Misyoner Kime Denir? Misyonerlik Nedir? Faaliyetleri Neler? Nerelerde Var? Misyonerlik Hakkında Bilgiler

Misyoner kime denir? Misyonerlik nedir? Ne demek? Misyonerlik faaliyetleri nelerdir? Misyonerlik faaliyetleri nerelerde devam ediyor? Günümüzde misyonerlik faaliyetleri neler? Misyonerlik hakkında bilinmesi gerekenler...

A. MİSYONERLİK NEDİR?

Latince "Missio" kelimesinden türetilen mission (misyon), sözlükte görev, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel görev anlamına gelmektedir. Bu görev ve yetki dinî olabileceği gibi siyasi ve diplomatik de olabilir. Misyon daha  özelde ise, Hıristiyanlığı, hıristiyan olmayan ülkelerde yaymak gayesi ile yapılan tüm çalışmaların genel bir adıdır. Bu misyon faaliyetlerinde  görev yapanlara da misyoner denilmektedir.[1]

Günümüzde misyonerlik denilince akla Hıristiyanlık gelmektedir. Çünkü misyon kelimesi Yeni Ahid'in (İnciller) diline ait bir kelimedir ve Hıristiyan ilahiyatının özel bir alanını teşkil etmektedir. Misyon, bu konuda yetki ile donatılmış bir kimsenin görevlendirilmesini belirtmektedir. Misyon terimi, Hıristiyanlıkla kilise ile özdeşleşmiş bir terim haline gelmiştir. Hıristiyanlıkta misyon;

1."Baba tarafından Oğulun ve Kutsal Ruhun gönderilmesini" ifade etmektedir. Bu, "ilahi misyon" olarak değerlendirilmektedir.

  1. İkinci olarak misyon, Mesih-İsa tarafından "Havarilere yüklenmiş görev"i karşılamaktadır. Misyonerler bunu Hz. İsanın "Şimdi gidin bütün milletleri şakird edinin. Onları, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ismiyle vaftiz eyleyin, size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin"[2] sözünü bir emir kabul etmiştir.
  2. Üçüncü olarak, daha çok günümüzdeki misyonerlikle ilgili olarak kullanılan anlamıdır. Bu da, Kilisenin İncil'i hem kendi üyelerine hem de diğerlerine duyurması, yani Hıristiyan olmayanları Hıristiyanlaştırması"dır.

Bu anlayış çerçevesinde hıristiyan dünyası idealinde "misyonerlik" eksik olmamış, önceleri yahudilere tebliğ edilmiş ve ilk ceemaat de yahudi-hıristiyanlar olmuştur. Daha sonra hıristiyanlaştırma Grek-Latin dünyasını kaplamış ve o dünya "Batı Medeniyeti" olarak adlandırılmıştır. Günümüzde misyon, teknik bir terim olarak, içerisinde Müslüman dünyasının da bulunduğu Doğu, Uzak Doğu ve Afrika ülkelerinin hıristiyanlaştırılması anlamında kullanılmaktadır.

B. MİSYONERLERİN  GAYESİ

Tarihte, sahip olduğu fikir, inanç, din veya mezhebi hâkim kılma veya yayma gayesiyle çeşitli mücadelelere şahit olmaktayız. Bugün de ideolojisini veya inancını dünyaya hâkim kılma mücadelesi devam etmektedir. Bunların başında dünyanın bir çok bölgesinde yoğun faaliyet gösteren misyoner teşkilatları vardır. Misyonerler, diğer inanç ve fikir mensubu insanları da kendi dinlerine katmaya çalışırlar. Bunda başarılı olamasalar da en azından rakip dinin mensuplarının zihnini karıştırmaya veya kendi mensuplarını birlik içinde tutmaya çalışırlar.

Hıristiyan misyonerlerinin gayesi, yeni Hıristiyanlar kazanmak, en azından kendi mensuplarını birlik içinde ayakta tutabilmek, Batı Emperyalizmi’nin ve kültürünün nüfuz alanını genişletmektir.

 Roma Katolikliği, Avrupa'ya hâkim olduktan sonra, dünyanın her tarafında yaşayan insanları Hıristiyanlaştırmağa çalışmıştır. Bu arzusuna ulaşmak için önce kılıç yo­lunu denemiş ve böylece Haçlı Seferleri başlamıştır. Bu seferler, öncelikle İslâm dünyasına yönelmişti. Bu sırada dünyaya hâkim olma gayesindeki Hıristiyanlığı durdurabilecek tek din İslâm, tek kuvvet müslümanlardı. İslâm, günden güne ilerlemekte, mensuplarının sayısı da artmakta idi. Ancak Hıristiyan dünyası müslümanların ilerlemesini kılıç zoruyla durdurmayı başaramadı. Çünkü müslümanlar, Türklerle güç kazanmış ve Türkler İslâm'ı dünyaya yaymaya gayret etmişlerdi. Türkler, XVII. Yüzyılın ortalarına doğru Avrupa'nın merkezine kadar ilerlemişlerdi. Müslüman Türklerin başarısı, Hıristiyan kilisesini iflâs ettirmişti. İstanbul alınmış, İslâm'ın gayesi, hoşgörüsü ve akla uygun­luğu insanları büyülemişti. Bu durumda Hıristiyan dünyasının yapacağı tek iş, çeşitli yollarla bu İslâmî yayılmayı durdurmaktı. Bunun için çeşitli toplantılar yapılmış, çeşitli teklifler görüşülmüştü. Takip edilecek yollar çoktu.

Bunlardan biri de misyonerlikti. Misyonerlik faaliyetinin ana gayesi; yeni propaganda metotlarıyla Hıristiyanlığı yaymak, mensup­larını artırmaktı. Hıristiyanlık dinine sokamadıkları takdirde, onları kendi dinlerinden soğutmak, şüpheye düşürmek ve sonraki nesiller yoluyla da tamamen dinden döndürmekti. Bunun için gizli çalışma metotları geliştirilmiş; insanlara ve yaşadıkları yerlerin özelliklerine göre taktikler bulunmuştu.

Kongrelerin birisinde; İslâm alemindeki tasavvuf ve tarikat anlayışı, bu anlayışlara olan bağlılık üzerinde durulup tartışılmış; şeyhleri veya ileri gelen müritleri kandırmak, kendilerine alet etmek ve onları yanıltmak; bu gayeye ulaşabilmek için de eleman yetiştirip bu teşkilâtlara sokmak suretiyle Müslümanları ikna edebilecek­leri kararına ulaşılmıştı. Bu konuda en tesirli silah, müslümanlardan gözükerek, sinsice onların içine dalarak inançları konusunda şüphe uyandırmak ve böylece dinlerinden uzaklaştırmak en mantıklı ve en tesirli yol olarak görülmüştür.

Ayrıca Hıristiyan batılı devletlerin kendi emperyalist emellerine ulaşmak için  dini ve dolayısıyla misyonerliği bir araç olarak kullandıkları bilinmektedir. Amaç sadece dini değil, asıl önemlisi siyasi, ekonomik çıkarlar ve hedef ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin sömürülmesidir.  Hıristiyanların bu gayesini Kenya’nın ilk  başbakanı olan Kamau Kenyatta  şu sözleriyle özetler:

“Misyonerler topraklarımıza geldiğinde İncil onların, topraklar Afrikalıların elindeydi. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Neden sonra gözlerimizi açtığımızda, İncil bizim, topraklarımızsa  onların olmuştu.”[3]

Bu konuyu bir kızılderilinin şu çarpıcı sözleri ile bitirmek istiyoruz. Kızılderili diyor ki; “Bilge kişiler (misyonerler),  onların dinini kabul edebileceğimizi söylüyordu, ancak bu dini (Hıristiyanlığı) anlamaya çalıştığımızda, beyazlar arasında anlamamız gereken çok fazla din olduğunu  ve iki beyazın, hangi dinin öğrenilmesi gerektiği konusunda hiçbir zaman anlaşamadığını gördük. Önceleri bu bizi çok rahatsız etti, ta ki beyaz adamın dinini de kanunlarından daha fazla ciddiye almadığını ve bunların ikisini de yabancılarla olan ilişkilerinde işine yarayacağı zaman, yalnızca yardımcılar olarak kullanmak üzere hemen elinin altında tuttuğunu görene kadar. Bu bizim yaşam biçimimiz değildi. Biz kanunlarımıza uyar, dinimizi de yaşardık.. Aslında yalnızca kendini aldatan beyaz adamı hiçbir zaman anlamadık”[4].

C. GÜNÜMÜZDE MİSYONERLİK FAALİYETLERİ

Misyonerlik faaliyetleri 1980 sonrası doğu blokunun çökmesi, küreselleşme, iletişim araçlarının artması ve teknolojinin sunduğu yeni imkanlarla bu faaliyetler yeniden hız kazanmıştır. Özellikle Anadolu, Asya ve Ortadoğu’ya yönelik faaliyetlerde büyük artışlar görülmüştür. Nitekim papa 24 Aralık 2000’de yaptığı bir konuşmada “Birinci bin yılda Avrupa’yı, ikinci bin yılında Afrikayı Hıristiyanlaştırdıklarını, üçüncü bin yılda da sıranın Asya’ya geldiğini” ifade etmiş[5] ve burada hedef bölgelere ulaşmada önemli bir yere sahip olan Türkiye’nin de önemi vurgulanmıştır.  Bu faaliyetler o kadar hız kazanmış ve misyonerlik konusu  günlerce Türk medyasında  tartışılmıştır.[6]

1. İstanbul Merkezli Misyonerlik Faaliyetleri (Özellikle Protestanlar)

Son yıllarda ülkemizde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde artmış, adeta bir ağ gibi tüm yurt sathında boy göstermeye başlamıştır. Örneğin yoksulluk ve ekonomik krizin en çok hissedildiği İstanbul, Ankara vb. büyük şehirlerde, Türkiye’de meydana gelen Marmara depreminin arkasından Adapazarı ve civarında, Merkezi Samsun olmak üzere Doğu Karadeniz’de[7]  Eski Pontus Rum devletini diriltmek gayesi ile Sümela manstırının da bulunduğu Trabzon ve ilçelerinde[8], Anadolu’da  Nevşehir civarındaki Kapadokya bölgesiyle Ege de Efes ve Meryem ana kiliselerinin bulunduğu yerlerde yoğun bir misyonerlik çalışmaları yapılmaktadır.

