Maâzallah Diyebilmek

Dijital imkânların herkese ulaştığı, her türlü gayri meşrû fikir ve davranışların parmak uçlarımız kadar yakınlaştığı günümüzde, bir Müslüman direnci ile “maâzallah” deyip gönülleri, parmak uçlarını, gözleri ve kulakları ma’siyetten koruyup, takvâ ve taatla bezeyebilmek Rabbânî ve nebevî yakınlıklara vesîle olacaktır.

İdrak edebildiğimiz ve edemediğimiz bütün varlığın tek yaratıcısı şüphesiz Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleridir. Zât ismine en yakîn olarak seçtiği iki sıfat-ı ilâhî de Rahmaniyyet ve rahîmiyyetidir. Bu rahmet-i ilâhî bütün mevcûdatta farklı şekillerde tezâhür etmektedir.

ALLAH’IN İSTEDİĞİ KULLUK ÖLÇÜLERİ

İnsanda tecelli eden rahmet-i ilâhî, insanın hem yaratılışındaki âhenk ve güzellik hem de ruh dünyasındaki sonsuzluğa açılabilen istidatlarla diğer varlıklardan farklı ve üstün yaratılışıdır. Bu yücelik ufkunun hayatileşmesi için Yüce Yaratıcı kulları içinden vahye muhatap elçiler seçmiş, onlar vasıtası ile de insanlık, yaratıcısının murad ettiği kulluk ölçülerini bizzat ilâhî beyanlarla öğrenmiştir.

Bütün noksanlıklardan münezzeh Yüce Rabbimizin beyan buyurduğu ilâhî hakikatler için tekid, teyit ve yemine ihtiyaç yoktur. Ancak kulların hakikatı idrak noktasındaki zaaflarını da gidermek hikmetiyle birtakım hikmetler tekid ifadeleriyle bir kısmı da yeminlerle beyan buyrulmuştur. Böylece hem kendisine yemin edilen varlığa hem de ona bağlı olarak bildirilen gerçeğe çok özel bir üslupla dikkat çekilmiş olur.

Yüce kitabımızda özellikle iki hususla ilgili yeminler mü’minler açısından çok dikkat çekicidir. Birincisi güneşe, aya, geceye, gündüze, yere, göğe ve insan nefsine yemin edilerek “nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. O’nu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 8-9) beyanı, diğeri de; Rasûl-i Kibriyâ efendimizle ilgili olarak, O’nun ömrü, (Hicr, 72) ve Kur’an-ı Kerim’e (Yasin, 2) yemin edilerek Efendimizin önce risaletine, sonra ahlâkına yapılan vurgudur.

NEFSİN TEZKİYESİ

Şüphesiz nefsin tezkiyesi ile en yüce ahlâkın yaşanmasına insanı ulaştıracak tek örnek Rasûl-i Kibriya efendimiz, tek yol da O’nun sünnet-i nebeviyyesidir. Nefsin tezkiyesi, kişinin her şeyden önce kalbinde; iç dünyasında inkâr, nifak, cehâlet, ma’siyet, nefsânî sıfatlar olmak üzere Rabbinin istemediği her türlü günah düşüncesinden korunması, sonra da îmân, tevhîd, ilim, taat duyguları, daha ötede de ma’rifet ve muhabbet nurlarıyla bezenmesi, neticede bu nuraniyetin ışığı ile bütün organlarda ilahi muradın görünmesidir.

Allah Teâlâ ilahi bir hikmetle insanoğlunun her bir uzvunu görünen ve görünmeyen bir âlem için bir vâsıta olarak yaratmıştır. Bütün bu uzuvlar ilâhî ölçüler içinde kullanıldığı ölçüde kul mükemmeliyete ulaşacaktır. Göz görmeğe, kulak işitmeye, dil konuşmaya, ayak yürümeye, kalb tevhîd ve ma’rifete, ruh muhabbete, akıl tefekkür ve her işin sonunu iyice düşünmeye bir vasıta olarak yaratılmış, her biri ile ilgili de ilâhî ve nebevî ölçüler konulmuştur.

Sevgili Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bütün güzelliklerin eşsiz bir örneği olarak kalbimizden başlayarak, hayatı kendileri ile yaşadığımız bütün organlarımızın hem tehlikelerini hem de nasıl arınıp korunacağını bizlere beyan etmişlerdir. Zat-ı Risaletleri, Sevgili Peygamberimiz ma’sum (günahtan korunmuş) bir kul idiler. Böyle olmakla birlikte özellikle bütün insanlar gibi bir kul olduğunu hatırlatmak, dahası bu hususta da ümmetine örnek olmak üzere dualarında öncelikle Yüce Yaratıcıya nasıl sığınmamız gerektiğini öğretmişlerdir. Sahâbeden Şekel bin Humeyd şöyle naklediyor:

-“Bir gün Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in huzuruna vardım ve:

- Ya Rasûlallah! Bana kendisi ile Rabbime sığınacağım bir dua öğretir misiniz dedim. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de: “öyleyse şöyle söyle” buyurdu:

- Allahım! Kulağımın şerrinden (ma’siyetleri dinlemekten, haramları dinlemekten, tecessüsten ve benzerlerinden), gözümün şerrinden (bakılmaması gereken yerlere bakmaktan), dilimin şekkinden, kalbimin şerrinden (fâsid akîdelerden, kinden, hasedden, ma’siyetlere meyilden), menimin şerrinden (zinâya ve zinâya götürecek hallere düşmekten, aşırı şehvetten) sana sığınırım de..” (Ebû Dâvud) Tabii ki kendisinden sığınılacaklar bunlardan ibâret olmamakla birlikte bu sayılanlar günahların öncelikli vasıtalarıdır.

