Mazereti Olmayan İbadet

Zikir nedir, nasıl çekilmelidir? Zikrin dinimizdeki yeri ve önemi nedir? Zikrin fazileti ve faydaları nelerdir? İşte zikirle ilgili ayet ve hadisler...

Zikirle ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Ebû Mûsâ Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre Nebî şöyle buyurmuştur:

“Rabbini zikredenle zikretmeyen kimsenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” (Buhârî, Deavât, 66)

2- Muâz el-Cühenî’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre bir kişi Peygamber Efendimiz’e geldi ve:

“–Hangi cihâdın ecri daha büyüktür?” diye sordu.

Resûlullah:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu.

O zât:

“–Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu.

Efendimiz:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu.

Bundan sonra o sahâbî, namaz kılan, zekât veren, hacca giden ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı. Fahr-i Kâinât Efendimiz bunların hepsi için de:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” cevabını verdi.

Bunun üzerine Ebûbekir (r.a.), Hz. Ömer’e:

“–Ey Ebû Hafs! Allah’ı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü!” dedi.

Bunu duyan Resûlullah, onlara doğru yöneldi ve:

“–Evet, öyledir!” buyurdu. (Ahmed, III, 438; Beyhakî, Şuab, II, 86/554; Heysemî, X, 74)

3- Muâz bin Cebel’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah bir gün onun elini tutarak:

“–Ey Muâz! Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum!” buyurdu.

Muâz (r.a.) da:

“–Anam babam size fedâ olsun yâ Resûlallah! Ben de sizi çok seviyorum!” karşılığını verdi.

Daha sonra Peygamber Efendimiz, ona şöyle buyurdu:

“–Ey Muâz! Sana kıldığın her namazın sonunda:

«Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk yapabilmek hususunda bana yardım eyle!» duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.” (Ahmed, V, 244-245; Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1522; Nesâî, Sehv, 60/1301)

4- Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve Rahmân olan Allah’ın sevdiği iki söz vardır:

«Sübhânallahi ve bi-hamdihî sübhânallahi’l-azîm: Ben, Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Ben, Yüce Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tekrar tenzih ederim.»” (Buhârî, Eymân, 19; Deavât, 65; Tevhîd, 58; Müslim, Zikir, 31. Ayrıca bkz. Tirmizî, Deavât, 59/3467; İbn-i Mâce, Edeb, 56)

 5- İbn-i Ömer’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

 “Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın! Çünkü Allah’ı unutarak çokca konuşmak kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62/2411. Ayrıca bkz. Muvatta’, Kelâm, 8)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Zikir; anmak ve hatırlamak mânâlarına gelir. Bu, dil ile olabildiği gibi kalple de yapılabilir. En fazla zikredeceğimiz varlık Allah Teâlâ’dır.

ALLAH’I EN FAZLA ZİKREDEN VARLIKLAR

Cenâb-ı Hak, mübârek isminin zikredilmesini murâd eylemiştir. Bu sebeple kâinâttaki bütün varlıklar, O’nu zikir hâlindedir. Allah’ı en fazla zikreden varlıklar cemâdât, sonra nebâtât, sonra hayvanât, en son da insanlar gelir. Yani varlıklar içinde gafletin en koyusunu yaşayan insandır. İhtiyaç ve meşguliyetlerinin diğer varlıklara göre daha fazla olması sebebiyle, onun unutma vasfı biraz daha öndedir. Diğer taraftan, “İnsan” kelimesinin “Nisyân: Unutma” kelimesiyle de alâkası vardır. İnsana çok şeyler kaybettiren bu gaflet ve nisyânın yegâne ilâcı ise “zikir”dir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Yedi kat gök, yer ve bunlarda bulunan herkes, O’nu tesbîh eder. O’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir varlık yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız. O, hilim sahibidir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ 17/44)

Yüce Rabbimiz, âyet-i kerimede bütün varlıkların kendisini tesbîh ettiğini beyan ederek biz insanları da zikir ve tesbîhe teşvik etmektedir.

HAYVANLAR ALLAH’I ZİKREDER Mİ?