Protestan misyoner faaliyetlerinde özellikle iki grup dikkati çekmektedir. Bunlardan ilki Ankara merkezli Kurtuluş kilisesidir. Kilisenin pastörü  bir Türk’tür  (İhsan Yınal Özbay) Kilise çevresinde Kore ve Çin asıllı olan çeşitli ABD vatandaşları bulunmaktadır. İkinci faal grupsa İstanbul merkezli Prespiteryan kilisesidir Bunun da pastörü kendisini Türk Dünyasının Prespiteryan Kiliseleri Ruhani Lideri olarak tanımlayan Turgay Üçal adlı bir Türk’tür. Bu kilise İstanbul ve Doğu Karadeniz bölgesinde aktiftir. Bunlar dil okullarında, kurslarda, uluslar arası eğitim faaliyetlerinde, bir takım paravan şirketlerde çeşitli görevlerde yer almakta, belli bir sempatizan grup ve çekirdek cemaat edindikten sonra deşifre edilme ve emniyet güçlerince takip edilme endişelerinden dolayı yerlerine başkalarını bırakmaktadırlar.[9]

Ayrıca Almanya merkezli Protestan Havariler Kilisesi, Yedinci Gün adventistleri gibi daha bir çok kilise kendisilerine taraftar bulmak amacıyla gerek Türkiyede, gerekse Avrupada faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu kiliseler özellikle Avrupa’daki Müslüman aileleri hedef almakta ve bunlar arasından edindikleri taraftarları misyoner olarak kullanmak suretiyle faaliyetlerini devam ettirmektedirler.[10]

Konuyla ilgili olarak gazetelerde çıkan haberler oldukça ilginçtir. Haberler, "Batılı misyonerler İstanbul’a üşüştü” başlığı ile verilmekte,  Avcılar’dan Güngören’e, Zeytinburnu’ndan Kartal’a İstanbul’un dört bir yanında apartman dairelerinin kilise haline getirildiğini ve misyonerlerin adım başı kilise açtıklarını ve son bir kaç yıl içinde İstanbul’da on dokuz yeni kilisenin açıldığını bildirmektedir.[11] İstanbul’da bulunan bu kiliselerin bir kısmı eskiden, çoğu da son üç yıl içerisinde açılan kiliseler olduğu ifade edilmektedir.[12] 

Son dönemlerde yapılan çalışmalarla Katoliklerin dışındaki tüm Hıristiyanların oluşturdukları bir birlik olan “Dünya Kiliseler Birliği”nin hedefinin "Müslümanlaşan eski Hıristiyanlar" olduğu gündeme getirilmiştir. Söz konusu haberde Başpapaz Aziz Palio'nun Dünya Kiliseler Birliği'ne sunduğu plana göre, Hıristiyanlar'ın yaşadığı, şimdi Müslümanlaştığı iddia edilen hedef bölgeler detaylı bir biçimde  ele alındığı, ayrıca Doğu bölgelerinde yöresel dillere çevrilmiş İncillerin dağıtıldığı  iddiaları gündeme  getirilmiştir.[13]

Şu an iki radyo kanalı ile Hıristiyanlık propagandası yapılmaktadır. Bunlardan biri   Orta Dalga (MW) 1170 Khz’ den yayın yapan Kumru FM’dirBir diğer radyo ise 1993’te Müjde Yayıncılık bünyesinde kurulan ve FM kanalı  89,6’dan yayın yapmakta olan “Müjde FM” dir.

Ayrıca yurt dışındaki Türklere yönelik faaliyetlerin yapıldığı bir çok kiliselerde bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Downs Baptist Church (İngiltere), Müjde Kilisesi ve Müjde Kurumu (Hollanda-Amsterdam), Brüksel Avederanagan İncil Kilisesi (Belçika), Türkçe Konuşan Kilise Topluluğu, İsa Mesih İmanlılar Cemaati  (Almanya)  [14]

2-Misyonerler Irak’ta

Misyoner örgütleri, son yıllarda, İslâm Dünyası'nın bütününü içine alan enlemlerden esinlenerek "10-40 pencere" dedikleri bir formülü uyguluyorlar Onların bu arzuları son Irak savaşı ile ilgili olarak tekrar gündeme gelmiştir. Konuyla ilgili olarak İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesinde Matthew Engel, Irak’ta faaliyet yapabilmek için güvenlik sinyali bekleyen Hıristiyan misyonerlerinin bulunduğunu, onların bir ellerinde gıda malzemesi götürürken, öteki ellerinde de İncil bulunduracaklarını söylemektedir. Onlar bunu yaparken, Irak'ta Hıristiyanlığın köklerinin, İslâm öncesine dayandığını da ifade etmektedirler.

Sözkonusu habere göre işgal altındaki Irak'ta misyoner faaliyetlerini yürütme görevi iki Amerikalı din örgütüne bırakılmıştır. Bunlardan biri, George W. Bush ile özel bağları bulunduğu bilinen 'Southern Baptist Kilisesi', diğeri de Bush'un İncil üzerine yemin ederek başkanlığı devraldığı törende dua eden Franklin Graham[15] adlı papazın "Samaritan's Purse" adlı örgütüdür. Bu iki örgüte mensup misyonerlerin, savaş biter bitmez Irak'a geçmek üzere şimdiden Ürdün'de toplanmış oldukları belirtilmektedir. Southern Baptist Kilisesi, aylar önceden Irak'taki misyonerlik faaliyetleri için bağış kampanyası başlatmış; savaş sürerken kampanyaya daha da hız vermiştir. Günde en az on bin kişiyi doyuracak, yirmi bin kişiye içme suyu sağlayacak, dört bin aileyi barındıracak, yüz bin kişiye tıbbi yardım yapacak hazırlığı olduğu ve bu kiliseye mensup sekiz yüz misyonerin Irak'ta görev alacakları bildirilmektedir.[16]

3. Bazı Misyonerlik  Siteleri

Misyonerlerin basın yayın organlarında ve özellikle de internet  sitelerinde oldukça yoğun faaliyet içerisinde oldukları görülmektedir. Değişik kilise ve cemaatlerin kendilerine ait siteleri bulunmaktadır.   Örnek olarak şu adreslere bakılabilir;

  • kilisem.cjb.net (Üsküdar son buyruk kilisesi)
  • turkkilisesi.com
  • incil.com.
  • kutsalkitap.org,
  • mujde.org
  • isamesih.org ..
  • besistaskilisesi.org (Beşiktaş Türk Protestan Kilisesi)
  • twpc93.com (İstanbul Presbiteryen Kilisesi)
  • agapeturk.com/ (Koca Mustafapaşa Agape Kilisesi)
  • Lighthouseic.org (Türkçe hıristiyanlık sitesi)
  • girişkapısı.net (Türkçe hıristiyanlık sitesi)
  • golgota.org (Türkçe hıristiyanlık sitesi)
  • funet.fi/pub/doc/bible/html/turkish/
  • greatcom.org/laws/turkish/
  • zirveyayincilik.com
  • turkprotestan.org
  • radyokumru.com
  • turkhristiyanlar.com
  • bbie.org/turkish/index.html

Bunların dışında Yeni Yaşam Yayınları, Haberci Basın Yayın Dağıtım Ltd., Lütuf Yayıncılık, Kitabı Mukaddes Şirketi, Müjde Yayıncılık, Sevgi Yay., Kaya Yay., Kucak Yay. vb misyonerlik faaliyetleri bağlamında faaliyetlerini sürdüren bir çok yayınevleri de bulunmaktadır.

D. MİSYONERLERİN YETİŞTİRİLMESİ

Misyonerlerin ana gayesi; Hıristiyanlığı yaymak ve yeni Hıristiyanlar kazanmaktır. Bundan dolayı bu işi yapacak kimselerin kültür seviyelerinin yüksek ve hitabetlerinin mükemmel olması, gittikleri veya içinde bulundukları toplumda kendilerini kabul ettirecek şahsiyet ve kabiliyette bulunmaları, siyaseti, çalışma metotlarını çok iyi bilmeleri ve uygulamaları gerekmektedir. Bu gayelerine ulaşmak için misyoner teşkilâtlar, misyonerlerin yetiştirilmesine son derece dikkat ederler. Bunları şöyle özetlemek mümkündür:

1.Okullardan, ailelerinin izniyle en zeki ve en çalışkan çocuklar seçilir ve misyonerlik hizmetlerine göre yetiştirilir. Misyonerlik için seçilen şahıs, misyonerlik yapacağı ülkenin okullarında özel eğitim altına alınır. Hıristiyanlık iyice öğretilir. Hıristiyan heyecanı verilir. Misyonerlik hizmeti için, dünyanın en ücra köşelerine seve seve gidecek şekilde vazife şuuru ve sevgisi aşılanır.

2.Misyonerlere mümkün olduğu kadar meslekî eğitim de verilir. Doktorluk, misyonerlik faaliyeti için çok önemli bir vasıtadır. Hastane hizmetleri, hemşirelik, misyonerlik için en önemli ve tesirli vazifelerden­dir.

