bir numûne… Hak dostlarının sâhip olduğu müstesnâ bir hâl, yâni Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı…

  • İmâm Şabî’nin fazileti

Tâbiînin büyüklerinden İmâm Şa’bî’nin, kendisine hakâret eden fâsık bir şahsa:

“–Dediklerin doğru ise, Allâh beni affetsin! Eğer yalancı isen, Allâh seni affetsin!” şeklindeki cevâbı, ne büyük bir fazîletin yansımasıdır.

HİLM VE MÜSAMAHA SAHİBİ OLMAK

Velhâsıl, merhamet, şefkat ve muhabbet gibi güzel hasletlerin netîcesi olan hilim ve müsâmaha, insanlarla muâşerette mühim esaslardandır. Cenâb-ı Hakk’ın emr-i ilâhîsi ve Peygamber Efendimiz’in tabiat-ı asliyesidir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Rıfktan (yumuşak huyluluktan, mülâyimlikten) nasîbi olana, hayırdan da nasip verilmiştir. Rıfktan nasîbi olmayan da hayırdan mahrum kılınmıştır.” (Tirmizî, Birr, 67/2013)

Dipnotlar:

[1] Bkz. Müslim, Hac, 137. [2] Namazda ibâdet dışı bir fiilde bulunmak, elbette namazın rûhuna zıt bir keyfiyettir. Lâkin bu misaldeki kızan ve kendisine kızılan sahâbîlerin namazda sergiledikleri bu tavırlarını da mâzur görmek îcâb etmektedir. Zîrâ o zamanlar toplum henüz yeni müslüman olduğu için, insanlar ibâdet ve âdâbını yeni öğreniyorlardı. [3] Cennetü’l-Bakî: Peygamber Efendimiz’in mescidine yüz metre mesâfede bulunan meşhur Medîne kabristanı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HİLM NEDİR?

Hilm Nedir?

BİR MÜSLÜMANIN HİLM VE ŞEFKAT ÜSLÛBU NASIL OLMALI?

Bir Müslümanın Hilm ve Şefkat Üslûbu Nasıl Olmalı?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.