Mizanda En Ağır Gelen Amel

Allah Teâlâ’nın biz kullarında görmek istediği güzel huylardan ibârettir "Ahlâk". Bu bakımdan güzel ahlâk sahibi olmak, Allâh’a yakınlığımızın en bâriz alâmetidir. Kulluk hayâtımızın seviyesini taçlandıran ulvî bir kıymettir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Kıyâmet gününde mü’min kulun terâzisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

 Ahlâk, Allah Teâlâ’nın biz kullarında görmek istediği güzel huylardan ibârettir. Bu bakımdan güzel ahlâk sahibi olmak, Allâh’a yakınlığımızın en bâriz alâmetidir. Kulluk hayâtımızın seviyesini taçlandıran ulvî bir kıymettir.

İnsanın izzet ve haysiyetini teşkil eden ahlâk, onun en belirgin kimliğini de ortaya koyar. Bu yüzden ahlâk, insanoğlunun üstün bir vasfıdır.

Ahlâkın gâyesi; kişiye dâimâ ilâhî kameralar altında yaşadığı idrâk ve şuurunu kazandırmaktır. Onu ham vasıflardan arındırıp “insân-ı kâmil” hâline getirmektir. Nezâket, zarâfet, edep, hayâ, cömertlik, şefkat, merhamet gibi yüksek hasletleri, tabiat-ı asliye hâlinde insanın özüne nakşedebilmektir. Bu bakımdan ahlâk; dîn ve îmânın ayrılmaz bir parçası, hattâ onun rûhu ve özü mevkiindedir. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de yüce vazifesini:

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” hadîsi ile hulâsa etmiştir. (Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk, 8)

ALLAH GÜZEL AHLÂKI SEVER Mİ?

Bir gün Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle buyurdu:

“−Sübhânallah! İnsanların çoğu hayır yapmaktan ne kadar da geri duruyorlar! Hayret doğrusu, bir kişiye müslüman kardeşi bir ihtiyacı için gelir de o kişi kendisini hayır işlemeye muhtaç görmez, (kardeşinin ihtiyacını karşılamaz)! O kişinin sevaba ihtiyacı yoksa cezaya uğramaktan da mı korkmuyor?! Hâlbuki onun güzel ahlâka koşması lâzımdır. Zira güzel ahlâk insanı kurtuluşa götürür.”

Bu esnâda bir kişi kalkıp:

“−Anam-babam sana fedâ olsun ey Mü’minlerin Emîri! Sen bunları Peygamber Efendimiz’den mi işittin?” diye sordu.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle cevap verdi:

“−Evet. Ancak bundan daha güzelini de işittim. O da şudur: Tayy Kabîlesiʼnin esirleri getirildiğinde içlerinden bir kadın, gâyet fasih bir lisanla:

«−Ey Muhammed! Eğer münâsip görürsen bizi serbest bırak! Arap kabîlelerini üzerimize güldürme! Ben bu kavmin efendisinin kızıyım. Babam insanların şeref ve haysiyetini korur, esirleri kurtarır, borçlu ve hastalara yardımcı olurdu. Açları doyurur, muhtaçları giydirir, misafiri ağırlar, yemek yedirir, selâmı yayardı. Bir ihtiyacı için gelen kişiyi kesinlikle geri çevirmezdi. Ben Hâtem-i Tâî’nin kızıyım.» dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«−Ey kadıncağız! Bu saydıkların gerçek mü’minlerin vasıflarıdır. Şayet baban müslüman olsaydı ona merhamet eder, çok iyi davranırdık. Bu kadını serbest bırakın! Zira onun babası güzel ahlâkı severdi. Allah Teâlâ da güzel ahlâkı sever.» buyurdu.

Ebû Bürde -radıyallâhu anh- ayağa kalkıp hayretle sordu:

«−Yâ Rasûlâllah! Allah güzel ahlâkı sever mi?»

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:

«−Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki hiç kimse güzel ahlâka sahip olmadan cennete giremez!»” (Beyhakî, Delâil, no: 2087 [Vefdü Tayy]; Şuab, VI, 241/8013)

AHLÂKÎ GÜZELLİKLERDEN MAHRUM BİR DÎNÎ HAYAT DÜŞÜNÜLEMEZ

Demek ki, ahlâkî güzelliklerden mahrum bir dînî hayat düşünülemez. Ahlâkî kıymetlerle tezyîn edilmeyen bir îman, mahfazasız bir mum ışığı gibidir. Nefsânî ve şeytânî fırtınalar karşısında dâimâ büyük bir tehlike ve risk altındadır.

O hâlde, dînimizi ve îmânımızı âdeta mânevî bir zırh olan güzel ahlâk ile muhâfaza altına almalıyız. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Cibrîl bana Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söyledi:

«Bu dîn (yani İslâm), Zâtʼım için seçip râzı olduğum bir dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe, onu bu iki hasletle yüceltiniz!»” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, VI, 392)

Şu hâdise, güzel ahlâkın, insanı îman ve hidâyet iklîmine götüren mânevî bir köprü mesâbesinde olduğunu ne güzel ifâde etmektedir:

Hazret-i Hatîce vâlidemizin akrabası olan Hakîm bin Hizâm -radıyallâhu anh- güzel ahlâk sahibi bir zât idi. Bu sahâbî, müslüman olmadan önce de son derece cömert, müşfik, hayır-hasenât sahibi biriydi. Kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, hayata kavuşturur ve himâye ederdi. Câhiliye devrinde yüz köle âzâd etmiş ve yüz deveyi hac esnâsında kurban kesmek ve muhtaçlara dağıtmak sûretiyle tasadduk etmişti. Müs­lüman olunca da yine Allah yolunda yüz deve infak etti ve yüz köleyi hürriyetine kavuşturdu. Bir gün Peygamber Efendimiz’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Câhiliye devrinde yaptığım bâzı hayırlar var: Sadaka vermek, köle âzâd etmek, sıla-i rahimde bulunmak gibi… Bunlara mukâbil bana ecir verilir mi?” diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sen zâten, daha önce yaptığın bu hayırlar hürmetine İslâm’la şereflendin!” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Zekât 24, Büyûʻ 100, Itk 12, Edeb 16; Müslim, Îmân 194-196)

İnsanı, hayatta en büyük nîmet olan “îman” ile şereflendiren güzel ahlâkın Hak katındaki değerini bir düşünmek îcâb eder. Bir de şunu düşünmek gerekir ki, kâfirlerin hidâyetine vesîle olan güzel ahlâk, kim bilir îman ehlini ne ulvî mertebelere nâil kılar…

Güzel ahlâkı elde etmenin yolu, hiç şüphesiz Allah Rasûlü’ne ve O’nun izinden giden sâlih kullara dost olmaktan geçer. Fazîletler halkasına tutunmanın ilk şartı budur. Onların dostluğundan uzaklaşmak ise kişiyi kötü ahlâka ve gaflet girdabında helâk olmaya sürükler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.