  1. İslâm ülkelerinde faaliyet gösterecek misyonerlere Arapça, İslâmî bilgiler ve İslâm felsefesi öğretilir. Bunun yanında onlar, müslümanlarca Hıristiyanlığa yöneltilecek tenkitler hususlarında çok iyi hazırlanır. Onlara ne gibi itirazların yapılabileceği ve o itirazlara nasıl cevap verecekleri öğretilir. Ayrıca İslâm'a veya Müslümanlara hangi hu­suslarda tenkit yöneltebilecekleri veya gençlerin zihinlerini hangi nokta­larda çelebilecekleri hususları da öğretilir. Misyonerin birden fazla dil öğrenmesi teşvik edilir.
  2. İslâm ülkelerindeki zeki, fakir ve yardıma muhtaç öğrenciler tesbit edilir. Bu öğrenciler, dil öğretme, maddî yardım, gezi imkânı gibi değişik yollarla elde edilmeye çalışılır.

E. MİSYONERLERİN ÇALIŞMA METOTLARI

  1. Misyonerler, Hıristiyanlığı yaymak için gittikleri ülkenin önce dinî, içtimaî ve kültürel durumunu inceleyip öğrenirler. Sonra da o ülkenin maddi ve manevi değerlerini ve kültürünü yozlaştırmaya ve yıkmaya çalışırlar.
  2. İslâm ülkelerindeki faaliyetlerinde genç neslin dinden ve millî değerlerden uzak yetişmesine çalışırlar. Bundan sonra hiçbir değer tanımayan kişilere, bunalım devrelerinde kurtarıcı din olarak Hıristiyanlığı sunarlar.
  3. Israrla gayelerinin dünya sulhunu, kardeşliği, sevgi ve hoşgörüyü gerçekleştirmek olduğu üzerinde dururlar.
  4. Hıristiyanlığın kolay, İslâmdaki namaz, oruç gibi ibadetlerin zor olduğunu ileri sürerler; haftada bir kiliseye gitmekle dinî vecibelerden kurtulmanın mümkün olabileceğini telkin ederler. Hıristiyanlığın sevgi ve kolaylık; İslâm'ın zahmet ve şiddet dini olduğunu öne sürerler.
  5. İnsanların kiliseye giderek, papaza günah itirafında bulunarak sorumluluktan kurtulup rahatlayacağını söylerler. Öte yandan insan­ların ruhî durumlarına hitap etmeye çalışıp kurtuluşu hedef alırlar. Onla­ra göre İsa'nın gelmesi yakındır. İsa gelecek ve inanan Hıristiyanları kurtaracaktır. Bunun için herkesin bir an önce Hıristiyan olması gerektiğini vurgularlar.
  6. Harp, yangın deprem vb. zamanları kendilerine bir fırsat bilip yardıma muhtaç olan bu insanlara destek vererek onların sempatisini kazanmaya çalışırlar. Her misyonere, malî yönden büyük bir destek sağlanır. O da bulunduğu ülkedeki işsiz, fakir ve kimsesizlere malî destek sağlayarak Hıristiyanlık propagandası yapar. Misyonerler, bağlı oldukları teşkilatla irtibatını daima devam et­tirirler. Kendisinin yalnız başına başaramadığı veya yetersiz kaldığı yerde teşkilat onun yardımına koşar.
  7. Açtıkları üniversite, kolej ve benzeri okullarda tefsir, hadis, fıkıh gibi İslâmi ilimlerle gidecekleri bölgelerin kültürlerini öğretirler. Buralarda yetiştirdikleri oryantalistleri ilmî inceleme adı altında hedef ülkelere göndererek oradaki müslümanların zihnini bulandırmaya, kafasına bazı yanlış fikirler sok­maya çalışırlar.
  8. Dünyadaki siyasî ve iktisadi gelişmeleri çok iyi takip edip müslüman ülkelerdeki bazı hadiseleri gayelerine göre yönlendirmek isterler. Müslüman ülkeleri birbirine düşürüp aralarında bir takım problemler çıkararak onların elindeki tabiî imkanları sömürmeye çalışırlar.
  9. Sapık tarikatlâra ve gruplara adam yerleştirerek veya bazı aşırılıkları destekleye­rek, onları şu veya bu sebeple tahrik ederek, bazı gayelerini gerçekleştirmeyi düşünürler.
  10. İlmî, edebî eserlerde, filimlerde ve özellikle de çizgi filimlerle dizi filimlerde konunun içine ustalıkla Hıristiyanlığa ısındırıcı, onu hoş gösterici sahneler yerleştirerek kafa ve gönüllere girmeye çalışırlar. Böylelikle Haçlı Seferlerinde gerçekleştiremediklerini, modern, ileri bir hayat görüntüsü altında (müzikten tiyatro ve sinemaya; spordan siyâsete kadar) çeşitli vesilelerle gerçekleştirmeye çalışırlar.
  11. Telefon rehberlerindeki isimlere mektup, broşür ve kitap gönderirler.
  12. Doğrudan misyonerlik yapmak yerine hedef ülkelerde dil kursları sosyal yardımlaşma kurumları , turizm büro ve acentaları açarak faaliyetlerini yürütmeye çalışırlar.

F. SON  DÖNEMLERDE MİSYONERLERİN FARKLI SÖYLEMLERİ

Kilise modern dönemlere gelindiğinde artık eskiden yürüttüğü misyon faaliyetlerinin başarısz olmaya başladığını gördü. Bir yandan batıda bir çok insan kiliseden uzaklaşırken diğer yandan İslâm hızla yayılma sürecine girdi. Ayrıca Avrupanın bir çok yerinde müslümanlarla Hıristiyanlar iç içe yaşamaya başladı bu vb. nedenlerle kilise artık yeni bir takım metodların uygulanması gerektiği inancına vardı. Bunun en açık göstergesi 1958-1963 yılları arasında yapılan İkinci Vatikan Konsilidir. Bu konsilin ana teması diğer din mensupları ile iyi geçinmeye çalışmak, diyalog vb. yeni görüntüler adı altında misyon faaliyetine devam etmektir. Son dönemlerde görülen bu farklılıklar diyalog, evangelizm, mahallikilisee verilen misyon izni, inkültürasyon metodu  vb.dir.

1. Diyalog

Yüzyılın başından itibaren dünyada meydana gelen siyasi ve ekonomik değişim ve gelişmelerden Hıristiyan kiliseleri, özellikle de Katolik kilisesi etkilenmiştir. Bu nedenle Katolik kilisesi kiliseler arasındaki anlaşmazlıkları gidermek ve bazı konularda işbirliği yapmak için bir konsil toplamaya karar vermiş ve bu konsil 1962-65 tarihlerinde Vatikanda toplanarak çeşitli faaliyetler yapmıştır.

Günümüz dünyasındaki gelişmeler için bu çeşit teşebbüsler normaldir. Çünkü insanlar bugün eskiye oranla birbirleriyle daha yakın siyasi, ticari, askeri ve dini münasebetler içerisinde bulunmaktadırlar. Bu münasebetlerin yürütülmesi, ancak karşılıklı iyi niyet, samimiyet ve hoşgörü esasına dayanmalıdır. Zira dünyanın pek çok yerinde müslümanlarla Hıristiyanlar iç içe yaşamaktadırlar. Katolik, ortodoks ve protestan mezhebine bağlı Hıristiyanların kendi aralarındaki bir çok anlaşmazlığa rağmen birden bire ortaya çıkarak yoğun bir şekilde diyalog adı altında müslümanlara yaklaşmaları şüphe ve ihtiyatla karşılanmıştır. Bu şüpheleri şöylece özetleyebiliriz:

Bu diyalog faaliyetlerinde Hıristiyanlar müslümanları bir realite olarak kabul etmekle birlikte, İslâm’ı hak dinler arasında görmekten çekinmişlerdir. İslâmdaki doğruları, Hıristiyan vahyinin kısmi yansımaları (!) olarak kabul etmişler, müslümanların ise potansiyel Hıristiyanlar olarak görüldüğü ifade edilmiş, nihai hedefinse onlara İsa-Mesih’in mesajını ulaştırmak olduğu vurgulanmıştır.  Çünkü kilise, kurtuluş için mutlaka gereklidir ve İsa-Mesih ise kurtuluşun tek ve yegâne vasıtasıdır.

İslâm’ın Hz. İsa, Yahya, Meryem ve Hıristiyanlığa gösterdiği hoşgörü, sevgi, saygı ve imanı henüz onlar İslâm’a, onun kitabı ve peygamberine gösterememişlerdir. Zira, Hıristiyanlar Hz. Muhammed (sav) ‘in peygamberliğini zaten kabul etmezler. Hatta daha da ileri giderek hakaret boyutuna varan ifadeler kullanırlar. Özellikle ortaçağlarda kaleme alınan çoğu eserlerde çarpıtılmış bir Hz. Muhammed (sav) tasviri ve İslâm imajı vardır. Bir kısım ehli insaf Hristiyanların dışında çoğuna  göre haşa İslâm putperest bir dindir, Hz. Muhammed (sav) sahte bir peygamber, şeytanın elçisi, deccaldir. Bu yüzden İslâm şeytani ilhamlardan kaynaklanan sahte ve tehlikeli bir dindir.

Yukarıdaki gerekçelerden hareketle Hıristiyan teologlar (din bilginleri) açıkça bu dinin ortadan kaldırılması için mücadele edilmesi gerektiğini söylemişlerdir.[17] Üstelik bunlar sıradan insanlar da değillerdi. Örneğin; Martin Luther koyu bir İslâm ve Türk düşmanı olarak bilinirdi[18], yine İtalyanların büyük edebiyatçı olarak kabul ettikleri Dante “Ve Divine Comedia” (İlahi Komedya) adlı eserinde Hz. Muhammed (sav)’i cehennemde göstermekten çekinmemiştir[19].