Hayvanların Allah’ı çokça zikrettiğini beyan eden şu hadis-i şerif ne kadar çarpıcıdır:

Resûlullah yolda giderken bir grup insana rastlamıştı. Bunlar binek hayvanlarının üzerinde oldukları hâlde durmuş (muhabbet ediyorlardı.)

Allah Resûlü onlara şöyle buyurdu:

“–Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakıp istirahat ettirin! Onları, yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durup muhabbet etmeyin). Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebâreke ve Teâla’yı ondan daha çok zikretmektedir. (Ahmed, III, 439-441; Heysemî, VIII, 107; X, 140)

İnsana yakışan, Rabbinin emrine itaat ederek O’nu çokça zikretmek ve lâyık olduğu mertebeye yükselmektir. Zira hayvanlardan ve cansız varlıklardan daha aşağı bir durumda olmak, onun mükerremiyetine yakışmaz.

Cenâb-ı Hak kullarına şöyle emreder:

“Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma!” (A’râf 7/205)

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam aralıksız tesbih edin!” (Ahzâb 33/41-42)

Bu âyet-i kerime, zikir için, diğer ibadetlerde olduğu gibi herhangi bir sınır tâyin etmemiştir. Dolayısıyla, insanların her hâlükârda Allah’ı anmaları ve O’nu hiçbir zaman unutmamaları istenmektedir.

MAZERETİ OLMAYAN İBADET

Kolayca yapılabildiği ve çok sevap kazandırdığı için, zikrin mâzereti de yok gibidir. Diğer ibadetler için mâzeret sayılabilen hastalık, yolculuk, çalışma gibi şeyler zikre mânî olmadığı gibi bilâkis onun için güzel bir fırsattır. Zira insan bu durumlarda, Allah’ı daha çok hatırlama imkânı yakalayabilir.

Zikirden maksat, kalben Allah’ı hatırlayıp anmak ve ona göre bir tavır almaktır. Yoksa Allah’ın ism-i şerifini şuursuzca sadece dille söylemek değildir. Dolayısıyla kişinin Cenâb-ı Hakk’ı her hâl ve hareketinde kalbiyle anması yani O’nu kalbinden hiç çıkarmamaya çalışması en önemli zikirdir. Allah’ı kalpten zikretmeye ise hiçbir durum mânî değildir.

EN KOLAY VE EN KARLI İBADETLERDEN..

Allah’ı devamlı zikreden kullar, hem bol sevap alır, hem de diğer ibadetlere daha büyük bir iştiyakla sarılarak onları kolaylıkla yapabilirler.

Abdullah bin Büsr (r.a.) anlatıyor:

İki bedevî, soru sormak üzere Resûlullah Efendimiz’e geldi. Birisi:

“–Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların hangisi daha hayırlıdır?” diye sordu.

Allah Resûlü:

“–Ömrü uzun, ameli de sâlih olandır” buyurdu.

Diğeri de:

“–Ey Allah’ın Resûlü! İslâm’ın hükümleri çoğaldı, bana öyle bir amel söyle ki, ona sıkıca yapışayım” dedi.

Resûlullah ona da:

“–Dilin dâimâ Allah’ın zikriyle ıslak olsun!” buyurdu. (Ahmed, IV, 188; Tirmizî, Deavât, 4/3375)

Rivâyetten anlaşıldığına göre, devamlı zikir hâlinde bulunan kimse gaflet ve nisyandan kurtularak, Allah’ın emir ve nehiylerine daha çok itaat eder ve teslîmiyet gösterir. Diğer taraftan hadis-i şerif, zikrin en kolay ve en kârlı nâfile ibadetlerden biri olduğunu göstermektedir.

ALLAH’I ZİKRETMEZSE

İnsan, kendisine her türlü nîmeti bahşeden Rabbini unutursa, büyük bir vefâsızlık etmiş olur. Resûlullah, bu hususu ifade ederken şöyle buyurur:

“İnsanlar bir mecliste oturur da orada Allah’ın ismini anmazlarsa, eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olurlar. Kim bir yolda yürür de Allah’ı zikretmezse, eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olur. Kim yatağına girer de orada Allah’ı zikretmezse, yine eksik bir iş yapmış, günah işlemiş olur.” (Ahmed, II, 432. Krş. Ebû Dâvûd, Edeb, 25/4855, 97-98/5059; Tirmizî, Deavât, 8/3380)

İnsan, bu gafleti sebebiyle hebâ ettiği vakitlerin ızdırâbını, âhirette çok acı bir şekilde hisseder. Zikirsiz geçirdiği ânlara büyük bir hasret ve nedâmet duyar.

