Müjdelenen Müminler

Selam ile müjdelenen müminler...

Hicr Sûresi’nde şöyle buyruluyor; (Allah’ın azabından korkup rahmetine sığınan) takvâ sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. (Onlara) “oraya emniyet ve selâmetle girin” (denilir.) Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar. Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır. (Rasûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu söyle. Azabımın da elem verici bir azap olduğunu bildir.”1

Kur’ân-ı Kerîm, insanı ilk önce îmâna çağırır.2 Îmân dairesine girenleri sâlih amellere ve güzel âhlaka teşvik eder,3 kötülüklerden sakındırır.4 Bundan sonrasında ise emir ve yasaklara uyanların mükâfatı5 ile itaat etmeyenlerin hazin akıbetini bildiren (tebşîr ve inzâr) âyetleri gelir.6 Bu üçüncü cümleden olmak üzere yukarıda meâli arzedilen âyetler, gerçekten umudumuzu yeşertiyor. Düşünebiliyor musunuz, Yüce Mevlâ –şimdi hayatta olan herkesin katılma ihtimali bulunan– cennet ehline “Selâm size!” buyuracak, “Esenlikle girin oraya!” diye iltifat edecek...

Buna lâyık olma umuduyla, “müjdelenen mü’minler”i niteleyen takvanın manasına bakıyorsunuz... Görüyoruz ki takva; Allah’ın razı olduğu fiillere şevkle sarılarak gazap ettiklerinden titizlikle sakınmaktır. Gayretullaha dokunur endişesiyle şüphelilerden uzak durmaktır. İbâdet ve muâmelâtta işin fetvasıyla yetinmeyerek daima efdalini yapmaya talip olmaktır ve bunu hayat tarzı hâline getirmektir. Nitekim Rûhu’l-Beyân’da takvanın üç çeşit olduğu belirtilmiş ve bunların Allah’ın emrettiklerine rağbet ederek yasaklarından sakınmak; ahiret derecelerine rağbet ederek dünya şehvetlerinden korunmak, ilâhî sıfatlara iltizâm ederek mâsivâdan korunmak olduğu söylenmiştir. Bunlardan birincisi avâmın, ikincisi havâssın, üçüncüsü de ehassü’l-havâssın takvasıdır, denilmiştir.”7

Yukarıda söylenenler muvacehesinde takvanın çerçevesini; gizli açık, dünyevî, uhrevî bütün fiilleri içine alacak kadar kuşatıcı ve kapsayıcıdır, diye tespit etmiş oluyoruz. Bu tespit bize Rasûlullah (s.a.v.)’in, hiçbir iyiliği küçük görmemeyi öğreten “Kırk sevap vardır ki bunların en üstünü, birisine sağması için ödünç olarak bir keçi vermektir. Kim sevabını umarak ve hakkındaki va’dlerine inanarak bu kırk hayırdan birini işlerse, Allah Teâlâ onu bu sebeple cennetine koyar.”8 hadîsini düşündürüyor. Onunla birlikte “Îmân yetmiş (veya altmış) küsûr şubedir. Bunların en üstünü “Allah’tan başka ilah yoktur” demek, en aşağısı da eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da îmândan bir şubedir.”9 hadîsini hatırlatıyor. Görüldüğü üzere bu hadîslerde geri kalan otuz dokuz iyilikle altmış dokuz şubenin neler olduğundan söz edilmemiş ve İslâm âlimleri de bunların beyân edilmemiş olmasının –sınırlandırılmaması bakımından– daha isabetli olduğunu söylemişlerdir.10

Şunu diyebiliriz; Müslüman’ın hâlis niyetle yaptığı her hareketi onu Hakk’ın rızasına taşıyabilir. Mesela ihtiyaç sahibinin imdadına yetişiveren bir sadaka, bir mustaribin acısına ortak olmak, bir canlıya merhamet edip su veya yemek vermek gibi akla gelebilecek bütün müspet davranışlar buna dâhil olabilir. Hasbî olarak yapılan bunun gibi şeylerden herhangi biri, bizi de müjdelenenler kervanına katabilir. Bu umudu kuşanan Müslüman, elbette hiç bir iyiliği küçük görmez ve hiç bir ıstıraba bîgâne kalamaz. İşte bütün bunları derinlemesine düşünürsek, muttakî mü’minlerin cennette selamlanacağı müjdesini veren âyetlerin, onları salih amellere teşvik eden âyetlerle irtibatı daha iyi anlaşılacaktır.