Buna karşı normal, hatta okuma yazması dahi olmayan sıradan herhangi bir müslümana, mesela dağdaki bir çobana, Hz Musa ve Hz. İsa (as) kimdir diye sorsanız size vereceği cevap onların büyük peygamberler olduğu, Allah’ın salih kullarından olup saygı gösterilmesi gereken büyük şahsiyetler olduğunu söyleyecektir. Eğer siz onlara –Hıristiyanların Hz. Muhammed (sav)’e yaptığı gibi-hakaret etmeye kalkışacak olsanız sizi dinsizlikle itham edecek ve gücü nisbetinde size tepkisini gösterecektir. Bu da bir müslümanın sözü edilen diyaloğu fiilen gerçekleştirmiş olduğunun en önemli bir delilidir.

Her ne kadar 1962 yılında yapılan II. Vatikan Konsili ile “Diyalog” adıyla İslâm da dahil diğer dinlere karşı daha ılımlı yaklaşılması tavsiye edilmişse de  bu şüpheyle karşılanmış ve misyonerliğin yeni bir taktiği olarak görülmüştür. Nitekim 11 Eylül hadisesinden sonra ABD yönetimine yakınlığıyla bilinen Rahip Jerry Falwell, CBS televizyonunda yayımlanan bir programda Hz. Muhammed (sav)‘i – Saddam Hüseyin ve Üsame b. Ladin gibi- gözünü kırpmadan insanları öldüren haşa bir terörist olarak sunması, müslümanları yalnız rahatsız etmekle kalmamış, aynı zamanda diyalog girişimlerinin ardındaki  gerçek niyetlere ilişkin  haklı kuşkulara sevk etmiştir.[20]

Yine çok yakın bir  tarihte  gazete haberlerine konu olan bir olayda, Filipinler Devlet Başkanı Arroyo'nun ABD başkanı Bush'a yazdığı bir mektupta, İslâm dünyasına yönelik saldırıların gerçek yüzününün İslâmı’ın ilerleyişini durdurmak, yer altı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmek olduğunu anlatıyor ve bu tür mücadelelerde  bir çok Hıristiyan grupların gerek birbirleriyle ve gerekse ABD yönetimiyle nasıl işbirliği yaptığından bahsediyordu.  Arkasında da bu çalışmalarda bütün hıristişyanların başkanın arkasında  olduğunu vurguluyordu.[21]     

Tüm bunlar kiliselerin İslâm’a bakış açıları ve misyonerlik faaliyetlerinde yeterli bir yumuşama ve eğilim bulunmadığı, müslümanlara daha sempatik görünerek bir metod değişikliği yaptıkları izlenimini vermektedir. Nitekim j. B. Taylor “Müsülümanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları diyaloğun önemini ortaya koymuştur. Burada söz konusu olan diyalog misyonerliğe bir alternatif değil, bizzat şartlara uygun misyonerliktir.” diyerek hedefe açıklık kazandırmakta, en azından diyalog çağrısında bulunanlardan bir kısmının gerçek düşüncesini yansıtmaktadır.[22] Ayrıca Papa II. John Paul  bu diyalogun kilisenin asli vazifelerinden biri olduğunu, diyaloğun misyon vazifesi ile tezat teşkil etmediğini yayınladığı bir çok mektupta açıkça söylemiştir.[23]

Yine diyaloğun başlamasından itibaren daha sonraki yıllarda müslümanlara yapılan zulümler ve düşmanca tavırların devam etmesi diyalogla ilgili şüpheleri destekler mahiyettedir. Mesela son yıllarda Bosna ve Kosovada müslümanlara yapılan toplu katliamlar ve sürgünler karşısında Hıristiyan dünyanın sessiz kalması, diyalog faaliyetlerinin inandırıcı olmadığını göstermiştir. Yine Yunanistan’da müslüman Türklere karşı yıldırma politikası izlenmiş ve yunan kültürünü müslümanlara benimsetmek için zor kullanılmış, bu olaylarla bizzat rahip ve metropolitler baş rol oynamışlardır.[24] Ayrıca diyalog konusunda kilisenin görevlendirdiği kimselerin aktif misyonerlik uzmanı oluşları, diyaloğun yeni bir misyonerlik metodu olabileceği şüphesini de gündeme getirmektedir.

Bütün bunlara rağmen kökünde insani ve ahlaki değerler taşıdığı hissedilen, karşılıklı saygıya dayanan samimi bir diyaloğun, savaşsız, barışcıl ve daha güvenli bir dünya için faydalı olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

2. Misyonerliğin Diğer Bir Adı: Evangelizm

Misyonerlik kavramı, Hıristiyan olmayanların zihinlerinde özellikle de müslümanlar arasında olumsuz bir anlam çağrıştırmaktadır. (Haçlı seferleri, sömürge faaliyetleri vb.’nin bu olumsuzluk imajının oluşmasında etkisi büyüktür.) Kilise bu imajı yıkmak için, bunun yerine daha olumlu anlamlar içerdiği düşüncesiyle “evangelizasyon” terimini kullanmaya başlamıştır.

Evangelizasyon terimi, tanıklık, ilan etme, iyi/ müjdeli haberi tüm insanlığa sunmayı ifade etmektedir. Bu nedenle Katolik kilisesi yayımladığı dökumanlarında bu terimin kullanılması tavsiye etmektedir. Bu terimi kullananlar kendilerini genelde  “Mesih İnanlıları” olarak tanımlarlar. Bunun dışında ne Katolik, ne Ortodoks ne de tam olarak Protestan olduklarını söylerler. Çoğu zaman kendilerinin Yehova Şahitleri’yle de karıştırıldığını, gerçekte ise onlarla da hiç bir bağlarının olmadığını söylerler. Mesih İnanlıları olarak kendilerinin yeni bir tarikat veya akım olmayıp köklerinin gerçekte Hristiyanlığın ilk günlerine dek uzandığını iddia ederler. Aslında tüm bunlar kendilerini kamufle etmekten başka bir şey değildir.

Evangelizasyon kelimesinin görünürde misyonerlikten farkı; insanları zorla değil de kendi isteği ile Hıristiyan yapma eğiliminde olması, sadece duyurmayı istemesi, bu faaliyeti bir kilise adına değil, Tanrının egemenliğini yeryüzünde gerçekleştirme gayesi ile yaptığını iddia etmesi, İsa’nın mesajını ve yaşamını tüm insanlığa duyurmayı hedef alması vb. farkları içerir[25]. Ancak misyonerlik faaliyetleri bağlamında yapılan çalışmalarda kullanılan terminolojinin değişmesine  rağmen temel zihniyetin değişmediği bir gerçektir. Bunlar sadece kılık değiştirmeye yönelik olup, bilinçli yapılan ve misyonerliğin bir gereği olarak gerçekleştirilen değişikliklerdir. 

3. Mahalli Kiliselere Misyon İzninin Verilmesi

Kilisenin modern dönemlerdeki misyonerlik faaliyetleri ile ilgili olarak yaptığı bir diğer değişiklik “kilisenin dışında kurtuluş yoktur” tezini biraz daha yumuşatır gözükmeye çalışmasıdır. Kilise önceden kendisinin dışında bir kurtuluşun olmadığını, tek gerçeğin kendisine ait olduğunu söyleyerek diğerlerini dışlamaktaydı. Kilise özellikle II. Vatikan konsili ile bu fikrinden vazgeçerek hem farklı mezheplerdeki Hıristiyanlarla, hem de Hıristiyan olmayanlarla bu misyon faaliyetini birlikte yürütmeye ve tüm dünya ile bir diyaloga girmeye karar verdi. 

Bir diğer değişiklik de mahalli kiliselerin de kendi başlarına misyonerlik faaliyetlerinde bulunabiliceği düşüncesiydi. Daha önceden ancak evrensel kilise bu faaliyeti yürütür ve mahalli olanları denetlerdi. Bu da misyonerlik faaliyetlerinin birinci dünya ülkelerinin (gelişmiş Hıristiyan devletlerin) emperyalist arzu ve istekleri doğrultusunda yürütüldüğü izlenimini vermekteydi. Bu nedenle de başarı şansı çok düşüktü. Bundan hareketle son dönemlerde mahalli kiliseler güçlendirildi. Böylelikle müslüman olan ülkelerdeki misyonerlik faaliyetleri batılı emperyalist güçlerin bir dayatması ile değil, bizzat o ülkelerde varolan mahalli kilisenin inisiyatifi ile yapıldığı izlenimini verecekti.[26] Ayrıca kilise görevlileri ve temsilcileri de o yöre halkından seçilecekti. Neticede bu yöntem sayesinde Hristiyan mesajı insanlara daha kolay ulaşacaktı. Nitekim son günlerde Türkiye ve diğer müslüman ülkelerde yapılan misyonerlik faaliyetlerini incelediğimizde mahalli/yerel kiliselerin ne kadar etkin olduğunu görmekteyiz.

Yukarıda ülkemize yönelik faaliyetlerde Protestan misyonerlerden iki gruba dikkat çekmiştik. Bunlardan ilki Ankara merkezli Kurtuluş kilisesi diğeri ise İstanbul merkezli Prespiteryan kilisesi idi Bu iki kilisenin ortak özelliği kilise temsilcilerinin ikisinin de Türk olması idi. Söz konusu bu kişiler zaman zaman Türk medyasında konuyla ilgili tartışmalara katılmakta ve müslüman Türk kamuoyuna şöyle bir mesaj vermeyi amaçlamaktadırlar: “Bakın biz de bir zamanlar sizin gibi Müslümandık. Ancak Hıristiyanlığı inceledik  ve onun Müslümanlıktan daha iyi bir din olduğunu öğrendik. Hıristiyan eğitimi alarak kilise yetkilisi olduk. Dolayısı ile bizim temsil ettiğimiz kiliseler egemen batılı güçler tarafından değil, bizzat daha önce Müslüman olduğu halde dininden memnun olmayıp bir arayış neticesinde (güya) doğru din ve kurtuluş yolu olan Hıristiyanlığı bulan samimi ve gerçek Hıristiyanlar tarafından yönetilmektedir.” denmek istenmektedir. Ayrıca Türkiye’ye yönelik faaliyetlerde daha çok Güney Kore kökenli misyonerler kullanılmaktadır. Bununla da amaç, misyonerliğin batı sömürge ve emperyalizminin bir aracı olmadığı izlenimini vermektir. 