Resûlullah şöyle buyurur:

“Cennet ehli, başka hiçbir şeye değil, sâdece, dünyada Allah’ı zikretmeksizin geçirmiş oldukları anlara hasret ve nedâmet duyarlar!” (Beyhakî, Şuab, II, 55/509; Heysemî, X, 73-74)

O hâlde bir mü’min her hâlükârda Allah’ı zikretmeye gayret sarfetmelidir. Nitekim Hz. Ayşe vâlidemizin bildirdiğine göre, biricik örneğimiz Resûlullah, her ânında Allah Teâlâ’yı zikrederdi. (Müslim, Hayz, 117; Ebû Dâvûd, Tahâret, 9/18; Tirmizî, Deavât, 9/3384; İbn-i Mâce, Tahâret, 11)

Hz. Hüseyin, babası Hz. Ali’ye Peygamber Efendimiz’in ahlâk ve âdâbından sormuş, babası da uzun uzun anlatmıştı. Anlattıkları arasında geçen şu cümle, Allah Resûlü’nün zikre ne kadar ehemmiyet verdiğini göstermektedir:

“Resûlullah, Allah’ı zikretmedikçe ne oturur, ne de kalkardı...” (İbn-i Sa’d, I, 424)

Yani o, her hâlinde ve her hareketinde muhakkak Cenâb-ı Hakk’ı zikreder, yaptığı her işinde O’na dua ve ilticâda bulunurdu.

KALP NASIL HUZUR BULUR?

Birinci hadisimizde, zikrin mânevî âlemimize olan tesîri anlatılmaktadır. İnsan kalbi, Allah’ı ne kadar çok zikrederse o kadar diri, canlı ve huzurlu olur. Ebedî hayat için son derece uyanık bulunur. Onun bu güzelliği, diğer uzuvlara da sirâyet eder ve insanın hareketleri düzelerek ahlâkı kemâle ermeye başlar. Çünkü zikir çokça tekrar edildiğinde, nefis, zikrin mânâsındaki renge boyanmaya başlar.

İnsan kalbinin canlanarak huzur bulması, ancak Cenâb-ı Hakk’ın zikriyle mümkündür. Zira Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerimede:

“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur” buyurur. (Ra’d 13/28)

Kalp zikirle meşgul olmadığında ise, nefis onu sultası altına alarak istediği yöne çevirir. Böyle bir kalbin ise huzur bulması asla mümkün değildir.

Bir defâsında Resûlullah, ehl-i zikrin faziletini beyan sadedinde:

“–Müferridler öne geçti!” buyurmuştu.

Sahâbîler:

“–Müferridler kimlerdir, yâ Resûlallah?” diye sordular.

Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır” buyurdu[1] ve şu açıklamayı yaptı:

“–Müferridler, Allah’ı zikretmeye düşkün olan kimselerdir. Zikir onların sırtlarındaki günah yüklerini indirdiği için kıyamet günü hafiflemiş olarak gelirler.” (Tirmizî, Deavât, 128/3596)

ALLAH’I ZİKRETMENİN FAZİLETİ

Şu hâdise de Allah’ı zikredenlerin âhiretteki durumlarını tasvîr etmesi açısından oldukça mühimdir:

Bir gün Resûlullah:

“–Allah Teâlâ, kıyamet günü bir topluluğu diriltir. Yüzleri son derece nûrludur, inciden yapılmış minberler üzerine otururlar ve bütün insanlar onlara gıbta eder. Bunlar, ne Peygamber ne de şehîttir!” buyurmuştu.

Bir bedevî hemen dizleri üzerine çökerek:

“–Yâ Resûlallah! Ne olur onları bize anlat da bilelim!” diye yalvardı.