Âyet-i kerîmede cennet ehlinin gönüllerinden kinin sökülüp atılacağı beyân edilmiş ve kalplerindeki o maraz alındıktan sonra karşılıklı köşkler üzerinde oturacakları, kendilerine hiç yorgunluk gelmeyeceği ve oradan ebediyen çıkarılmayacakları müjdesi verilmiştir. Buradan anlaşılan o ki: “dostluk ve kardeşliğe mânî olan en önemli şey, gönüllerdeki kin, kıskançlık ve haset duygularıdır. Mü’min, bu kötü duygulardan kurtulduğu nispette ferahlayacak, dostları artacak ve dünyada bile cennet huzurunu yaşamaya başlayacaktır. Fakat nefse iyice yerleşmiş olan bu zararlı duyguları temizlemek, o kadar da kolay değildir.”11 Nitekim açıklamakta olduğumuz âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, cennet ehlinin kalplerinden kini söküp atmayı bizzat kendi üzerine almıştır. Şu hâlde, âyetlerdeki ilâhî tebşîrâtın tamamlayıcısı durumundaki “Biz, onların gönüllerindeki kini söküp attık.” cümlesi üzerinde ciddiyetle durmak lâzım. Demek ki, dîn kardeşleri arasında -sonunda birbirine karşı kinlenmeye sebep olacak- kırgınlıklar meydana gelmemesi için hassasiyet gerekiyor. Bir şekilde olan kırgınlıkların da hemen izâlesi için hususî gayret gerekiyor. Âhirete bu kabil yüklerden arınmış olarak göçebilmek için özel çaba gerekiyor. Bu türlü kalbî marazların cennet hayatındaki ülfet ve muhabbete engel teşkil edeceğinin duyurulmuş olması, fevkalâde önemlidir. Âyet-i kerîmedeki bu ifadenin, aynı zamanda mü’minlerin dünya hayatına ışık tutacak bir huzur reçetesi olabileceği de unutulmamalıdır.

Konumuzu teşkîl eden âyetlerdeki; “Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu söyle. Azabımın da elem verici bir azap olduğunu bildir.” cümlesi, “hıtâmuhû misk” kabîlinden bir hüsn-i hâtime gibi duruyor. İlâhî rahmetin genişliği müjdelenirken, şiddetli azabın da unutulmaması hatırlatılıyor. Demek ki Müslüman, ümit tarafı galip olmak şartıyla, daima ümitle korku arasında, teyakkuz hâlinde bulunacak. En başta verilen müjdeye liyakatin temel şartı bu olmalı.

Dipnotlar:

1) 15/45-50. 2) Yûnus Sûresi, 10/57;  108; A‘râf Sûresi, 7/158; Nisâ Sûresi, 174-175; 170; 1. vb. 3) Bakara Sûresi, 2/62; Mâide Sûresi, 5/69; Nahl Sûresi, 16/97; Kehf Sûresi, 18/88; Meryem Sûresi, 19/60; Furkan Sûresi, 25/70 vb. 4) Necm Sûresi, 53/32; Hac Sûresi, 22/30; Hucurât Sûresi, 49/12; Mâide Sûresi, 5/90 vb. 5) Âl-i İmrân Sûresi, 3/144; Nahl Sûresi, 16/96; Ankebût Sûresi, 29/7 vb. 6) Enbiyâ Sûresi, 21/29; En’âm Sûresi, 6/93; Yûnus Sûresi, 10/52; Ahkaf Sûresi, 46/20; Tahrîm Sûresi, 66/7 vb. 7) Rûhu’l-Beyân, Kur’ân Meâli ve Tefsîri, İsmâil Hakkı Bursevî, Ekram Yayınları, İstanbul, 2007, c. 10, s. 232. 8) Buhârî, Hibe, 35. 9) Müslim, Îmân, 58. 10) Riyâzü’s-Sâlihîn Peygamberimiz’den Hayat Ölçüleri, Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir vd. (Heyet), Erkam Yayınları, 2004, İstanbul, c. 1, s, 486. 11) Hakk’ın Daveti Kur’ân-ı Kerîm Meâli ve Tefsîri, Prof. Dr. Ömer Çelik, Erkam Yayınları, İstanbul, 2013, c. 3, s. 25.

Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 397

İslam ve İhsan

İSLAM'DA SELÂM NEDİR VE KİMLERE VERİLİR? SELÂMLAŞMA ADÂBI NEDİR?

İslam'da Selâm Nedir ve Kimlere Verilir? Selâmlaşma Adâbı Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.