4-  İnkültürasyon (Yada İki Yüzlülük) Metodu

Kilisenin misyon faaliyeti çerçevesinde benimsediği metodlardan biri de inkültürasyon metodudur. Buna geçmeden önce bu tavra temel teşkil edeceği düşüncesiyle Hıristiyanlığın kurucusu olan Pavlos’tan bahsetmek istiyoruz.. Misyonerlerin sinsi davranması ve her kılığa girerek Hıristiyanlığı yaymaya çalışması Pavlos’un  şu sözlerine dayanır. Pavlos, Korintoslara gönderdiği birinci mektubunda şöyle der:

“Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok adam kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri  kazanayım diye onlara Yahudi gibi davrandım Kendim Kutsal Yasa’nın (Musa şeriatının) denetimi altında olmadığım halde, yasa altındakileri kazanmak için onlara yasa altındaymışım gibi davrandım... Şeriatı olmayanlara da şeriatı olmayan gibi davrandım. Zayıfları kazanayım diye zayıflarla zayıf oldum. Her ne surette  olursa olsun bazılarını kurtarayım diye herkese her şey oldum...”[27] Mesela Pavlos, katı bir “sünnet olma karşıtı” olmasına rağmen, öğrencisi Timoteyus’u sünnet ettirmekten kaçınmamış, Musa şeriatıne inanmadığını söylemesine rağmen arınma törenlerine katılmakta bir sakınca görmemiştir.[28]  

Görüldüğü gibi Pavlos karşısındakileri inandırabilmek için adeta her şeyi caiz gördüğünü, amacına ulaşmak için her yolu mübah saydığını, belki daha masum bir ifadeyle “takiyye” yaptığını ifade etmektedir. Bu da misyonerlerin metotlarında bazı ahlaki sorunların olduğunu açıkça göstermektedir. Sonuçta muhatabını Hıristiyan yap da nasıl yaparsan yap mantığı görülmektedir. Bu özünde hiçbir ahlaki değer ve kaygı taşımayan hatta dinlerin hedeflediği “insanı ahlaklı yapma” prensibiyle de çelişen gayri ahlaki bir davranıştır.  Pavlos’un bu sözleri ve ikili rolü daha sonraki Hıristiyan misyonerleri için örnek kabul edilmiş ve sözleri bayraklaştırılmıştır Nitekim Pavlos’un bu metodolojisi kendisisinden yüzyıllar sonra yaşayan Makyavelli’nin  “amaca ulaşmak için her yol mübahtır” diye özetlediği  “Makyavelist” düşünceyle örtüşmektedir. Bütün bu düşünceler büyük İslâm mutasavvufı ve düşünürü Mevlâna’nın şu sözünü akla getiriyor: “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!” İşte iki düşünce arasındaki derin  ahlaki anlayış farkı ve insana bakış açısı.

Yukarıda anlattığımız Pavlos’un  metodu sonraki dönemlerde daha da sistematik hale getirilmiş ve bu Katoliklerce “İnkültürasyon”  yani kültürlenme;  protestanlarca “şartlara uydurma”[29]   terimleri ile ifade edilmiştir.[30] Bu terim farklı din ve kültürlere mensup olan  ve Hıristiyanlığa karşı olumsuz  bir bakış açısına sahip olan toplumları Hıristiyanlığa ısındırmak için, Hıristiyanlığın mesajını  o toplumların kendi dini ve milli değerlerine göre yorumlayarak anlatmalarını ifade eden bir terimdir.[31] Bununla bir nevi kilisenin politik ve emperyalist bir arzu içinde olmadığını göstermek, dolayısı ile Hıristiyan mesajını Yunan-Roma ve Batı kültüründen soyutlayarak yerli halkın diliyle vermeye çalışmaktadır. Bu son dönemlerde oldukça çok fazla kullanılan bir metoddur. Nitekim müslüman toplumlarda kendileri asla Kur’an-ı Kerimi, Hz. Muhammed (sav)’i kabul etmedikleri halde toplum önünde, medyada vb. konuşurken sanki kabul ediyorlarmış gibi bir izlenim vermeye çalışmaları bunun en bariz göstergelerinden birisidir.

Misyonerler daha başlangıçta, hedef ülkenin özelliklerine, o yerin insanlarının Hıristiyanlığın hangi konularını bilip hangilerine itiraz edebileceklerine göre yetiştirilirler. Bazan Müslümanların inançlarına hoş görülü davranır, İsa'ya Tanrı'nın Oğlu demekten kaçınırlar. Hatta önce İslâmî bilgilerle Müslümanlara yaklaşırlar.

Uzman bir misyoner olan E. Bethmann’ın başarılı olabilmeleri için misyonerlere şöyle bir tavsiyede bulunmuşur: “Müslümanların dininden ve dini kurumlarından konuşurken dikkat et. Muhammed’den yalancı peygamber olarak bahsetmek bir Hıristiyanın İsa için “fahişenin oğlu” demesi gibi bir şeydir. Sen Muhammed İslâm peygamberidir demekle hiçbir şey kabul etmiş olmazsın. Ayrıca İsa’dan Allah’ın oğlu diye bahsetme. Çünkü müslümanın nazarında bu bir küfürdür. Bundan kaçınmalı ki buna inanmayan kimseler nefret etmesinler. Onlarla daha sonra diyaloğa girilerek yakınlık sağlanınca istediğin propagandayı yap.”[32]

Yine ABD merkezli bir misyoner kuruluşuda çalışan Charles D. Egal şunları söyler: “Müslümanlara karşı onların din dilini kullanarak yaklaşın. Dua ve vaazlarda Kur’an’dan ve İslâm kültüründen, Hıristiyan inancıyla uyum içinde olan, ya da Hıristiyanlık açısından sorun olmayacak ifadeleri ve örnekleri kullanın...Yine Kur’an’ın da kendisinden çokca bahsettiği Hz. İsa, Meryem vb. konular müslümanlara yaklaşmada iyi birer örnek olabilir. Ancak bunu yaparken kesinlikle muhataba Kur’an’ın bir vahiy olduğu ya da olabileceği izlenimini verdirmeyin... Yine Müslümanların Cuma ibadetine  paralel olarak Cuma vaazları düzenleyebilir, ev kiliselerinin liderleri (rahip veya pastörler) imam şeklinde sunulabilir, ev kilisesine girerken ayakkabılar çıkarılabilir, aynı şekilde müslümanların uyguladıkları doğum ve ölüm törenleri, bayramlar vb. adetler Hıristiyan inancı bağlamında gözden geçirilip bunlara iştirak edilebilir. Domuz eti yemekten, şarap içmekten kaçınılabilir. Ayrıca bu misyon faaliyetinde mümkün mertebe yerli halktan olan kişileri seçmek ve kullanmak o toplumda İncil’in daha kolay yayılmasını sağlayacaktır.”[33] Zira dışardan yönlendirilen misyon çalışmaları ne kadar etkili olursa olsun  hitap ettiği kitle tarafından daima şüphe ve endişe ile karşılanacaktır.

Misyonerlerin faaliyetleri ile ilgili bu bölümümüzü şu anekdotla bitirelim. 18 Temmuz 1998’de Anklikan Kilisesinin düzenlediği 14. Lambeth Asamblesinde Afrikalı misyoner rahipler şu öneriyi getirirler: Uluslar arası finans ve bankacılık kuruluşlarının sömürgeci politikaları sayesinde Afrika ülkelerinin dış borçlarının ödenmesi mümkün olmayacak boyutlara ulaştığını, bu nedenle yeni bir misyon stratejisi olarak bu ülkelerin borçlarının silinmesini teklif ederler. Çünkü onlara göre Hıristiyan finans kuruluşlarının yüksek faizle yoksul Afrika ülkelerini sömürmelerine karşın, İslâm’ın faizi yasak kılması ve emrettiği zekat, sadaka vb. müesseseler sayesinde fakirlere yardım etmesi yoksul Afrikalıları İslâm’a çekmekte olduğunu söylerler.[34] Bunu itiraf eden rahipler borçların silinmesine öncülük ederek bir yandan  insanların İslâm’a geçmesini engellemeye çalışırken, diğer yandan da onları Hıristiyanlığa ısındırmaya çalışmaktadırlar.

G. MİSYONERLİK FAALİYETLERİ KARŞISINDA YAPILMASI GEREKENLER

Burada misyonerlik faaliyetleri karşısında yapılması gerekenlerden bahsetmek istiyoruz. Öncelikle insanımızı dinî ve millî kültürle beslemek; aklen ve ruhen tat­min etmek, özellikle gençlerimizi, her yaşta ve her çağda dini ders, seminer ve konferanslarla eğiterek İslâm'ı ve millî kültürümüzü iyi bir şekilde öğretmek ve benimsetmek gerekir. Her yaştaki insanın seviyesine göre kitap ve broşürler bastırmak ve herkesin oku­masını sağlamak, hatta mümkünse bunları ücretsiz dağıtmak gerekir.