Fahr-i Kâinât Efendimiz şu açıklamayı yaptı:

“–Onlar, çeşitli kabile ve beldelerden olup Allah için birbirlerini seven ve Allah’ı zikretmek üzere toplanarak O’nu ananlardır.” (Heysemî, X, 77)

Zikirden uzak kalan insanlar ise, hem dünyada hem de âhirette büyük zarara uğrarlar. Âyet-i kerimelerde onların bu kötü hâli şöyle haber verilir:

“Kim benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun hakkı, dar bir geçimdir ve biz onu, kıyâmet gününde kör olarak haşrederiz.” (Tâhâ 20/124)

“Kim Rahmân (olan Allah)’ı zikretmekten gâfil olursa, yanından hiç ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.” (Zuhruf 43/36)

 “Ey iman edenler! Sakın mallarınız ve evlâtlarınız, sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın! Kim böyle yaparsa, işte onlar, hüsrâna uğrayanların tâ kendileridir.” (Münâfikûn 63/9)

Allah’ı zikretmekten gâfil kalmanın büyük zarar ve tehlikelerinden korunmamız için Yüce Rabbimiz biz kullarını defalarca îkaz etmiştir. Meselâ bunlardan birinde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“İman edenlerin Allah’ı zikretme ve O’ndan inen Kur’ân sebebiyle kalblerinin ürpereceği zaman daha gelmedi mi?..” (Hadîd 57/16)

Bu âyet, Mekke’de çile ve sıkıntı içinde yaşadıkları hâlde, hicretten sonra kısmen rahata kavuştukları için biraz rehâvete kapılan bazı sahâbîler hakkında nâzil olmuştur. (Süyûtî, Lübâb, s. 227)

Hz. Mûsâ ile Hârûn (a.s) peygamber oldukları hâlde, Cenâb-ı Hak onları tebliğ için Firavun’a gönderirken:

“Sen ve kardeşin, birlikte âyetlerimi götürün! Beni zikretme hususunda ihmalkâr davranmayın!” buyurmuştur. (Tâhâ 20/42)

Buradan anlaşıldığına göre zikir en zor ve tehlikeli anlarda dahî terk edilmemelidir. Ayrıca zikir, hayattaki zorlukları aşmada insana büyük bir destek sağlar.

ALLAH’IN ZİKREDİLDİĞİ EV İLE ALLAH’IN ZİKREDİLMEDİĞİ EVİN FARKI

Birinci hadisimizde bahsedilen zikir ehli insanla gaflet içinde yüzen kimse arasındaki fark, evlerimiz için de geçerlidir. Resûlullah:

“İçinde Allah’ın zikredildiği ev ile Allah’ın zikredilmediği evin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir” buyurmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 211)

Evlerimizi kabir ve kurak mekân hâline gelmekten kurtarıp ihyâ etmenin yolu, içlerinde ibadet etmek, namaz kılmak, Kur’ân okumak ve Allah’ı zikretmektir. Nitekim Resûlullah:

“Biriniz farz namazını mescidde kıldığı zaman, o namazın (sünnetlerin)den evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ, bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır” buyurmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 210. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, İkâmet, 186)

ŞEYTANI EVDEN KAÇIRAN SURE

Yine Efendimiz, evlerde Kur’ân okunmasına işaretle:

“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Muhakkak şeytan, içinde Bakara Sûresi okunan evden kaçar!” buyurur. (Müslim, Müsâfirîn, 212)

Zikir, kalpleri diriltip mânevî âlemleri canlandırdığı gibi yapılan ibadetlere de farklı bir boyut kazandırır. Allah’ı hatırda tutarak yapılan bütün işler, böyle olmayanlara göre daha üstün ve ecri daha fazladır. Çünkü Allah hatırlanarak yapılan işler, ihlâsla ve kâmil bir şekilde edâ edilir. Bu şekilde hayatı zikirle dolu dolu yaşayanlar ise, büyük hayırlara nâil olurlar.

Devamlı Allah’ı zikir hâlinde yaşamanın hayata kattığı derin anlamı gözler önüne seren şu hâdise, ne kadar ibretlidir:

Benî Uzre Kabîlesi’nden üç kişi Peygamber Efendimiz’e gelip Müslüman olmuşlardı. Allah Resûlü:

“–Bunların bakımını kim üstlenir?” diye sordu.

Talha (r.a.):

“–Ben üstlenirim, ey Allah’ın Resûlü!” dedi.