Allah Rasûlü Sevgili Peygamberimiz, kalpleri ve bütün sahip oldukları ile gerçekten tevhid akîdesini hayatîleştiren bir nesil inşa etti. Bu nesil nebevî hatırlatmalar, muhabbet ve şefkat dolu fiilî müdahaleler ile Cenâb-ı Hakk’ın “Allah onlardan , onlar da Allah’dan razı olmuşlardır.” (Beyyine, 8) ilahî taltife mazhar bir ashab nesliydi. Bu nesle yönelik nebevî terbiyenin ilk maddesi gönlün korunması idi. Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- diyor ki:

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bana:

-“Yavrucuğum, hiçbir kimse için gönlünde bir kötülük taşımadan sabahlayabilir ve akşamlayabilirsen öyle yap.” buyurdu. Sonra da “Yavrucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihyâ ederse kesinlikle beni sevmiş kim de beni severse Cennette benimle birlikte olacaktır.” (Tirmizi, İlim) buyurdu.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- buyurur ki:

-“Günahtan önce kalbinize gelen istek ve arzulardan sakının. Çünkü onlar günahın başlangıcıdır. Şayet bu arzulardan sakınmazsanız gönülleriniz Allah’tan gaflete düşer.” (Beyhakî, Şuab)

NEBEVİ AHLAKLA AHLAKLANMAK

Nefis tezkiyesini, tek cümle ile; “nebevî ahlâkla ahlâklanmak” olarak tarif eden gönül rehberleri de öncelikle kalbin mâsivâ diye isimlendirilen bütün yabancılardan temizlenmesini ve bu temizliğin de son nefese kadar titizlikle korunmasına önem vermişlerdir.

Abdulkadir Geylânî hazretleri buyurur:

-“Ey din kardeşlerim! Biz Cenab-ı Hakk’a sâdece gece ibâdetleri, gündüz nâfile oruçları ve ilim tedrisi ile ulaşmadık. Lâkin Cenâb-ı Hakk’a tevazu, kerem, sehâ (cömertlik) ve selâmet-i sadr/gönül genişliği ve selâmeti ile vâsıl olduk.”

Gönlün selâmeti ve bu selâmetin korunması diğer uzuvların da korunmasını sağlayacaktır ki, Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- sahabilerini bu hususta sık sık uyarırlardı. Bir defasında Hazret-i Ali’yi şöyle söylemişlerdi:

-“Ya Ali aniden bir haramı gördüğünde dönüp tekrar bakma. Zira -irâden dışı- ilk bakış senin için afvedilmiştir. Ancak devam eden ikinci bakış aleyhinedir, günahtır.” (Ebû Davud, Nikah)

-“Üç göz vardır ki onların gözleri cehennemi görmez. Allah yolunda nöbet tutan göz, Allah korkusu ile ağlayan göz ve Allah’ın haramlarından sakınan göz.” (Heysemî) beyan-ı nebevîsi gözlerimiz için çok daha uyarıcı ölçüler ihtivâ etmektedir..

KİM BUGÜNDE KULAĞINA, GÖZÜNE VE DİLİNE SAHİP OLURSA MUTLAKA BAĞIŞLANIR

Sahabeden Fadl b. Abbâs güzel saçlı, beyaz yüzlü ve yakışıklı bir gençti. Hac esnasında Peygamber Efendimiz’in terkisindeydi. O esnada Has’am kabilesinden bir kadın Peygamber Efendimiz’e fetva sormaya geldi. Fadl kadına, kadın da ona bakmaya başladı. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Fadl’ın yüzünü öbür tarafa çevirdi. Fadl tekrar bakınca Efendimiz onun yüzünü tekrar çevirdi ve:

-“Kardeşimin oğlu! Bu öyle bir gündür ki kim bugünde kulağına, gözüne ve diline sahip olursa mutlaka bağışlanır.” buyurdu.

Abbâs -radıyallâhu anh-:

-“Yâ Rasûlallah, amcanın oğlunun yüzünü niçin çevirdin?” diye sorunca da:

-“Bir delikanlı ve bir genç kız gördüm de şeytanın onları (fitneye düşürmesinden) emin olamadım.” buyurdu. (Bkz. İbn Sa‘d, et-Tabakatü’l-kübra, 4/54; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/75, 211-213, 329, 356; Tirmizi, Hac, 54)

Yine Allah’ın Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Susan kurtuldu, konuştuğunda hayır konuşup sevap kazanan, sükût edip günahtan selâmete eren kula rahmet eylesin.” (el-Câmius-sağîr) buyurmuştur.

MAÂZALLAH DİYEBİLMEK

Dijital imkânların herkese ulaştığı, her türlü gayri meşrû fikir ve davranışların parmak uçlarımız kadar yakınlaştığı günümüzde, bir Müslüman direnci ile “maâzallah” deyip gönülleri, parmak uçlarını, gözleri ve kulakları ma’siyetten koruyup, takvâ ve taatla bezeyebilmek Rabbânî ve nebevî yakınlıklara vesîle olacaktır.

Dû cihanda bulmak istersen necat

Neca’ Âb-ı rûy-i dû cihânâ ver salât.

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 448

İslam ve İhsan

NEFİS NASIL TERBİYE EDİLİR?

Nefis Nasıl Terbiye Edilir?

NEFSİ TERBİYE ETMENİN ÜÇ KURALI

Nefsi Terbiye Etmenin Üç Kuralı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.