Ancak bunları yaparken de tüm Hristiyanları potansiyel bir suçlu olarak görmekten de kaçınmak gerekir. Başka insanların dini değerlerine saygı duyan, onlara hakaret etmeyen, onlar hakkında sinsi planları olmayan, sadece kendi dininin gereklerini yerine getirmeye çalışan sade vatandaşların da bu haklarının korunması gerekir. Bunu yaparken ölçümüz Kur'ân-ı Kerim'in, "Dinde zorlama yoktur.”[35] “Habibim onlara söyle, sizin dininiz size, benim dinim bana"[36] gibi âyet-i kerimelerin ruhuna uygun davranmak gerekir.

Ayrıca misyonerlik çalışmalarının mahiyetini ve dayandıkları prensipleri çok iyi bilen ihtisas sahibi din ve bilim adamlarının yetiştirilmesine ağırlık vermek gerekir. Bunun yanında bu akımların yanlışlığını ve gerçek yüzünü ortaya koyan bilimsel araştırmalara da destek olunmalıdır.  Belki de en önemlisi ve pratik olanı vaiz, imam-hatip, müftü gibi din görevlileri aracılığı ile  zaman zaman halkı bu konuda bilgilendirmek ve  uyar­mak gerektiği düşüncesindeyiz. Özellikle ilkokullardaki din derslerinin  yetersiz ve ehil olmayan başka derslerin öğretmenleri tarafından değil, bizzat  4. ve 5. sınıflardan itibaren branş öğretmenleri tarafından  verilmesinin hayati bir önem taşıdığını vurgulamak isteriz.

Belki de her şeyden önemlisi kendi kültürümüz içinde yetişmiş, İslâm’ı yaşayan güzel örnek sahibi model şahsiyetleri tanımak ve tanıtmak  ve insanlarımızı  bunlarla buluşturmanın yollarını aramak gerekir.

Son olarak şu hususun altını kalın çizgilerle çizmek gerekir. O da Hz Muhammed (sav)’in “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi şerifini asla ve asla akıldan çıkarmamak gerekir. Özellikle büyük kentlerde geçim sıkıntısı çeken fakir-fukara, garip gurabalara, çaresiz, yoksul ve yetim insanlarımıza mutlaka ulaşmak ve ellerinden tutmak gerekir. Sadece misyonerliğin değil satanizm gibi değişik fikir ve ideolojilerin hedef kitlesi olan, sigara, içki gibi uyuşturucu bataklığına saplanan tüm insanlarımıza ve özellikle gençlerimize sahip çıkmak, Müslüman olmamızın bize yüklediği en öncelikli vazifemizdir. Öncelikle İslâm kültüründe çok önemli bir sosyal dayanışma müesseseleri olan zekat, sadaka, infak, vakıf gibi değerlerimizi yeniden ihya etmek gerekir. Ayrıca yaşlı batı nüfusu karşısında ülke nüfusumuzun çoğunun genç olduğunu göz önüne alırsak, geleceğin inşası açısından potansiyel bir güç olan gençliğimizin maddeten ve manen eğitiminin ne kadar hayati bir öneme sahip olduğu açıkça görülecektir.  

SONUÇ ve DİNLER ARASINDA İSLÂM’IN ÜSTÜNLÜKLERİ

İslâm dini, kendini hak din olarak görmekle birlikte, başka inanç mensuplarına da hayat hakkı tanımaktadır. Allah'ın Resulünün Mekke'de çizdiği inanç stratejisi her zaman İslâm dünyasında diğer din mensuplarına karşı kullanılmıştır. Bu strateji iki temele dayanmaktadır. Birisi "Dinde zorlama yoktur"[37] ayetidir. Diğeri "Sizin dininiz size, benimki de bana"[38] ayetidir. İslâm dini, bu ayet­ler istikametinde dini müsamahanın ve dolayısıyla vicdan hürriyetinin bekçisi durumundadır.

Bugün bir buçuk milyarlık İslâm dünyasında müslümanların sayısı, değişen dünya şartlarında İslâm dininin istikrarını ha­ber vermektedir. Modern çağda, sanayi ve dev şehirleşme ortamında bile İslâm, bu yeni durumlara göğüs gererek ayakta kalmasını bilmiştir. Çünkü İslâm'ın teorik yapışı yani onun akide hayatı, hiçbir zaman sanayileşmeye ve ilerlemeye karsı koymamakta; bilakis değişen dünya şartlarına, kendi özüne bağlı olarak yeni çözümler getirmektedir. Bunun için de müslümanların sayısı, değişen dünya şartları karsısında azalma yerine çoğal­maktadır.

Oysa bugün Hıristiyanlığın nüfus artışını Latin Amerika dengel­emektedir. Batı dünyası azalan nüfus oranı ile birlikte, Hıristiyanlık da nüfus yönünden azaltmaktadır.

Dünya dinlerine, teorik yönden baktığımızda da birtakım çarpıcı durumlarla karşı karşıya geliyoruz. Bir dinin teorik veçhesi her şeyden önce onun amentüsünü oluşturmaktadır. Dinlerin itikadı yönüne genelde inanılır ve mü'min olunur. Ancak bu itikadi veçhenin mantıki yönü de bu inancın sağlam temellere oturmasıyla önem kazanır. Bugün, Yahudilik, Hıristiyanlık monoteist/tek tanrıcı dinler içinde olmasına rağmen; Yahudilik milli din hüviyetinden henüz kurtulmuş değildir. Tanrı Yahve, sa­dece yahudinin Tanrısıdır.

Hıristiyanlığın amentüsünü/kredosunu teşkil eden esaslar ise, hala batı entellektüellerinin vicdanında mantıksal temellere otur­muş görünmüyor. Trinite (teslis) problemi, batının dini kriz içindeki yerini tayinde önemli rol oynamaktadır. Bu uğurda yapılan çok ağır felsefi yo­rumlar, Batı entellektüelini daha da karamsarlığa götürüyor ve onların ya dinsiz olmalarını veya dine karsı ilgisiz kalmalarını sağlayarak duru­mu daha da berbat bir hale sokuyor.[39]

Teolojik yönden konuya yaklaşıp İslâm'ın teorik yapısını ele aldığımızda İslâm akidesinin akli yapı­sını derhal fark ederiz. Metafizik bir sahada rasyonalizmden bahsetmek tezad teşkil eder görünebilir. Ancak metafiziğin de mantıksal temellere oturması söz konusudur. İslâm'ın, Allah anlayışının, peygamber düşüncesinin, ahiret telakkisinin Kur'an'da mantıksal temellerle izah edildiğini görüyoruz.

Bu baslık altında İslâm dininin dikkat çekici bazı yönlerini ele ala­cağız. İslâm dininin, diğer dinlerle mukayesesi yapıldığında öncelikli olarak şu özellikler dikkatimizi çekmektedir.:

l- İslâm dini, bugünkü yasayan dinlerin büyük çoğunluğuna naza­ran çok yeni bir dindir. Yani XV asırlık bir mazisi vardır. M. Ö. XIII. yüzyılda doğan Yahudilikle ve iki bin yıllık mazisi olan Hıristiyanlıkla mukayese edildiğinde, İslâm dini oldukça yeni bir din sayılır. İslâm dini­nin yeni bir din oluşu, onun hakkındaki bilgilerin daha sağlam ve daha güvenilir temellere dayandığını gösterir.

2- Son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.) hakkında yeterli bilgi ve malzeme elimizde mevcuttur. Onun bütün hayatı baştan aşağı tespit edilmiştir. O, bizim gibi bir insan olan ancak kendisine vahiy gelen bir peygamberdir. Onun hayatı yazılı ve şifa­hi olarak hafızalara nakşedilmiştir. Hz. Muhammed'in hayatının böylece tespit edilmesi, onun getirdiği mesaja olan güveni artırmaktadır. Yahudilik veya Hıristiyanlık hakkındaki bilgilerin eksikliği, var olan bilgilerin de çok sonraları tespit edilmesi, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın hayatı hakkında kuşkular meydana getirmektedir. Eksik bilgilerden kaynaklanan söz konusu şüpheler de dikkate alındığında Hz. Peygamber’in tarih sahnesinde çok berrak, açık ve seçik bir hayatı olduğu görülmektedir.

3- Hz. Peygamber hakkında birçok bilgilere sahip olan tarih, onun getirdiği mesajlar hakkında da gerçek bilgilere sahiptir. Kur'an-ı Kerim, ilk nazil olduğu andan itibaren ezberlenmeye başlanmış ve yazıya geçirilmiştir. Bu çift metod, onun günümüze kadar eksiksiz gelmesini sağlamıştır. Böyle bir koruma metoduna hiçbir kutsal kitap sahip ola­mamıştır. Bunun için de, bugün ellerde ne Hz. Musa'nın tebliğ ettiği Tevrat'ın ilk nüshası ne de Hz. İsa'nın tebliğ ettiği İncilin ilk nüshası yoktur. Bu yönden İslâm'ın kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerîm, daima büyük bir üstünlüğe sahip olmuştur.

4- İslâm dini, sunduğu mesajlarda daima insan unsurunu göz önünde tutmuştur. Bunun için de mesajlarında hayali değil, gerçek hayatla uyuşan emirler vermiştir. Bu emir ve nehiyler, mesajları getiren peygamberin hayatında bizzat tatbik edilmiştir. O peygamber, aynı zamanda bir beşerdir, beşer fıtratının gereklerini yerine getirmiş, o da bir beşer olarak evlenmiş, çocuk sahibi ol­muş, ticaret yapmıştır. Bu özellikleriyle o, toplumun her seviyesindeki insanlara model bir şahsiyet olmuştur.

İslâm, insan tabiatını tahrip etmeyen her türlü eski kültüre dokunmamış, bilakis onu himaye etmiş ve geliştirmiştir. Buna mukabil insan tabiatını tahrip .eden her şeye karşı çıkmıştır. Bunun için İslâm yerel kültürlere yeni bir bakış açışı getirmiştir.