Onlar Hz. Talha’nın yanında kalırken, Resûlullah, bir seriyye[2] gönderdi. O üç kişiden biri bu seriye ile çıktı ve şehîd düştü. Daha sonra Resûlullah, bir seriyye daha gönderdi. Bununla da ikincisi çıktı ve o da şehâdet şerbetini içti. Üçüncü şahıs ise bir müddet yaşadıktan sonra yatağında vefat etti.

Talha (r.a.) hâdisenin bundan sonraki kısmını şöyle anlatır:

“–Yanımda kalan bu üç şahsı rüyamda cennette gördüm. Yatağında ölen en öndeydi, ikinci sırada şehîd olan onu takip ediyordu. İlk şehîd düşen de en sondaydı. Şaşırdım ve bu vaziyet biraz da ağırıma gitti. Hemen Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e giderek gördüklerimi anlattım.

Allah Resûlü şöyle buyurdu:

“–Bunda şaşılacak bir şey yok! Allah katında; tesbîh, tekbîr ve tehlîli (lâ ilâhe illallâh demeyi) dilinden düşürmeden İslâm üzere ömür süren mü’minden daha faziletli bir kimse yoktur.” (Ahmed, I, 163)

Demek ki zikrullah, en güzel âhiret azıklarından biridir. Resûlullah, gecenin üçte biri geçince uyanıp kalkmış ve Allah’ı zikrederek âhirete hazırlanmak gerektiği hususunda şu îkazda bulunmuştur:

“İnsanlar! Allah’ı zikredin! Allah’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci sûr üflenecek. Arkasından ikincisi gelecek. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak! Ölüm, bütün şiddetiyle gelip çatacak!… (Tirmizî, Kıyâmet, 23/2457)

PEYGAMBERİMİZİN ÖĞRETTİĞİ ZİKİRLER

Üçüncü hadisimizde, Resûlullah, zikir hususunda Allah’tan yardım dilememiz gerektiğini öğretmektedir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, yemin ederek kendisini sevdiğini ifade ettiği Hz. Muâz’a, namazlardan sonra okuyacağı bir dua ve zikri öğretmiştir. Bu durum, zikrin kadr u kıymetini gös­termeye kâfidir.

Resûlullah, namazlardan sonra yapılacak başka zikirler de öğretmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Farz namazların ardından yapılan zikirleri okuyan kimse hiçbir zaman zarara uğramaz. Bunlar otuz üç defa «Sübhânallah», otuz üç defa «Elhamdülillah», otuz dört defa «Allahu ekber» demektir.” (Müslim, Mesâcid, 144, 145. Ayrıca bkz. Tirmizî, Deavât, 25/3412; Nesâî, Sehv, 92/1347)

Dördüncü hadisimizde, Allah Teâlâ’nın, kullarına rahmetiyle muâmele ederek, az ve kolay bir şekilde yapılan gayretlere çok ecir verdiği bildirilmektedir. Çünkü dile çok hafif gelen zikir, Mîzan’da ağır basacak ve Rahmân olan Rabbimizi de memnûn edecektir.

Hadiste fazileti beyan edilen, “Sübhânallah” zikri, “Ben Allah Teâlâ’yı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. O’na hiçbir eksikliği yakıştırmam ve yaklaştırmam. O’nu en yüce, en üstün sıfatlarla zikrederim” demektir ve Allah Teâlâ’nın meleklere öğrettiği bir zikirdir. (Bakara 2/30)

ZİKİR NASIL ÇEKİLİR?

Cenâb-ı Hak, gönüllerin her an kendisiyle beraber olmasını murâd etmektedir. Bunun için de zikri dile kolay getirmiş ve:

(O gerçek akıl sahibi) mü’minler, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerinde yatarken dâimâ Allah’ı zikrederler...” buyurmuştur. (Âl-i İmrân 3/191)

Dolayısıyla kişi, hadisimizde olduğu gibi bazı rivâyetlerde tavsiye edilen pratik zikirleri yeterli görmek sûretiyle bir kenara çekilmemelidir. Bu tür tesbîhâta çok ecir verileceğinin bildirilmesi, onların faziletindeki büyüklüğü ortaya koymak içindir. Bu itibarla bir mü’min, Allah’ı zikretmeyi sadece bu tesbîhâta hasretmeyip, devamlı zikir hâlinde olmaya gayret etmelidir. Zira, Allah’ı unutarak hayatı boş sözlerle doldurmak kalbi katılaştırır, bu duruma gelen kimseler de zamanla Allah’tan uzaklaşırlar.