Burada esas alınan ölçü, insanın mutluluğu ve dolayısıyla cemiyetin mutluluğudur. Bundan dolayı İslâm'ın getirdiği mesajlar ütopik/hayali mesajlar değil, tatbiki kabil ve beşer tabiatına uygun mesajlardır. Yine bunun için İslâm dini, ne dünya hayatının çekiciliğine aldanmayı ne de dünyadan el etek çekmeyi tavsiye etmez. İslâm bir ölçü dinidir. Ne dünyayı terk eder ne de dünyaya dört elle sarılıp ahireti inkar eder. İkisi arasında beşer tabiatına uygun bir denge kurmayı hedef alır.

5- İslâm dini hayatı bütü­nüyle kavrar. Çünkü İslâm, sırf ibadetlere, bazı ahlaki düstur ve birçok mucize üzerine bina edilmiş bir din değildir. İslâm, bir taraftan esas itiba­riyle bir din iken, diğer taraftan kendine hakim bir kültür ve kendine ye­ten bir medeniyettir. İslâm'ın dışındaki birçok dinde bu özellikleri bulmak mümkün değildir.

Yahudiliğin kurmaya çalıştığı bencil ve sadece yahudi toplumuna hitap eden sistemi anlamak oldukça zordur.

Hıristiyanlık teorik tabanı ve aslı itibariyle dünyevi bir sistem değil; tamamen uhrevî hayata dönük bir sistemdir. Onun, prensip itibariyle dünyevi sistemlerle alakası yoktur. Mesela Hıristiyanlıkta bir hukuk sisteminden bahsetmek mümkün değildir. Bugün Hıristiyan dünyanın kullandığı hukukun kaynağını Hıristiyanlık değil Roma Hukuku oluşturmuştur. Bugünkü tatbikat ise tamamen tersi olmuş; kilise babalarının etkisiyle Hıristiyanlık dünyevileştirilmiş, kilise bir çok toprak ve arazi sahibi olmuştur.

Budizm ise  dünyaya sırtını dönmüş, bunun için de sadece mistik bir din olarak yaşamaya de­vam etmek zorunda kalmıştır.

Bu dinî sistemlerin yanında İslâm'ın dünya-ahiret dengesi içindeki yeri oldukça dikkat çekicidir. Zira İslâm, tamamen yeni bir dünya kurmayı he­def alır. Onun dünyasında din ile devlet birleşmiştir. Din hayatın tüm alanlarına yön verir. Mesela, iman, ibadet ve ahlakla beraber insanın ticaret, aile, evlenme, yeme-içme gibi muamelelerini de tanzim eder. Buradaki hedef, dünyadan gerektiği kadar is­tifade eden, orada meşru yoldan ihtiyaçlarını temin eden ve fakat uhrevi hayatını asla ihmal etmeyen bir toplum kurmaktır. Ancak onun kurmak istediği toplum modeli, hayali ve ütopik bir düşünce değildir. Zira, İslâm’ın oluşturmayı hedeflediği böyle bir toplumun misallerini Hz. Peygamber (ki bu dönem asr-ı saadet olarak meşhur olmuştur),  Raşid Halifeler ve daha sonraki dönemlerde görmek mümkündür.

Böyle bir toplumda hak ve hukuka riayet vardır. Mazlum korunmaktadır. Beşeri tüm ilişkilerde sadece "Allah korkusunun" hakim olduğu görülmektedir. Medeniyetini sırf "Allah korkusu" üzerine kuran bir başka din ve medeniyet bulmak herhalde mümkün değildir.

6- Yaşayan dünya dinleri arasında İslâm'ın dikkat çekici diğer bir yönü de onun her türlü fikir hareketlerine göğüs gerecek sağlam bir düşünce yapısına sahip olmasıdır. İslâm dini, Allah'a karşı ve onun gönderdiği mesajların doğruluğuna karşı inkar bayrağını açanları, mantıki yollarla daima imana çağırmak­tadır. Onların delillerini en aklî şekilde yıkmayı hedeflemekte ve onları akıl ve kalp gözlerinden yakalayarak düşünmeye sevk etmektedir.

Allah’a inanmayanlardan tutun da Ahireti inkar edenlere kadar, Kur'an-ı Kerim'de her türlü inkarcılığa ve fikri hareketlere cevaplar verilmiştir. Düşünmeyi yasak etmeyen, bilakis insanları dü­şünmeye davet eden İslâm dini, sürekli dinamik tuttuğu bu düşünce yapısıyla, diğer inanç sistemlerine karşı her an üstünlüğünü muhafaza etmiştir.

7- Dinler arasında İslâm'ın yerini belirgin şekilde gösteren diğer bir hadise de İslâm'ın iti'kadi mezhepler ve tarikatlerle parçalanmış olma­masıdır. Yahudilikle Özellikle Hıristiyanlıkla mukayese edildiğinde İslâm'ın bu konudaki mevkii oldukça önem taşır. Hıristİyanlıkta gerek itikadî gerekse pratik yünden ortaya çıkan her mezhep bir kilise etrafında toplanarak ana Hıristiyan yapıdan kopmuş ve kendi kilisesini kurmuştur. İslâm'da İse Sünni İslâm'ın karşısında belli başlı dikkat çeken mezhep Şii mezhepler­dir. Çok erken dönemde siyasi bir boyutla ortaya çıkan Şia hareketi günümüze dek siyasi karakterini önde tutarak dini bir hareket olarak kendini göstermiştir. Ehl-i Sünnet'le Şia arasında bazı farklar vardır. Fakat yine de İslâm dininin mezheplerle bölünmesi olayı söz konusu değildir. Nitekim her iki mezhebin bağlıları birbirini dindışı olmakla suçlamamışlardır. Bu yönden İslâm dünyası dini bir bütünlüğe sahiptir. Bu da dinler arasında ona çok önemli bir mevkii vermektedir.[40]

İSLÂM HIZLA YAYILMAYA DEVAM EDİYOR

Bütün dünyada İslâm'a ilginin muazzam arttığı bir dönemden geçiyoruz. Kore'de birkaç bin satması beklenen İslâm'la ilgili kitabın, 100 binlere ulaşmıştır. Bugün dünyada özellikle ABD ve Avrupa'da en çok satanlar listelerinde Kur'an ilk sıralarda gelmektedir. Avustralya'da bir vakfın başkanı, Avustralya’da insanlar camilerimize akın akın geliyor ve dinimiz hakkında bilgi almaya çalışıyor. Son zamanlarda İslâm'ı kabul edenlerin sayısı çoğaldığını bildirmiştir.

İtalya başbakanı olan Berlusconi'nin İslâm'ı "Geri bir din" ilân etmesi üzerinden iki ay bile geçmeden, İtalya'nın Suudi Arabistan büyükelçisi Torquato Cardilli İslâm'a girdiğini açıklayıvermiştir. Cardilli 59 yaşında bir diplomat; daha önce Hartum, Şam, Trablus ve Darüsselam'da ülkesini temsil etmiş. Bir başka İtalyan büyükelçi, Mario Scialoja da, yedi yıl önce İslâm'ı kabul etmişti...

Büyükelçi Cardilli sıradan biri değil. 34 yıl diplomasi mesleğinin bütün kademelerini tırmanmış birisi. Dünya basını günlerdir Cardilli'nin İslâm'la müşerref oluşu ile ilgili haberleri gündemlerine almışlardır. Ayrıca Reuters haber ajansı, her yıl üç ilâ beş bin kadar İtalyan Katolik'in İslâm'ı seçtiğini[41] bildirmektedir. [42]

Günümüzde, insan, doğa ve Tanrı arasındaki ilişkileri tekrar yerli yerine oturtabilecek; yeryüzünde açgözlülüklere, bencilliklere, haksızlıklara, adaletsizliklere, sömürülere son verecek olan İslâm’dır.

Zira, Doğu dinlerinin bu dünyaya söyleyebileceği bir şey yoktur. Batı'da ise Hıristiyanlık, reform hareketlerinden, protestanlaştırma, laikleştirme çabalarından sonra tam anlamıyla bir kadavraya dönüştürülmüş, bu dünyaya bir şey söyleyemez hale getirilmiş durumdadır. Doğu dinlerinin de, Hıristiyanlık'ın da, insanın hayatının her alanını kucaklayabilecek, anlamlandırabilecek bir mecali kalmamıştır.

Şu an canlılığını, dinamizmini, etkinliğini sürdürebilen tek din, tek dünya tasavvuru İslâm dinidir. Bu gerçek bazı egemen güçleri çok korkutmaktadır. Böyle bir dünya tasavvuruna sahip olan bir dinin önünün kesilebilmesinin imkansız olduğunu onlar da çok iyi bilmektedirler. Onun için İslâm'ın yeniden faal bir şekilde ekonomik ve kültürel bir aktör olarak tarih sahnesine çıkmasını önlemeye çalışmaktadırlar.[43]

SEMAVİ DİNLER ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

Burada, bilinen ve yaşayan şekil­leri ile Yahudilik ve Hıristiyanlık’la İslâm’ın Allah inancı, insan anlayışı, iba­detleri ile dünya ve ahiret görüşleri arasındaki farklılıkları kısaca tekrar hatırlatarak mevzumuzu tamamlayalım.

  1. Yahudilikte Allah inancı teşbihe dayanır, yani Tanrı’ya beşeri sıfatlar ve zaaflar atfedilerek onu insan gibi telakki etme söz konusudur (insan biçimcilik/antropomorfizm). Hı­ristiyanlıkta Teslis'e (üçlüğe), İs­lâm'da ise Tevhid'e (birliğe) dayanır.
  2. Yahudi tanrısı olan Yehova sadece yahudi milletinin tanrısıdır; İslâm'daki Allah, bütün in­sanların ve varlık aleminin rabbidir.
  3. Önceki peygamberler ancak belli toplumlara gönderilmişlerdir. Aynı şekilde Hz. Musa ile Hz. İsa da öncelikle İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderilmişlerdir. Son elçi olan İslâm peygamberinin peygamberliği ise umumi ve cihanşumuldür.
  4. Tevrat ile İncil tahrif edilmiş, Kur'ân ise zamanımıza ka­dar hiç değişmeden ilk şekli ile gelmiştir.
  5. Yahudilik’te ve özellikle de Hıristiyanlıkta ruhban (din adamlığı) sınıfı vardır. İs­lâm'da şartlarını taşıyan her Müslüman dini vazifeyi yerine getirmekle mükelleftir .
  6. Kitab-ı Mukaddeste insan günahkar doğar, İslâm'da ise tertemiz, günhasız olarak dünyaya gelir.
  7. Genelde hıristiyan din adamları evlenemezler. İslâm'da ise evlenmemek insan tabiatına aykırı kabul edilmiştir, hatta şartlarını taşıyanlara evlilik emredilmiştir.
  8. Kilise günahları bağışlayabilir. İslâm'da af yetkisi yalnız Allah'a mahsustur.
  9. Hıristiyanlıkta aforoz (dinden kovma) vardır. İslâm'da ise bir mümin, müslüman olduğunu söyleyen birisini asla kafir olarak (din dışı) nitelendirme yetki ve selahiyetine sahip değildir.

*****

“Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara yahudi ve hıristiyan olun ki doğru yola ulaşmış olasınız dediler. Deki: Hayır, biz hanif olan İbrahim’in (a.s.) dinine uyarız. O asla müşriklerden değildi.” (Bakara, 2/135)

*****

“Asıl siz şöyle deyin: Biz Allah’a ve bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub ve onların torunlarına indirilene; Musa ve İsa’ya verilenlerle Rab’leri tarafından diğer peygamberlere gönderilenlere, onlar arasında hiçbir fark gözetmeksizin, inandık ve sadece Allah’a teslim olduk.” (Bakara, 2/136)

*****

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki böyle bir din kendisinden asla kabul edilmeyecektir. Ve o ahirette gerçek hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Al-i İmran, 3/85.)

Dipnotlar:

[1] Bkz. The Shorter Oxford English Dictionary, Gr. Britain-1950, 1/1262; Antonin-Marcel Herry, "Mission", Dictionnaire deş Religions, Ed. Paul Poupard, Paris-1983, 115.

[2] Matta 28:19-20.

[3] Misyonerlerin bu tür emperyalist emelleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. www.bayzan .net

[4] T.C. Mc Luhan, Yeryüzüne Dokun Kızılderili Gözüyle, Çev. Ece Soydam, Ankara, 1994, s 136.

[5] Aytunç Altındal, Vatikan ve Tapınak Şovalyeleri, Ankara, 2002, s.7, 37-42.

[6] 25 Kasım – 1 Aralık  2001 ve ileriki tarihlerde  Huluki Cevizoğlu’nun sunduğu “Cevizkabuğu” adlı program ve takip eden haftalarda konuyla ilgili Türk medyasındaki diğer haberlerde bu konu işlenmiştir.

[7] Bu gün Ondokuz Mayıs Üniversitesinde  özellikle Tıp Fakültesi öğrencileri ve personeli  arasında ev kiliseleri faaliyetleri nin yoğun olduğu gözlemlenmektedir.

[8] Bu bölgedeki faaliyetlerle ilgili olarak Giresun Jandarma Bölge Komutanının basına yansıyan demeçleri için bk. Radikal Gazetesi,  5 Aralık 2001.

[9] Ayrıca Mooncular, Yedinci Gün Adventitleri, Yehova Şahitleri vb. Türkiyedeki faaliyetleri ile ilgili olarak çalışmamızın  « Mezhepler » bölümüne bakılabilir.

[10] Son yıllarda özellikle Karadeniz ve civarındaki misyonerlik faaliyetleri ile ilgili olarak bkz. Şinasi Gündüz-Mahmut Aydın, Misyonerlik, Hıristiyan Misyonerler, Yöntemleri ve Türkiye’ye Yönelik Faaliyetleri, İst., 2002, s. 52-57.

[11] Milli Gazete, 25 Aralık 2001; Aydınlık Dergisi, 29 Temmuz 2001, sy. 732.

[12] Bunlar: Anadolu Türk Protestan Kilisesi, Avcılar Bağımsız Protestan Cemaati, Bakırköy Protestan Topluluğu, Beşiktaş Protestan Kilisesi, Beşiktaş Türk Protestan Kilisesi, Bible House Kilisesi, Diri Su Kilisesi, Güngören Protestan Kilisesi, İstanbul Presbiteryen Kilisesi, İstanbul Protestan Kilisesi Vakfı, Kadıköy Uluslararası Topluluğu, Kartal Kilisesi, Kocamustafapaşa Agape Kilisesi, Ortaköy İncil Topluluğu, Son Buyruk Üsküdar Kilisesi, Türk Protestan Kilisesi, Union Church of İstanbul (Dutch Chapel), Yeni Yaşam Kilisesi, Zeytinburnu İsa Mesih İnanlıları Kilisesi.

Bunların dışında şu an Türkiye’de İstanbul’un dışında  bir çok ilde resmi internet sitesi de olmak üzere faaliyette bulunan kiliseler mevcuttur.

[13] Aydınlık Dergisi, 28 Nisan  2002, sy. 771.

[14] Daha geniş bilgi için  www.incil.com.;  www. kutsal kitap.org;  www. mujde.org; www.isamesih.org vb. sitelere bakılablir.

[15] Franklin Graham, bir ABD televizyonuna çıkıp, "İslâm şer ve hayırsız bir dindir" diyen bir papazdır. 'The Name' (İsim) adlı kitabında da, "İslâm'ın Tanrısı Hıristiyan inancının 'Tanrı' dediğinden farklıdır; bu ikisi aydınlık ve karanlık gibidir" diye yazmıştır. www.christianitytoday.com/ct/2003/112/45.0.html.

[16] The Guardian, April 4 2003. Ayrıca bk. Yeni Şafak, 8 Nisan 2003

[17] W.Montgomary Watt, Müslüman-Hristiyan Diyaloğu, (Çev. Fuat Aydın), Ankara, 2000, s. 118 vd.

[18] Hikmet Tanyu: “Martin Luther’in Türkler Hakındaki Sözleri”, Ankra Ü. İlahiyat Fak.Der., c. XXIV, 151-161.

[19] Montgomary  Watt, age., s.128, 134.

[20] İslâmiyât, “Yayıncının Notu’ndan”, sy. 3, c. 5, s. 6, Temmuz-Eylül, 2002.

[21] Bk. Yeni Şafak, 11 Mart 2003.

[22] J. B. Taylor, “The Involvement of the World Concil of Churches in Internatiol and Regional Christian-Muslim Diyaloge” İslâmo-Christiana, Rome, 1975, 1/97.

[23] Diyalog ve Misyon hakkında daha geniş bilgi için bkz. “Misyon ve Diyalog”, İslâmiyât, Temmuz-Eylül, 2002;  Mahmut Aydın, Misyonerlik, s. 100-103.

[24] Bk. Milliyet Gazetesi, 30. 06. 1990.

[25] Gündüz - Aydın, Misyonerlik, s. 85-86.

[26] Ş Gündüz-M. Aydın, Misyonerlik Faaliyetleri, s. 80-81.

[27] Yeni Ahid, Korintoslara 1. Mektup, 9/18-23.

[28] Bk. Resullerin İşleri 16/3; 21/20-27.

[29] Contextualization

[30] “İnkültürasyon” hakkında dah geniş bilgi için bkz. Ali İsra Güngör, “İnkültürasyon”, Dini Araştırmalar, c. 1, sy.1, Mayıs, 1998, s. 93-105.

[31] İnkültürasyon terimi aslında köken olarak Hıristiyanlık tarihi ile de uyum içerisinde görünmektedir. Zira Hıristiyanlık ilk çıktığı dönemlerde Yahudi bir toplum içinde ve putperest Roma imparatorluğunun hakimiyeti altında yaşamış ve Yunan felsefesinden etkilenmiş ve tüm bu şartlar altında kendine bir yer edinmeye çalışmıştır Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Andrew Wingate, The Church and Conversion: A Study of Recent Conversions to and from Christianity in the Tamil Area of South India, Delhi: ISPCK, 1997.

[32] E. W. Bethmann, Bridge to İslâm, Gr. Britain, 1953, s. 205-208.

[33] Egal, C.D., “Ministering to Müslims” http://www.leaderu. Com/isot/docs/minmuslim.html.

[34] www.anglicanjournal.com/124/07/lambeth/ozhtml

[35] Bakara, 2/256.

[36] Kafirun, 109/6.

[37] Bakara, 2/256.

[38] Kafirun, 109/6.

[39] Fransa’da yapılan bir ankette göre ankete katılanların % 36’sı İsa’nın tanrılığını kabul ettiklerini söylemişlerdir. Buna göre Hıristiyanlığın temel akidesinden birini oluşturan İsa’nın tanrılığına inananların oranı ancak üçte birdir. Bu da hıristiyanların teslis inancını benimseyemediklerini gösterir (bk. Jean Chevalier, Din Fenomeni, Çev. Mehmen Aydın, s. 6.)

[40] Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Konya, 1995, s. 390-392.

[41] Monday November 26 12:50 PM ET,  Routers, By Luke Baker.

[42] Yeni Şafak, 12 Aralık 2001.

[43] Yeni Şafak, 12 Aralık 2001.

Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik  Hıristiyanlık ve İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.