ALLAH’I ZİKİR

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“...Allah’ı zikretmek hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!..” (Zümer 39/22)

Bir kimsenin çok konuşması gerekiyorsa bile, Allah’ı anmadan uzun süre konuşmaya devam etmemeli, sık sık Rabbimizi hatırlamalıdır.

İnsanın sözleri her zaman lüzumlu ve yerinde olmayabilir. Kişi çoğu zaman diliyle kendisini sıkıntıya sokar ve günah kazanır. Dolayısıyla İslâm, bir söz disiplini getirmiş ve Müslümanlara bu hususta son derece dikkatli olmalarını emretmiştir. Çünkü, konuşulan sözlerin de bir hesâbı vardır.

Resûlullah, buyurur ki:

“Ademoğlunun, emir bi’l-ma’rûf, nehiy ani’l-münker veya Allah Teâlâ Hazretlerini zikir hâriç, bütün sözleri aleyhinedir, lehine değildir.” (Tirmizî, Zühd 63/2412)

O hâlde bir Müslüman faydalı ve hayırlı şeyler konuşmaya dikkat etmeli, yerine göre de sükûtu tercih etmeyi bilmelidir. Bu şekilde davrandığı takdirde hem konuşmanın sevabını hem de sükût hâlindeki zikir ve tefekkürün sevabını elde eder. Hikmet ehline âit olan şu güzel söz, ne kadar ibretli ve ehemmiyetlidir:

“Zamanı boşa harcamayıp İslâm’a ve Müslümanlara faydalı olacak bir iş yapmalıdır! En küçük doğru bir işi yapmak, en büyük doğru bir sözü söylemekten daha kıymetlidir. Çünkü, söz söylemek kolaydır.”

Müslüman devamlı zikir hâlinde bulunarak öyle bir rûhî kıvam kazanmalıdır ki, onu gören insanların aklına, hemen Allah Teâlâ gelmelidir.

Bir gün Resûlullah:

“Dikkat edin! Size en hayırlınızı bildireyim mi?” diye sordu.

Ashâb-ı Kirâm:

“–Evet bildiriniz ey Allah’ın Resûlü!” dediler.

Peygamber Efendimiz:

“–Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan kimselerdir!” buyurdu. (Ahmed, VI, 409; İbn-i Mâce, Zühd, 4; Beyhakî, Şuab, XIII, 445/10596)

ALLAH’IN VELİ KULLARI KİMLERDİR?

Başka bir gün As­hâb-ı Ki­râm:

“–Allah’ın velî kulları kimlerdir?” diye sorduklarında, Allah Resûlü:

“Onlar, yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir!” buyurdu. (Heysemî, X, 78; İbn-i Mâ­ce, Zühd, 4)

EN HAYIRLI İNSANLAR

Görüldüğü gibi, insanların en hayırlıları, Allah’ı çok zikrettikleri ve neticede üstün takvâ sahibi oldukları için, yüzlerine ve hâllerine bakıldığı zaman Allah Teâlâ’nın hatırlanmasına vesîle olurlar. Çünkü onlar, bulundukları her yerde devamlı zikir hâlindedirler. Lüzumsuz söz ve fiillerden yüz çevirip insanlara hep doğruyu ve hayrı gösterir ve tavsiye ederler.

[1] Müslim, Zikir 4. Ayrıca bkz. Tirmizî, Deavât, 128/3596.

[2] Peygamber Efendimiz’in bizzat katılmayıp sancağı ashâbından birine teslim ederek onun kumandanlığında gönderdiği küçük birliklerin gerçekleştirdiği siyasî ve askerî harekete “seriyye” denir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efedimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

 

DİL İLE ZİKİR NEDİR?

https://www.youtube.com/watch?time_continue=1&v=X0yFOEtuv5g

İslam ve İhsan

GERÇEK ZİKİR NASIL OLUR?

Gerçek Zikir Nasıl Olur?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.